22 Kasım 2013 Cuma

Bizim Büyük Çaresizliğimiz vol.2

ihtiyarlar şöyle der: "neden bir tane! on tane alın!"




bir gün biz de ihtiyarlayacağız Çetin. zembereğimiz boşalacak. içimizde bakılacak, araştırılacak bir şey kalmayacak. biz sadece biz olacağız, "ümitsizce kendimiz" olacağız. hastane binalarına hayranlıkla bakacağız: "buranın kardiyoloji servisi iyiymiş diyorlar." ilaçlarımızı plastik bir margarin kutusuna koyup yanımızda taşıyacağız. şehirde yapamayacağız artık çetin, binalardan ve otomobillerden usanacağız. ankara'dan ayrılacağız. şehrimizden... her şeyi satıp savıp deniz kıyısında bahçeli bir eve yerleşeceğiz. bütün paralı şehirlilerin, sürükleyip getirdikleri maddi güvencelerle birlikte döküldükleri bu hayal-denize, ne yazık ki biz de döküleceğiz. ağaçlarla ilgileneceğiz, bitkilerle ve onlara iyi gelecek şeylerle: ışıklarıyla, su gereksinimleriyle ve böcek ilaçlarıyla... dış dünyanın bilgisiyle meşgul olacağız. ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, balıklara isimleriyle sesleneceğiz. şehirde, doğanın bizi yalnızca bir ceset olarak kabul edeceğini düşünürken, orada, deniz kıyısında doğaya aitmiş gibi hissedeceğiz kendimizi. çıplaklığımızı seveceğiz. en önemli sistemlerin sindirim ve boşaltım sistemleri olduğu konusunda coşkulu bir biçimde hemfikir olacağız ve pekliğe iyi geldiğini bildiğimiz otları kurusun diye ters çevirip sayvanın tavanına asacağız.

sen sormadan söyleyeyim, balık da tutacağız çetin. küçük bir motorla sabahları pata pata balığa çıkacağız. tatile gelen genç, hevesli oltacıların "burada ne balığı çıkar?" sorusuna, birbirimize bakıp, "say, aklına gelen bütün balıkları say, hepsi çıkar," diye yanıt vereceğiz.

kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. geçmişten konuşacağız. bütün yaşadıklarımızı bıkmadan, usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. hırkalarımıza iyice sarınacağız. bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak.

hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. içimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak.

sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.

bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. sen ya da ben (ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, "neden bir tane! on tane alın!" diyeceğiz...

20 Kasım 2013 Çarşamba

The Kings of Summer

Kontrol 1...2...3...


Uzun süren suskunluk akabinde(şifo mehmet her konuşmasında söyler hep söylemek isterim bu sözcüğü) suskunluğa son veren film bu olsun.

The Kings of Summer varlığından çok da haberdar olmadığımız kendine has tarzı, havası, rengi olan filmlerden.
Bazı mecralarda ergen filmi falan diye lafı geçmiş ki bu filme ergen filmi diyen anında taş olur, çok da iyi olur taam mı?

Into the Wild seven kitle bunu da sever, kuşak çatışması fonunda, özgürlük, hafiften aşk ve hınzırlık sosuyla genç arkadaşları buluşşturan olmuş bir film bu.

Her filmde kim oynuyo diye illa isim arayanlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Bab rolündeki abi şahane, genç arkadaşlar keza başarılı, güzellik objesi kızımız biraz bitch rolünde lakin sırf Biaggio adlı fenomen kardeşimiz için izlenebilir ve muazzam görüntü yönetmenliği ki beni tavlayan kısmı bu görüntüler oldu.
Ve tabi ki görüntüler, sıcak renkleri kadar, abartmadan yerinde kullanılan güzel müzikleri filmi tamamlayan unsur olarak kayıtlara geçsin.

Herkeşlere selam olsun, güzel günler...