2 Ekim 2010 Cumartesi

Tribünde Nargile


Eskilerden bu şekilde onlarca fotoğraf var ki hepsi birbirinden güzel, birbirinden doğal kareler.
Ne varsa yine o zamanlar varmış, herşey daha bir gerçekmiş sanki...

1 Ekim 2010 Cuma

Athena - Pis

 Albüm çıkalı epeyce olsa da dinledikçe dinleyesi geliyor insanın. 2010 için Malt ile birlikte en sevindiren çalışmalardan biri vallahi. Zıppır heriflerin ayrıca en güzel, taş gibi albümü bu kuşkusuz. Boş şarkı yok, adamı halden hale sokan birbirinden güzel parçalar mevcut ki pis, dalga, dert, reggae güzellemesi delik deşik, hazırla beni ile derinlere daldıran finali tersine gibi muhteşem güzel hissettiren, alkollüymüş hissi veren şahane şarkıyla bitiriyorlar.
Albümün en babası bana kalırsa albüme adını veren Pis şarkıları, ağır ağır başlayıp koysan ağzımın ortasına koysan diye böğürten, "bizden bir yol olmaz yırtık kalp dikilir mi
bak yine bombok olduk seviyorum seni" diyen harika eserdir, kendileri aşağıda arz-ı endam eder;

silmişim ağzındaki lafı ettiğin yeminide
yarım kallmışlar gibi arsızım sevişine
ikimizi bir etmişler sanki küfür eder gibi
acıdıkça gülüyorum bilemedim ben bu işi
bizden bir yol olmaz yırtık kalp dikilir mi
bak yine bombok olduk seviyorum seni
koysan koysan ağzımın ortasına koysan
sonra ben sana sarılsam sevinçten
her şey masal seninle sonbahar günleri gibi
seninle dallar biter hasat
öp su agzımdaki kanı sildiğin resmimi de
tükürdükçe yalar olduk sıkıştım denizlere
gele gide yara olduk sıkıldıkça kaçar gibi
bakarken özlüyorum bilemedim ben bu işi
bizden bir yol ollmaz yırtık kalp dikilir mi
bak yine bombok olduk seviyorum seni



fonda acı şarkı eşliğinde güzel futbol

Dün yine bu seneki maçların çoğunda alışılageldik şekilde rahat maç izledik. En son hangi sezon bu şekilde stressiz, kafayı yemeden maç izlediğimi düşününce Lucescu'lu kadro olsa gerek. Gol yesen dahi gram telaşlanmadan kendini herkesin yardımlaştığı, takım oyununun ön planda olduğu, göze hoş gelen hareketler, güzel futbol izleten şahane dakikalara bırakıp, kendinden geçiyosun sanki. İnsanlar buna hasretti, neticeden öte göğsünü kabartarak, gurur duyarak izleyecekleri, kendileriyle bütünleşen, sahada taraftarın istek ve arzusunu yansıtan karakterli oyuncularla dolu bir takım.

Rapid dün bizim eski halimiz gibiydi, biz tribün yapardık rakip top oynayıp 3 puanı alır giderdi rahat rahat, aynen o şekil ceryan etti olaylar. İki takım arasında bariz bir kalite farkı vardı ki ilk dakikadan kendini gösterdi. Holoskonun bencilliği falan hakkaten saçmalıktı mahalle maçıvari illa ben atıcam çabaları gereksiz olduğu kadar sinir bozucuydu, neyse ki istikrarsızlıkla suçladığımız bu senenin yıldızlarından Bobo sahneye çıkıp telaşları darmadağın etti. Guti yine arkadaşlarını telkin etmesi, hırsı, herzamanki oyuna aç hali ve bayıltan paslarıyla mest etti keza Quaresma belki de en etkili olacağının sinyallerini verdiği maçta sakatlandı şanssı şekilde. Ernst yine kusursuzdu, Ferrari tecrübesiyle Zapo da kim ulan dedirtti, en çok şaşırtan Tabata oldu ki dün çok başarılıydı yine kaçak güreşip rakibin arasında eriyip gitmedi aksine hep ayakta kaldı, topları olumlu kullandı. Hilbert yine gün geçtikçe kalitesini göstermeye başladı diyebiliriz, abartısız basit oyunu ve disipliniyle formayı alırım derken yabancı kontenjanı kurbanı olabilir haliyle yine.


Gelgelelim stadın adı değişti kaşla göz arasında, artık bazı şeyler alıştıra alıştıra değil bodoslama yapılıyor. Medical Park'a tepki gösterip buna sessi kalınması ise tam bir fiyasko. Semtte heryer yıkılıyor, Akaretler sosyetenin, bilet fiyatları uçuk düzeyde, kulübün borcu hayvani düzeyde, stadın ismi çarçur edilecek paraya satılıyor, semt takımıyız, farklıyız falan derken, -eğer kaldıysa- değerlerden bahsederken elde avuçta birşey kalmadı diyebiliriz. Biz de herkesleştik büyük hızla, taraftar profili de çaktırmadan değişirken olan haftasonunu iple çeken, gazete-dergileri kesip maç için konfeti yapan çocukla tek eğlencesi çocuğunu alıp maça gitmek olan yurdum insanına oldu. Birşeyler düzelirken, birşeyler hepten yok olmaya başladı.
Ülkenin ekonomik vaziyeti sonucu doğan çorbacı taraftar anlayışı olmasaydı keşke bağımsız, gerçek duruşu olan, tepkisini koyabilen, ülke çapında örgütlenebilen, hakkını arayabilen, gözü pek, alnı açık taraftarlar, insanlar olabilseydik keşke...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Beleştepe Nostalji


Antalya maçında karşıya baktım Beleştepe yine eskilerdeki gibiydi, kalabalık, durum olarak baktığınızda sonuçta imkansızlıkların doğurduğu bir durum olsa da hala amatör yanımızı sembolize eden bir tarih, kültürümüzün, farklılığın güzel bir parçası. Es kaza yeni stat yapılır diye korkuyorum, en son ihtiyacımız bana kalırsa hele ki bu yönetimin yapacağını taahhüt ettiği güdük, ne idüğü belirsiz stat olacaksa hiç olmasın.
Yarım porsiyonda olsa aydınlığın adı beleştepe, bitmesin...

26 Eylül 2010 Pazar

Yüksek Sadakat - Babamın Evinde

 Katil&maktul albümü yanında grubun ve son yılların en güzel şarkılarından...


bahçede durdum az önce
kapının tam önünde
bunca yıldan sonra babamın evinde
her şey eski yerinde

bana bakmış gülerek duvardaki resminde
anlatıyor kuma harfler çizerek denizin tam önünde
rüzgar var sesinde
sahile koşan bu dalgalar, dörtnala atlar gibi
özgürce yaşa hayatı, süzülen kuşlar gibi
kaybolma, adressiz mektuplar gibi
kaybolma, kumlardaki harfler gibi

ve artık gün solarken
unutulan bu bahçede
anlıyorum resme son kez bakarken
babam benim içimde
rüzgar var sesinde

sahile koşan bu dalgalar, dörtnala atlar gibi
özgürce yaşa hayatı, süzülen kuşlar gibi
kaybolma, adressiz mektuplar gibi
kaybolma, kumlardaki harfler gibi

sahile vuran bu dalgalar
günleri sayar gibi
geç kalma yaşa hayatı
sanki yarın yokmuş gibi
kaybolma, adressiz mektuplar gibi
kaybolma, benim gibi

A Serious Man

"ben ciddi bir adamım."


 Coen biraderler son filmleri Ciddi Bir Adam'da Fargo'da olduğu gibi büyüdükleri bölgeye Minnesota'ya götürüyorlar izleyenleri. Bu sefer daha da derinlere inerek tıpkı büyüdükleri yer gibi epeyce geniş nüfusa sahip bir Yahudi cemaati barındıran banliyölere çocukluklarının geçtiği döneme...
Çocukluklarının geçtiği çevreden ilham alarak çektikleri film Yahudi kültürüne, referanslarına, bu kültüre ait ironik durumlara, ayrıntılara odaklanıyor. Her filmlerinde olduğu gibi bu durum karşımıza birbirinden farklı, fenomen karakterler çıkarıyor, komik durumlara yol açıyor, her ne kadar olaylar trajik bir seyir izlese bile.
Filmdeki karakterler o kadar gerçek ki, başroldeki Larry Gopnik karakteri gibi biraderlerin ailesi de akademisyenmiş efendim, hatta filmdeki karakterlerin  çoğu Coen'lerin çocukluk arkadaşlarının adlarını taşıyor. Önceki filmlerinin aksine ünlü yıldız isimler yerine tanınmayan yüzlere yer vermişler, daha çok da tiyatro kökenli, şahsen güzel olmuş, roller yakışmış filmdeki oyunculara.

Film ortalama sinema izleyicisi için kahır anlamına geliyor, çok ağır işleyen temposu olmayan bir film desek yeridir. Anlattığı şeyler ve filmin sonunun zorlama bir son olmaması ve birşeye doğrudan bağlamadan bitmesi de çoğu kişiyi tatmin etmiyor lakin yönetmenlerin böyle bir kaygısı yok zaten olmamalı. Açık söylemek gerekirse vakit geçtikçe güzelleşen bir film, yönetmenlerin sinemasına alışıksanız bira farklı da gelse sevdiriyo ki önceki filmleri Burn After Reading'den daha çok sevdim bu filmi. Biraderlere, absürd karakterlerine ve başlarına gelen olaylara alışık olmayan, ilgi duymayanların sıkılacağı filmdir ki normal birşey olsa gerek.
Yalnız bu filme hakim olabilmek, çoğu şeyi anlayabilmek için Yahudi kültürünü bilmek şart hakkaten birçok ayrıntıyı, olayı, durumu, göndermeyi anlayamıyosunuz haliyle. Ona rağmen aile kavramını gözler önüne seren, Yahudi kültürüne de eleştiri babında, sorular eve buna cevap arayan profesörün trajedisi, gelenek ile idealizmin çatışması, yine bomba karakterler, Coenvari durumlar, kara mizah, enteresan bir film efendim. Bu adamlar ne çekse izlerim diyenler için özellikle tavsiye edilir ki şahsım adına filmin başındaki kısa hikaye, hahamın anlattığı sonuçsuz diş mevzusu ve Sy Ableman karakteri için bile izlenir.

 
 Hayatın fizik gibi, profesörün koreli öğrencisine matematikten konuştuğu gibi bir teorisi olmaması, belirsizlik durumu, kitaplarda yazdığının aksine yaşanan olayların, başımıza gelenlerin bir nedeninin çoğu zaman olmaması. Karakterlerin falasıyla ciddi insanlar olamaları, yaşadıklarını birşeylere bağlama isteği, iyi giden işlerin birden sarpa sarıp üstüste yaşanan trajikomik hadiseler ve hayat gibi yine kestirilemeyen finaliyle herşeyde neden-sonuç arayan bizlere öğüt niteliğinde sanki film...

Vizyondan kalkmadan koskoca sinema salonunda benim gibi tek başınıza izleme şansınız da varsa daha bir güzel oluyor, makinistle anlaşıp hatta film arası bile vermeden, yandan hışırtılar gelmeden, zırt pırt yanıp sönen cep telefonları olmadan, mis gibi...

Beşiktaş - Antalya

 

Hiç hesapta yokken güzel bir arkadaşımızın kombinesini alıp gittik Antalya maçına. Guti'nin maçı oğlum tam derken baktık ki riske edilmeyecek, oynamayacak haberi geldi. Hakkaten dün maç boyu saklanan, kenarlara kaçan, sorumluluk almayan Tabata yerine Guti olsaydı daha ilk yarıda maç çözülürdü. Günün en şanssızlığı Quaresma'nın pozisyonları ve gol bulamaması oldu ama inatla üzerine gitti, hırsıyla takımı da ateşledi. Keza Ernst olağanüstüydü dün, akıl dolu pasları, bitmek bilmeyen enerjisiyle vazgeçilmez olduğunu gösterdi yine.

Bobo bu takımda yedek kalmaması gerektiğini tekrar kanıtladı, Zapo yine sırıttı ki Veysel'i bile durduramadı çoğu kez.
Yıllar sonra top oynayan, topa hakim olan, sabırlı oynayan, tribüne güven veren bir takım ve idealist bir teknik adam var ki bütün hafta kafamız rahat hayata devam ettiren, huzur veren birşey sanki hayatını bu takıma göre planlayanlar için...

Antalya için de maç boyu vakit geçirme çabaları çok gereksizdi ki takımı ve tribünleri daha da çok hırslandıran birşey bu ne diye inatla yapılır anlamak mümkün değil. Takım olarak rakip korner atarken bile üç adamını hücumda bekleten Antalya'nın hemen hemen hiç pozisyon üretememesi, orta sahada varlık gösterememesinin sonucu gibiydi sanki. Çok sönük bir futbol vardı ki golü de ikram sonucu attılar. Ben daha dişli bir takım bekliyodum açıkçası. Yıllar önce Şairler Parkı dahil heryerde elini kolunu sallayarak gezen Antalyalıların 10-20 kişi gelebilmesi, kendi aralarındaki sorunlar, ekonomik nedenlerin yanında gereksiz hareketlerinin de bir sonucu olsa gerek. İnönüdeki maçta söyleyin kaç para aldınız teahuratı harbiden ayıptı,hataydı bende maçtaydım ama antalyada camların maç öncesi sonrası taşlanması falan gereksizdi, kimsenin yararına olmadı yani.


Açıkçası derbiler ya da büyük maç diye tabir edilen maçlardansa bu tarz maçları daha çok seviyorum. Ağzıyla içmeyen, bağırın hulaynn tipindeki cins tiplerin sayısı epeyce aalıyo bu maçlarda, tribünlerde daha stressiz olduğundan daha iyi oluyo(du).
 Tribün mevzusunda korkmakta fayda var. Bu seneki ateşleyici transferler ve hüuma yönelik futbol olmasaydı tribünden ses gelirmiydi bilmiyorum. Bu sezonu kurtaran bu nedenler ve pek şahane "gücüne güç katmaya geldik" tezahuratı oldu kanaatimce. Dün de çok güzel söylendi ama diğer teahuratlar çok sönük kaldı, zaten topu topu 4-5 tanesi anca söylenmiştir. Skor 1-1 olduktan sonra zaten bağıran sayısı en fazla 30 falandı. Taraftar profili her geçen gün değişip, tabelacı, şova yönelik, cep telefonu ellerde, kendi futbolcusuna en ufak hatada söven, yuhalayan, büyüğüne küçüğüne saygısı olmayan, biraz alkol aldımmı dünyayı kurtaracağını sanan sözüm ona adamlarla dolmuş durumda.

Tribünde Alen Markaryan eksikliği de büyük ölçüde hissediliyor. Harun da fena olmasa da bişeyler için çabalıyor fakat o etkiyi yaratamıyor kesinlikle. Yıllardır süregelen tribünü alma-verme muhabbetleri, çarşının kapanma-tekrar açılma mevzuları, Ferdi cinayeti ve tabi ki herkesin geri dönüşü için günleri saydığı Optik Başkanın vefatı tribünde büyük yaralar açtı.İşin çorbasına bakan insan sayısında epey bir artış var benim gördüğüm, rant için, şekilcilik için, büyük oranda şov için yapılıyor artık tribün. Yine de hala özveriyle hala maçlara gelen, efendiliğini bozmayan, sadece Beşiktaş diyen sessiz çoğunluk da var ortada bunu Karabük deplasmanında da gördük. Zor da olsa umudumuzu koruyoruz geleceğe yönelik, yapacak başka bir şey yok çünkü.