9 Ağustos 2008 Cumartesi

Yönetmenlerden Dersler


Alfred Hitchcock:
"Bir sinemacının söyleyeceği hiçbir şey yoktur, göstereceği şeyler vardır."

"Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır. Bu en önemli kuraldır."


Martin Scorsese : Eğer film yapmak istiyorsanız, kendinize sormanız gereken ilk soru : "Söyleyecek bir şeyim var mı?"dır.


Takeshi Kitano : Yönetmenlik, fikirleri gerçekleştirmek için uygun bir ortam yaratmak üzere, birbirine eklenen birçok sorunu yönetmektir.

Emir Kusturica : Ama her şeye karar veren kamera olmalıdır.

David Lynch : Bir yönetmen için en önemli şey, çıkış noktası olan fikre sadık kalmaktır.


Jean-Luc Godard : Bir kamera al, bir deneme yap ve bunu birine göster.

Woody Allen : Sadece içgüdüleri izlemek yeterli. Tam da burada, eğer yeteneğiniz varsa her şey çok kolay olacaktır. Yoksa da elden birşey gelmez.

Pedro Almodovar : Nasıl yapacağnızı bilmezseniz de filmerinizi çekin.


Bertrand Blier : Sette her zaman, her şeyi biliyormuş gibi davranın.

Tim Burton : Tek söyleyebileceğim şey şu . "sezgilerinize güvenin ve şans yakalamaya çalışın."

Robert Rodriguez : Eğer yaratıcı ve teknikseniz, sizi durduramazlar.

8 Ağustos 2008 Cuma

08.08.2008

Açılış tarihinde bu kadar 8 olması rastlantı olmasa gerek.
Çin mitolojisinde zenginlik ve bereketin sembolü olan 8 rakamı onlar için büyük ehemmiyet teşkil ediyor ki olimpiyat tarihleri yanında bygün 10 bin çift de evlenmek için epey sıra beklemiş.

Milyarları ekran başına toplayan, açlışlarıyla, 20 küsür daldaki oyunlarla ki Trt birçoğunu bizden esirgeyip kafasına göre program yapmakta, spor tarihinin en görkemli, en şaşaalı organizasyonu start aldı nihayet.
91bin kişi stadyumda biz de ekranb aşında göz kırpmadan şaşkın gözlerle izledik desek yeridir.


Trt ekranlarında canlı olarak muhteşem figürler, Çin tarihinden kesitler eşliğinde olağanüstü görüntülerle izledik, ağzımız açık kaldı açıkçası.
Sanat yönetmenliğini ise Hero/Kahraman, Parlayan Hançerler ve Altın Çiçeğin Laneti filmleriyle özellikle görselliği ve muhteşem renkleriyle hayran bırakan Zhang Yimou'nun yapması ayrı bir güzellik katmış.

43 milyar dolarlık yatırımla hayvani bir rekor kıran, 204 ülkeden 10bin 500 sporcuyla ve olimpiyat meşalesinin taşınmasıyla başlayan Tibet protestolarının gölgesinde, şimdiden konuşulan doping testleriyle bakalım neler göreceğiz...


7 Ağustos 2008 Perşembe

Apocalypse Now


Francis Ford Coppola'nın başyapıtı Apocalypse Now-Redux adıyla uzatılmış 202 dakikalık, 1979'da ilk gösteriminin ardından Cannes'da uzun versiyonuyla izlenen yönetmen kurgusu 8 Ağustos'ta vizyonda...Türkiye'de ilk kez vizyon şansı buluyor.
Bu uzatılmış Redux versiyonu bu sene içinde Saga film tarafından 2 disc olarak Dvd'de de çıkarıldı, gözler bayram etti lakin beyazperdede izlemek çok farklı olacaktır tabi abuk subuk filmlerden bu filmi göstermeye cesaret eden sinema sahipleri izin verebilirse...

Kitleler tarafından daha çok Godfather serisi ile tanınan, The Outsiders ve Rumble Fish gibi ilk dönem filmleriyle, gençlik temalı yapımlarıyla Matt Dillon, Tom Cruise ve yeğeni Nicolas Cage'i sinemaya tanıtan, bunun yanında The Conversation, Dmeentia 13, Dracula gibi farklı tarzda işlerden sonra istemeyerek de olsa Baba serisinin üçüncü filmini çeken ama birçokları için gerçek başyapıtı Apoclaypse Now / Kıyamet olan usta yönetmen, şimdilerin birçok filme yardımcı olan yapımcısı, kızı Sofia Coppola'nın Lost in Translation'da yaptığı gibi şahane filmlere de öncülük eden bir insan.
Geçtiğimiz aylarda Antalya'ya geldiğinde söylediği gibi sinemadan kazandığı paraları diğerleri gibi uçak satın almaktansa uçakla seyehat edip film yapmayı, parayı yine sinemaya yatırmayı seviyor. İtalya'da şarap üretiminde de adı geçen isimlerden.


Apocalypse Now'da Marlon Brando, Martin Sheen, Robert Duvall ve Dennis Hopper'ın muhteşem oyunculukları, yakından tanıdığı Jim Morrison ve The Doors'un katkıları, açılışta çalmaya başlayan The End ve helikopter sesi eşliğinde şahane jenerik, savaş kavramına dair yapılmış en iyi film belkide.
Filmin yapım aşaması da film kadar meşhur. Yıllar süren çekim aşamaları, Martin Sheen'in kalp krizi geçirmesi, oyuncuların kompleksleri, kurguda geçen aylarca zamandan, filmden vazgeçmeye kadar götüren nedenlere rağmen nhayet insanlara sunulmuş ve sinema tarihine geçmiş bir yapım.

5 Ağustos 2008 Salı

Tanrı İyileşecek mi?



Ajanslara düşen taze haberlerden en göze çarpanı Jim Carrey'in başrolde olduğu Aman Tanrım'da tanrı rolünde oynayan, pek kıymeti bilinmeyen, filmlere her daim kendi imzasını koyup renk katan, keyifli insan Morgan Freeman'ın trafik kazası ve ağır durumu. Aktörün 71 yaşında olması da durumu ağırlaştıran sebeplerden. Tez vakit dönüp kaldığı yerden devam eder umarım...


Kofi Annan ile benzerliğinin yanında, karizmatik hali, filmlerde kendinden emin kararlı rollerin adamı, 4 kez aday gösterildiği oscar heykelciğini ancak Million Dollar Baby ile 68'inde alsa da gösterişsiz-duru oyunculuğun en güzel örneğidir kendisi.
Yeni projeleri arasında Nelson Mandela'yı canlandıracağı 'Human Factor' ve David Fincher'in yeni projesi 'Rendezvous with Rama' gibi filmler varken çekip gitmek yakışmaz ona.


Onu son olrak The Dark Knight-Batman filminde gördük ondan önce de Jack Nicholson ile birlikte oynadıkları Buckett List ki Nicholson ile normalde de sıkı dost oldukları biliniyor. Yine son dönemde Paz Vega ile oynadıkları şahane mütevazı film 10 Items or Less'te harika performansıyla filmi alıp götürüyor.


Akılda kalan onlarca film ve karakter var Morgan Freeman denince. Başlıcaları Shawshank Redemption'daki Red karakteri ve dış sesin sahibi olarak, David Fincher harikası Se7en'da dedektif Somerset olarak, oscarlı Unforgiven'da Ned Logan olarak, Driving Miss Daisy'de Hoke olarak, Bruce Almighty'de Tanrı olarak, Million Dollar Baby'de Eddie olarak ve son dönemde Batman Begins ve Dark Knight ile Batman serisini şaha kaldıran Nolan önderliğinde belleklere kazınmış onlarca performansla gönüllerdeki yeri zulada olan, tüm zamanların en başarılı-buna karşılık en mütevazı aktörlerinden, güzel insan Morgan Freeman...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Partizan'a Kulak Çekmece


Irkçılığın, faşizmin yükselmesinde futbolun ve tribünlerin etkisi yadsınamaz. Keza ülkemizde futbol da başlı başına milliyetçilik olgusu altında yürütülüp ekranlardan sunuluyor.
Aşırı milliyetçiliğin her daim vuku bulduğu özellikle taraftar gruplarının şiddet gösterileriyle olaylar çıkardığı en önemli ülke Sırbistan, onu Rusya, Polonya, Yunanistan gibi ülkeler izliyor.

Aslında bakıldığında şimdiye kadar Ajax ile beraber en çok futbolcu yetiştirmiş, sağlam altyapılardan birine sahip bir kulüp Partizan. Mevzubahis olaylarla geçmişe baktığımızda ise ironi ötesi bir durum çıkıyor karşımıza. Kulübün ismini 1945'te Belgrad'da, 2.Dünya Savaşı sırasında işgalci güçlere karşı kurulan komünist partizan grubundan almış olması...


Açıkçası Sırplar ayrı bir millet, genellemelerden hoşlanmayan bir vatandaşım ama bu adamların alayı aşırı milliyetçi, yeri gelince de gözünü kırpmadan adam öldürebilen, Müslümanlıkta anne kavramının anlamını bildiklerinden savaş sırasında binlerce kadına kasıtlı şekilde tecavüz edip hamile bırakan ve çocukları dünyaya zorla getiren, insanda iğrenme hissi yaratan insanların çoğunlukta olduğu bir millet.

Partizan taraftarlarının yargılanmasına Lahey'de yeni başlanan, insan katiili ve insaniyet yoksunu Radovan Karadzic için 23 Temmuz'da Lyn ile oynanan maçta açtıkları pankartlar, tribünlerde salladıkları bayraklar UEFA'nın da dikkatini çekmiş olacak ki kulübe uyarı yazısı gönderip, ihraç fahi edilebileceklerinden bahsedilmiş.


Geçtiğimiz sezon Bosna takımı Mostar'a karşı yapılan UEFA 1.tur mücadelesinde çıkan olaylar nedeniyle de 1 yıl men cezası dahi verilebilirmiş. Umarım ırkçılıkla, ayrımcılıkla göstermelik sloganlar ile mücadele eden UEFA insan katillerinin bayraklarının asıldığı takımları sırf bu yüzden bile avrupa turnuvalarına almamalı demek geçiyor içimden ama Bosna Srebrenica'da Hollanda askerlerinin Sırplara insanları ikram edercesine teslim edişi aklıma gelip gerçekçi ol diyorum kendime, kimin umurunda...

3 Ağustos 2008 Pazar

koleksiyon yapmak ya da yapmamak...

Sözlükte koleksiyon dendiğinde bir arkadaşın tanımı şu şekilde ki az ama fazlasıyla doğru
Israrcılık, obsesyon, farklı olma güdüleri gelişmiş kişilerin turşusunu kurdukları şey.




Ucundan bucağından bu işe bulaşmış olanlar bilirler ki geri dönüşü yoktur, sarar-sarmalar, cepleri boşaltır, kafayı kemirten, rüyalara giren meşakkatli bir uğraştır koleksiyon yapmak.
Kendi adıma atkı toplamaya gittiğim maçlarda yerli atkılarla başladım, yavaştan yavaştan takaslara, yurtdışından olaya bağlanmaya en nihayetinde örenbayan kadar deneyimli, atkının bilumum türüne hakim, tek kat çift kat, hangisi daha şık durur, hangisi iyi katlanır, nasıl saklanır gibi manyaklıkların içinde bulabiliyor insan kendini.
Çiçekleriyle konuşanları hadi bir derece anlarsın hani, ama atkıyla bu kadar samimi olmak tehlikeli ve sakıncalı sanki.


Önce atkılara yer açarsın pansiyon hesabı. Tek tek, güzel güzel katlayıp yerleştirmeye başlarsın. Birkaç gün geçer, kurtlanırsın bakmak istersin yavrulara. Şöyle bir bakıp gülümsersin, bu kez ters taraftan katlayıp koyarsın ki atkıda kat izi oluşmasın. İtalyan tarzı tek kat atkılar daha bir çekici gelir kimi zaman, bazen de ingiliz tarzı çift kat atkılar taraftar üzerinde daha güzel durur. Maç günleri takmaya kıyamazsın çoğu zaman, çünkü tecrübeyle sabittir arkadaşlar yanaşıp ver şunu bir takayım der gidiş o gidiş. nice atkılar bu uğurda helak olup yitip gitmiştir. Mümkün mertebe maç günleri kendi takımın ağırlıklı eski bir atkı takılır hem nostaljik olur hem de kimse salça olmaz:)
Gün gelir dolaplara sığmam taşarım der atkılar, bazılarına yol verilir ama onlarca kıyamadığınız gözünüzde farklı olan atkılara dokunamazsınız bile. Koleksiyonculuk sözkonusu olduğunda benim gibi eli açık bir adam bu mevzuda bazı özel yavrularda cimriliği tutabilir hor görmeyiniz.
Grup atkıları, ülke atkıları, bazı nadir bulunan özel atkılar, tek kat çift kat derken zaten kafayı yemiş hale gelmişsinizdir, artık çok geçtir, geçmiş olsundur:)


Çoğu zaman bu iş atkıyla sınırlı kalmaz, zaten kendi takımınızın özellikle eski formalarını, flamaları, ıvırı zıvırı yanında farklı takım tişört ve formaları hertürlü materyalleri de toplamaya başlarsın.

Bir diğer hastalık derecesinde koleksiyon yaptığım müzik cd'leri ve özellikle dvd olayı. Hali hazırda 800'e yaklaşan tamamına yakını orjinal, indirim kovalayarak, sorup soruşturarak, kılı kırk yararak yaptığım kıymetlim:)
Bunun da hiçbir farkı yok, en başta yıllardır sevdiğiniz favori oyuncu yada yönetmenin birkaç filmini almaya başlarsnız, sonra amazon'dur, D&R'dır, ikinci el, ne bulursanız toplamaya başlarsınız. Ceplerde şangır şungur sallanan bozuk paradan başka paranız kalmaz, hele bir yandan maça gidip bir yandan da koleksiyona sardıysanız hepten harap olup gidersiniz. Hesap kitap gibi kafalar da karışır...


Hepten kendini kaybetme hali olarak tanımlanabilir. Her eve girdiğinizde gene ne aldın oğlum diyen anne bağırtısı, şiştikçe şişen kredi kartı ekstresi de cabası. Ha bir de eve hırsız girer de dvd'leri, atkıları çalarsa diye arada bir içinize düşen kurtları da unutmayalım. O da atkı gibi sadece atkıyla sınırlı kalmaz, film afişleri, sinema dergileri, film karakterlerinin figürleriyle devam eder. Odalar dolar taşar, çöp ev muamelesi görür ama uyanıp da onları karşınızda görmek apayrı bir tad bırakır bünyede:)

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Adebayor & Emirates Cup


Monaco'dan 2006 yılında alınan, Kanu'nun gidişiyle onun misyonunu devralmışcasına ve benzer tarzları nedeniyle eş tutulan Emmanuel Adebayor geçtiğimiz yıl oynadığı 48 maçta 30 gol atarak Henry'nin gidişi sonrası biter denilen Arsenal'i şahlandıran isimlerin başında geldi.
Geçen sene basına "birçok takım kendileri için oynamamı istiyor" demecinden sonra eleştiri almış biraz da gözden düşsede halen 3 yıllık kontartı devam ederken 2-3 yıl daha kontrat uzatmak istediğinden bahsetmiş.


Arsenal takımının, bu ailenin bir parçası olmaktan çok mutluyum açıklamasının ardından birçok futbolcudan duyduğumuz Wenger hakkında O adeta babam gibi, o benim patronum ve o ne derse onu yaparım açıklamalarıyla kulübe ve patron Wenger'e bağlılığını belirtmiş.
Açıkçası Arsenal'e yakışan, özellikle Fabregas ile şahane uyum sağlayan hırslı ve kendini sürekli geliştiren bir adam, kalsın isteriz.

Arsenal'in Emirates Stadınında evsahipliği yapacağı Emirates Cup için yoğunlaştığını da ekleyelim,
Kupa maçları NTV Spor'da naklen yayında olacak, favorim evsahibi, her daim güzel futbolun temsilcilerinden, izlemesi hep keyifli olan Arsenal olacak.

Program şu şekilde;


Cumartesi

16:00 REAL MADRID - HAMBURG
18.15 ARSENAL - JUVENTUS


Pazar

16:00 Juventus - Hamburg
18.00 Arsenal - Real Madrid

Futbol Kare

Fotoğraf Nigeria - Senegal maçından.
Teyzemiz münferit takılıyo, arkada da polis seyre dalmış, arka fonu oluşturuyorlar.

Heath Ledger > Yeni Nesil Joker


Yaz aylarında klimalı ortamı ve rahatlığıyla gidilmesi daha mantıklı olan sinema salonları, alışılmış şekilde tatil dönemi yaşarken, 2.sınıf filmlerle salonlar doldurulurken The Dark Knight insanlara ilaç gibi geli.Açıkçası izledikten günler sonra bile Heath Ledger'in performansı akıldan çıkmak bilmiyo.İyi ve kötü kavramlarının birbirine karıştığı, kaos ve anarşiden beslenen, kötülüğü bir amaç uğruna değil gerçekten istediği için yapan en orjinal kötü adamlardan birine sahip artık beyaz perde.

İster istemez Jack Nicholson'un başarıyla ortaya koyduğu diğer Joker performansı karşılaştırrılırken ustaya saygı eksik olmuyor olmasına da Heath Ledger'inki kıyas kabul etmiyor.

28 yaşında hayata veda eden, sürekli ivme kazanıp yükselen bir kariyerin bu şekilde sonlanması yürekleri dağlıyor. Ağzını şapırdatark konuşması,terden sırılsıklam olup önüne düşen saçları, yüzündeki yaralarla ilgili her defasında uydurduğu efsaneler, suratındaki o pis gülümseme ile oscar heykelciğine de göz kırptı öbür taraftan...

FHM'nin son filmi ve Joker hakkında muhtemelen Heath Ledger ile yapılan son röportajlardan biri hemen aşağıda;


Her şeyi söyleyecek kadar açık sözlü müsünüz?
- (güler) İyi bi zamanda yakaladınız beni.

Herkes sizin bu rolü alırken korkusuz olduğunuzu söylüyor, gerçekten öyle miydiniz?
- Kesinlikle korktum. Beni korkutan, sanırım, aynı zamanda da heyecanlandırdı; bu yüzden de korkusuz olup olmadığımı bilmiyorum. Fakat kesinlikle cesur bir görüntü ortaya koymam ve bir şeyler planladığıma, değişik bir şeyler planladığıma inanmam gerekti.

Jack Nicholson’ın herhangi bir filmini izlediniz mi?
- Tabii ki. (güler) Aslında rolü almadan önce defalarca izledim, büyük bir hayranıydım ve Chris’in ilk filmini gördükten sonra anladım ki bir Chris Nolan filmi ile bir Tim Burton filmi arasında çok büyük farklar vardı. Aralarında gerçek ve taze bir betimleme açısından yeterince büyük fark vardı ve Jack’in yaptığı işlerden bir şekilde uzaklaştım.
Nasıl yani?
- Bilmiyorum, söyleyebilecek özgürlükte değilim.

Karakterinizi nasıl şekillendirdiniz? Karikatür kitaplarıyla mı filmlerle mi yoksa dizilerle mi başladınız?
- Hepsinden biraz. Londra'da otel odamda oturup, kendimi bir aylığına kilitleyerek küçük bir günlük oluşturup ses kaydı da yaparsam sorunuzu cevaplandırabilirim. (güler) Onu (karakterini) bildiğiniz gibi, bir ruh hastasının bakışıyla, empatisiz ya da ne yaptığı hakkında az bir bilinçle gerçekleştirdim ve eğlenceli olanı da neyi nasıl söyleyeceği ve yapacağı konusunda sınırlarımın olmamasıydı. Bu yüzden de evet, karakterinizin yerine geçmeniz her zaman kişisel bir çalışma mıdır bilmiyorum ama anlatmak gerekirse; karikatür kitapları ve senaryoyu okumak, gözlerimi kapatmak ve bunların üzerinde meditasyon yapmaktı benim yöntemim.

Joker'in arkasındaki adamı görecek miyiz?
-Bilmiyorum, (güler) gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum, yanlış bir şey söylersem suikaste uğrayacağım gibi bir his var içimde...
Bir önsöz olduğunu biliyoruz, ama içinde tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz
- Tamam ama ne söylemeye izinli olduğum konusunda emin değilim. (güler)

Tekrar Joker ile ilgili, bir kere bile normal insan olma düşüncesi var mı?
- Bence, Chris Nolan tarzındaki Batman serisindeki bütün kötülük yapanlar, aslında normal insan, ya da bir zamanlar normal insandı. Tamamen kendi fikir yürütmelerimle ve geçmişine dayanarak söylüyorum, ben de bilmiyorum bir gün ayağımı ağzıma sokar mıyım ama şu anda bu da benim bilmediğim bir sırrım. İlk defa bu konu hakkında konuşmak zorunda kalıyorum ve hiçkimse beni ne söylemem ya da söylememem konusunda hazırlamamıştı. (güler)

Kızınız sizi Joker olarak gördü mü?
- Hayır, hayır. Sanırım sadece resim olarak gördü.
Korktu mu peki?
- Kaşlarını çatarak baktı. (güler) Benimle bir bağlantı kurduğunu zannetmiyorum.
Kostüm giymeniz, görünüşünüz gerçekten karakteri canlandırmanıza yardımcı oldu mu?
- Evet, filmi çekmeden önce yaptığımız tüm çalışmalardan sonra kostüm giymek pastanın kreması gibi oldu. Maskenin arkasında çalışırken istediğinizi yapma özgürlüğünüz var ve yargılanma ve izlenme korkusundan uzaksınız. Bu yüzden de maske giymek, özgür hissetmem ve denetimsiz olmam için beni güçlendiriyor ve bu özgürlük de beni heyecanlandırıyor.

Bir kötünün düşünme şekline girmeyi nasıl başardınız?
- Sanırım bu hepimizde biraz var. Bilmiyorum, bir keresinde kendimi aşırı uç düşüncelerle birleştireceğimi düşünüyordum, çiğ et yemek gibi, bunun ağzınızda bırakacağı tat ve gözünüzde canlandırmak beyninizi biraz zorlar, şeytani bir şey olmasa da öyle hissettirir. Sanırım gerisi de kendi araştırmalarınıza ve ruh hastası tanımınıza güvenmek ve onlarla devam etmek. Siz biliyor musunuz? Ben bilmiyorum, bu konu hakkında çok da fazla kafa patlatmıyorum.
Nicholsonkendisini ilk kez Joker olarak gördüğünde repliklerini unuttuğunu söyledi. Kendinizden bu kadar emin olduğunuz bir an var mıydı oyunculuğunuzda?
- Bu şekilde bakmadım aslında, bunu duydum ve fragmanda beni de biraz ürküttü ama kendimi o şekilde görmedim.



Filmle ilgili gazeteleri görmediniz hiç?
- Hayır, gördüm gördüm. Eskiden bakardım ama şimdi zaman kaybı olarak görüyorum. (güler) Eve gidip uyumayı tercih ediyorum (güler)... artık çok geç.

Christian Bale’in fiziksel durumu nasıl, eskisine göre daha genç ve atletik?
- Christian film boyunca bir kaç kez dövdü beni (güler). Aslında bir keresinde çeneme yumruk attı.

Gerçekten?
- Evet, ama hızlı değildi. O tamamen bir centilmen. Omzuma yavaşça vurdu ama tamamen eğlencesine. Ben de hırpalandım ve ezildim, acı çektim, ama hepsi bir tür oyundu.
-
Vücut geliştirmeye gerek duyulan bir rol müydü?
- Hayır (güler) Tanrıya şükür...

Evet, bu iyi bir şey.
- Evet.
Christian’la olan sahneleriniz hakkında konuşabilir misiniz? Güçlü rakiplersiniz ve Batman ikonu ile aranızda bir elektriklenme olmalı?
- Hmm, öncelikle Christian’la çalışmak büyük bir onur. Yani kadro muhteşem, kadrodaki herkes çalışmak istediğim, bana bir noktada ilham kaynağı olan kişiler. İnanılmaz bir şekilde de ilk sahnem Gary Oldman’laydı. Sorgu odasından çıkar çıkmaz Batman (güler) geldi ve birden nasıl bir film içinde olduğumu anladım. (güler) Aktör olarak eğlenceli biri. Birini yarasa kıyafetiyle görünce normalde gülmek çok kolay ama o profosyonel bir şekilde işine odaklandı. Batman rolünü ne kadar ciddiye alsa da ve sesini, davranışlarını agresifleştirse de, çalıştığım en sevecen ve muhteşem aktördü.

Batman konsept olarak korkuyu kullanıyor ama Joker’in hiç korkusu yok. Bu bir ilişki mi?
- Evet, ikisi de birbirinden ayrı yaşayamaz. Hayatta birbirlerinden başka amaçları olmadığından da aslında birbirlerini öldürmek istemezler.

Ve Maggie Gyllenhaal ile çalışmak nasıldı, daha önce kardeşiyle çalıştınız, filmden önce tanışıyor muydunuz?
- Evet, tanıyordum. Bu da muhteşemdi. Ona doğru bıçak (güler) tuttum ve çok eğlenceliydi. Ayrıca Maggie bir Brooklyn’li ve birbirimize bir sürü aile hikayeleri anlattık, eğlenceliydi.

Chris Nolan’ı diğer yönetmenlerden ayıran özellikleri anlatabilir misiniz?
- Gördüğüm tüm yönetmenlerden daha çok çay içer. (güler) Bu tamamen onu ayırır. O çok genç ama büyük gösteriyor ve sette –dünyasında- inanılmaz olgun, düzenli ve rahat birisi. Wally ile çok iyi ilişkileri var ve ikisi tüm dünyayı haritaya geçirmişler de biz de onların yollarından gidiyor gibiyiz. Bu büyüklükte bir film çekmeyi hayal bile edemem ama Chris muhteşem organize birisi ve çekimlerde olabildiğince esnek.
Yardımcı senarist olduğundan beri Joker’in repliklerine karışıyor muydu?
- Hayır, aslında hayır. Her şey kağıtta yazıldığı gibiydi.
Herkes filmin ne kadar karanlık olduğunudan bahsetmekte, Joker’in filme getirdiği bir eğlence yok muydu?
- Evet, sürekli. Onla ilgili sabit bir şey yoktu tamamen karanlık ya da tamamen eğlenceli değildi. İnişli çıkışlı bir karakterdi.
Yani rolünüzü oynarken eğlendiniz?
- Evet, rol yaparken en çok eğlendiğim zamandı.
Yaptığınız en pahalı film bu muydu?
- Evet, kesinlikle.
Brokeback Mountain’deki rolünüzün bu filmde bir etkisi oldu mu?
- Tamamen, farklıydı. “Motor” ile “Kestik” arasındaki zamanı değiştirmedi, önemli olan etrafınızda ne olduğuydu, ama tamamen farklı oyunlardı. Eğlenceliydi, şaşırtıcıydı ve izlemesi de eğlenceliydi.

Maske giymek dışında Joker’in nesi var? Araba? Özel bir şey?
- Jokermobile? (güler) Rollerblades, evet (güler) eğlenceli olurdu. Hayır, arabası yok sadece etrafında ne varsa çalar.

Daha çok asit saçan bir çiçek gibi bir imajı var, öyle mi?
- Hayır, o kadar çok numara değil.

Sadece siz ve bir bıçak?
- Evet kanlı bir tane var.

Rolü aldığınızdan beri Jack Nicholson’la karşılaştınız mı?
- Keşke (güler) Hiç karşılaşmadım ama gerçekten isterdim.

31 Temmuz 2008 Perşembe

Kasap Futbolcular Top 10

Roy Keane Highbury tünelinde kırmızı kart sonrası Vieira'ya seslenir;
"I'll see you out there".


Hani rakip takım taraftarlarınca nefret edilen, küfürün en kallavisinin savurulduğu, kendi takım taraftarlarınca ise çoğu zaman ilahlaştırılan, baskın erkek duygusunun sahada yer alması, adeta taraftar misali sinirlerine hakim olamayan, rakibe tekme atan, nanik yapan futbolcu tipi sözkonusu.

Listedeki ve akla gelen topçuların nerdeyse tamamı geçmiş dönemde forma giyen topçular olması sertliğe eskiden daha çok prim verilmesi, alttan alınmasından olsa gerek.
Bizdeki temsilcileri Kemalettin, Ali Eren, Bülent Korkmaz ilk akla gelenler.

Corriere dello SportUn ser ve kötü niyetli diye tabir ettiği 10 futbolcu içinde 5 İngiliz, 2 İskoç, 1'er İtalyan, İrlandalı ve İSpanyol mevcut;



1-Graeme Souness
Tanıdık bir sima, teknik direktörülüğünde de bize bir uğrayıp meşhur Ulubatlı olayını gerçekleştirip epey hadise çıkarmıştı. Liverpool forması giydiği yıllarda efsaneler arasına giren, başarılı futbolunun yanında aşırı sertliği, kemikkıran edasıyla rakiplerine günyüzü göstermeyen bıyıklı adam.

2-Andoni Goikoetxea
Athletic Bilbao'da aralıksız 12 yıl oyayarak yıldızlaşan İspanyol savunma oyuncusu, savunmadaki başarısı kadar acımasızlığıyla da ün salmıştı. 1981'de Bernd Schuster'in, 1983'te de Diego Maradona'nın ayağını kırmıştı.

3-Dave Mackay
Gelmiş geçmiş en sert sol kanat adamı diye anılan İskoç futbolcu dirsekleriyle rakiplerine kan kusturuyordu diye tanımlanmış.


4-Romeo Benetti
Juve, Milan ve Roma formalarını giymiş, 55 kez İtalyan milli formasıyla mücadele etmiş, arkadan tabanla giren, yerdeki rakiplerini krampon yardımıyla düzleştirmesiyle ün yapmış, kırmızı kartın hastası bir adam.

5-Stuart Pearce
İngilizlerin meşhur topçularındandı, lakabı Psyhcho/sapık idi. Coventry, Nottingham, Newcastle, West Ham ve Man. City formalarını giyen ve milli takımda 78 kez mücadele etmiş efsane futbolculardan ve Şen Kasap tadında usta kasaplardandı.


6-Roy Keane
Çok yakın futbolumuzda iz bırakan, çocukken boks deneyimi olan, Manchester ile efsaneleşen ve kasaplık deneyiminde özellikle Norveçli Haaland'dan intikamını 4 yıl sonra alıp kırmızı kartı beklemeden soyunma odasına gitmesiyle hatırladığımız şahsına münhasır hırsküpü.

7-Norman Hunter
"Parçala" tezahuratlarına dayanamaz parçalardı denmiş:) 62-76 yılları arası giydiği Ledds United formasıyla ün yapmış, parçala behçet ikonunun karşılığı olarak biliniyor.


8-Vinnie Jones fenomeni:)
Listedeki en bomba isim Vinnie Başkan. Menisküs uzmanı olarak tanınan,Toyyenham'dan Gary Stevens'in futbol hayatını bitiren, Sheffield forması giyerken henüz 3.saniyede kırmızı kart görerek rekorun alasını kıran ve en nihayetinde Hollywwood'a transfer olrak bir nebze Mr ve sağlık harcamalarında rahatlık yaratmış kişilik. En çok ses getiren icraatı ise How to break a leg/bir ayak nasıl kırılır? adlı yarı otobiyografik-yarı kurgu bir kitap yazması.

9-Ron Harris
Biçerdöver lakaplı, Chelsea formasını 655 kere giyip bütünleşmiş savunma oyuncusu.
Nice ocakları söndürdüğü rivaet ediliyor.

10-John Terry
Günümüz futbolundan listeye girebilen tek futbolcu. Chelsea ve milli takımın kaptanı. Savunma oyuncu olarak kusursuza yakın bir futbolcu olduğunu belirtmek gerek, kafaya çıkarken rakiplerini çaktırmadan yumruk ve dirseklerle dağlayan, sinsi futbolcu tipinin önemli temsilcilerinden.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

"why so serious?"

the only sensible way to live in this world is without rules!


Nihayet haftalardır kıyametler kopartılan Batman serisinin Noaln'dan çıkan ikinci filmi The Dark Knight'ı izleyebildik.
Lakin imdb'de birinci sıraya fırlaması, gelmiş geçmiş en iyi film gibi kendinden geçmiş değerlendirmeler filmin değerini düşürüyo bana kalırsa ve onlarca sinema tarihinde çığır açmış filme ayıp oluyor.
En başarılı süper kahraman filmi derseniz eyvallah pek itiraz edileceğini sanmıyorum, özellikle Joel Schumacher'in yerlerde sürünen Batman filmi, Tim Burton'un karanlık ama beklentilerden uzak yapımlarının ardından yönetmenlik koltuğuna Christopher Nolan'ın getirilmesinin ne kadar doğru bir tercih olduğunu tekrar gördük. Bir önceki filmde Batman BEgins'de kahramanımızı küllerinden doğuran, hiç beklenmeyen bir başarı sağlayan belki de kapanacak bir sayfayı tekrar açan yönetmen oldu.


The Dark Kinght'a gelecek olursak Batman daha bir ete kemiğe büründürülmüş, endişeleriyle, ikilemleriyle daha gerçekçi bir kimlik yaratılmış. Gotham City husunda daha karanlık bir atmosfer yaratılabilirdi diye düşünüyorum, tam bir suç şehri hesabı.
Açıkçası film Batman değilde bir Joker filmi olmuş, güzel de olmuş. Heath Ledger dedikleri kadar varmış diye söyleten, tüm zamanların en bomba kötü adamlarından birine imza atmış.
Kariyeri sürekli yükselen, bu filmle zirve yapmış olan ve büyük ihtimal oscar da verilecek olan bu muhteşem performanstan sonra Heath Ledger'in ölmüş olması insanın içini daha da bir burkuyor.


Filmin aşırı tepkilerle karşılaşmasında Heath LEdger'in son filmi olması ve alttan alttan söylenen şehir efsanelerinin de şüphesiz etkisi var fakat filmde Batman Joker'in gölgesinde kalsa da kurgusuyla süper kahraman filmlerini aşıp daha çok polisiye ve kara film sularında yüzerek şahane bir iş çıkarmış. Batman figürünün çevresine Morgan Freeman ve Michael Caine gibi iki muhteşem sinema abidesini de yerleştirerek Christian Bale'in olası aksayan taraflarına kalkan olacak performanslar yakalanmış. Bir de parantez gary Oldman için açmak lazım, Leon'da olduğu gibi manyak rollerin adamı Gary abimizin tam tersi bir yönde ilerleyen dedektif Gordon rolünde de şahane olduğunu belirtmek gerek.

you see, to them, you're just a freak... like me!


Fİlmde akılda kalan sahnelerin genelde Joker'in bulunduğu sahneler olması da şaşırtıcı değil.
Yüzündeki izleri anlattığı sahneler, Why so serious mevzusu, hapishanede Heath LEdger'in dooğaçlamasıyla gerçekleşen alkışlama sahnesi, hastane sahnesi gibi birçok sahne muhakkak hatırlanacak aynı şekilde açılıştaki maskeli soygunda Joker'İn tek tek herkesi öldürüşü gibi.
Velhasıl Batman Begins ile birlikte çok güzel bir Batman filmi, süresiyle ilgili bazı bünyelerde çok uzunmuş hissi verebilir lakin pişman olunmayacak, arşivlenesi bir Nolan yapımı daha dersek yanlış olmaz.

29 Temmuz 2008 Salı

Sensiz geçen günlerin...


Eskiye, geçmişe özlem baında ota boka ah ulan ne güzeldi, nerde o eski günler tadında sanki 70 yaşındaymışız gibi hergün nostaljinin kralını yapmak heralde karamsarlığın iliklerimize kadar işlemesinin nihayi sonucu gibi geliyo bana.
Lakin bazı tadları da anmamak olmuyo be kardeşim...



Misal Halls şekerleri nasıl unutulur. Böğörtlernli, çilekli, özellikle vişnelisi ve naneli seçenekleriyle, ortası çukur-kare şekliyle, bakkalların ön taraftaki raflarında renkli paketleriyle, dilimizi kıpkırmızı boyayan şaka değil gerçek iz bırakan şeker idi:)

28 Temmuz 2008 Pazartesi

The Pursuit of Happiness

Hayatta hiç kimsenin, sana birşeyi yapamayacağını söylemesine izin verme!..


Filmde de sıkça altının çizildiği anlamıyla Mutluluk Arayışı, filmin bizde gözterimdeki adı Umudunu Kaybetme olan, işte budur dedirten, insanı mutlu eden şahane filmdir kendisi.
Aksiyon filmlerinin kadrolu elemanı Will Smith ve oğlunun birlikte başrol oynadıkları, birlikten kuvvet doğurdukları, Will Smith'in içindeki potansiyeli, farklı rollerdeki becerisini dışarıya çıkarmış olan, hayata tutunmaya çalışan bir adam ve oğlunun hikayesi.
Yaşanmış olaylardan esinlenip filme çekilen, duygu sömürüsüne ve ucuz numaralara kaçmadan dramın kralını yapan, araya şahane eğlenceli, insanda pis bir gülümseme bırakan komik sahneleri, kusursuz oyunculukları ve ne anlattığını bilmesi yönüyle bile son yıllarda Hollywood tarafından yapılmış en başarılı filmlerden biri olduğunun resmidir.

Modern şehir insanının pireyi deve yapan, sorun yaratan yapısına inat tutunmaya çalışan, ayakta duran, statülerin konuştuğu dünyada birçok zaman yenilen ama ezilmeyen bir karakter sözkonusu.
Amerikan rüyası diye insanlara altın tepside sunulan göz yanılmalarına da hafiften ayar veren, Amerika şahane, taşı toprağı altın hesabı haydi eğlen koş tadındaki klasik Hollywwod yapımlarına inat, kenar mahallelerde kalmış evsizler için yapılan birçok barınağa dikkat çeken tabiki bunu protest bir havada yapmayan ve daha fazla ileri de gitmeyen en nihayetinde bir Hollywood filmidir ki bu film için öyle şeyler beklemek de nankörlük olur.
Arşive tez vakit katılmalı, dvd'si bulunup başucuna konmalı ya da indirip altyazı aramalı, nasıl isterseniz o şekil olmalı ama pişman olmayacağınız kesin efendim...

27 Temmuz 2008 Pazar

1 Yıl

Son holigan da gitti görüyor musun, hayatı kim ters köşeye yatıracak şimdi?”


Kolları mendirek olmuşçasına açık ardına kadar; her birimizi kollar, kucaklarcasına… Göğsünü siper etmişçesine ters esen rüzgâra, fırtınaya, borana…

Hiç bir şey almadan Beşiktaş için her şeyini vermektir Optik olmak.

Öyle bir sevmektir işte; Beşiktaş’ı hayat bellercesine…

Aslolan hayattır, hayat da Beşiktaş dercesine...

Bir Optik fidanı olabilmek, yeşermek adı Beşiktaş olan topraklarda...

Biz, bize benzeyen insanlarla çoğalıp, bir sarmaşık gibi birbirimize sarılarak sevdamızı nakşediyoruz aynı ortak ruhun, aynı kardeşliğin kökleri ile tutunarak toprağımıza.

Denizine akan bir nehir olmak için, her birimiz o nehrin bir damlası gibi, zerre zerre çoğalarak, Beşiktaş’ı haykırmak için Optik Başkan’ımızı anmaya gidiyoruz.

RUHU ŞAD OLSUN



Yakışıklı holigana! Optik Mehmet’e...

27.07.2007 Cem Dizdar

O mu hayata uymadı, hayat mı ona, bilinmez. Belki çok barışıktılar ikisi de, bu hiç bilinmez.
Aykırıydı. Her aykırı gibi ‘dik’ti. Dikine giderdi, hep dikine...
Bir ‘Baba Hindi’ydi... Yaramaz bir çocuktu, külhaniydi...
Çoğumuz kadar yorgun, hepimiz kadar ayık, herkes kadar ‘uyanık’tı...
Kaya gibi sertti, pamuk şekeri kadar yumuşak...
Saygılıydı, efendiydi, kavgacıydı...
Selam verilmeden geçilecek biri değildi...
Ailesi için ‘oğulları Mehmet’, tribündekiler için ‘Optik Başkan’, yaşıtları için ‘Optik Mehmet’, büyükleri için kısaca ‘Optik’ti...
Hayatla arasında kurduğu dili belki de en iyi tanımlayan, lakabıydı; “Optik.”
Aynaydı... Mercekti... Işığın kırılması, ışığın yansımasıydı...
Son kez öldüğü gece konuşmuştuk, üniversiteden arkadaşımız Hayati Kurt’un telefonundan...
İçerden çıkalı bir kaç gün olmuştu. “Geçmiş olsun” demiş, “Lig başlamadan bir gece kafayı çekeriz” diye sözleşmiştik.
Ertesi günün öğleden sonrasında, Sait Faik’in adası Burgaz’da yatan güzel gülüşlü kardeşim Reha Mağden’in ölümünün birinci yılında mezarı başına gitmek için vapura binerken, Adnan’ın telefonuna geldi Optik’in ölüm haberi.
Öyle olur ya, ilk anda inanamazsınız. Öyle de oldu. Önce şaşkınlık, sonra keder...
“Her ölüm erkendir” ya, bu da çok erken oldu be Mehmet... Daha çok maça gidecektik. Aşık Mahzuni diyordu ya “Kirvem bu yıl bu dağlarda aman/Sensiz yazın tadı m’olur aman/Selamın niye kesildi/Bir selamın adı m’olur aman...” Aynen öyle...
Yine de biliyoruz; “Ölümle yaşamı ayıran çizgi, siyahla beyazı ayıramaz ki...”
Ona, ‘Optik Başkan’a, ‘Mor külhani’ Ece Ayhan’ın ‘Bakışsız bir kedi kara’sıyla selam ederim...

Red Sonja


Robert Reodriguez'in yapımcılığını üstlendiği, son projesi Red Sonja 2009'da geliyor...
Tarantino ile birlikte yürüttükleri Grindhouse projesinde de görev alan güzellik sahibi Rose McGowan'a başrolü teslim etmiş.
Hikaye olarak daha önce beyazpeye taşınan mevzu, ailesinin intikamını almak isteyen acılı bir genç kız, mistik güçlerin yardımıyla dünyanın en tehlikeli kadın savaşçısına dönüşür, olaylar gelişir. Hikaye tanıdık, film ekibi ve teknoloji taze.
Robert Rodriguez'in fantaziye, hayal gücüne açık tarzına uygun bir yapım gibi bakalım neler çıkacak. Filmin afişleri de ayrı bir güzel bu arada...