15 Aralık 2007 Cumartesi

Taxi Driver - Travis Bickle

All the animals come out at night - whores, skunk pussies, buggers, queens, fairies, dopers, junkies, sick, venal. Someday a real rain will come and wash all this scum off the streets. I go all over. I take people to the Bronx, Brooklyn, I take 'em to Harlem. I don't care. Don't make no difference to me. It does to some. Some won't even take spooks. Don't make no difference to me.


Senarist Paul Schrader ve usta yönetmen Martin Scorsese'nin eşsiz çalışması, Travis adlı taksi şöförünün New York sokaklarında hayat ile kozlarını paylaşmasını konu alan otuz küsür yıllık kült film.
Travis'in iç yolculuğuna sürükler bizi yönetmen, sürüden bağımsız kendi iç yalnızlığıyla yüzleştirir.
Bir klasik Vietnam filmi değildir, daha çok ırkçı bir tema vardır. Keza Travis'in Mohawk traşı boşuna değildir, Amerika'nın kızılderilileri silip süpürmesine göndermedir düpedüz...
Filmin sonundaki kan banyosu ve uygulanan şiddet sonrası kahraman gibi algılanması Amerikan toplumunun genel tutumuna da işaret eder aslında.
Sessiz, karanlık akşamlarda filmdeki karanlık atmosferde, Bronx'ta geziyormuşçasına, eşsiz saksafon sesiyle kendinizi kaptırabilirsiniz. Are you talkin to me repliği eşliğinde Robert De Niro'nun muhteşem doğaçlamasıyla, Harvey Keitel'in her zamanki üstün performansıyla ya da ufacık yaştaki Jodie Foster'in verdiği ışıkla her izlediğinizde farklı tadlar alabilirsiniz. Nasıl başucu kitabı oluyosa bu da başucu filmidir bence sinemaseverin, ders gibi filmdir...

İngiliz Futbolundan Kareler

Tim Reder'in kareleriyle İngiltere'de Futbol...

Top toplayıcı çocuk Brentford'da takımının zaferini bekliyor.



Wembley'deki kupa maçında büyük iş yapan Stockport County kupa yerine gözyaşıyla kucaklaşıyor


Birmingham City taraftarları Leyton Orient deplasmanında



çok bildiğimiz kuyruklardan bir kare, Fulham.



Blackpool ve Scunthorpe United, Wembley'deki play-off finali için kapışıyorlar.



Cardiff Millenium Stadında Blackpool play-off finali kovalıyor yine.



Brighton taraftarları.



Darlington



Preston North End'te tünelin sonundaki ışık ve özgürlüğe giriş bileti.



Sunderland taraftarları - Everton maçı..



Burnley taraftarlarının endişeli bekleyişi, maç sonucunda takımı Wembley'den play-off zaferiyle dönecekti.



Cunyır Port Vale taraftarları

14 Aralık 2007 Cuma

Bob Dylan; şarkıcı, şair, fenomen...

Protest müziğin ilahı, Edebiyat çevrelerinin yüzyılın en önemli şairlerinden biri olarak nitelendirdiği, sokaktan gelen, tuvalet kağıtlarına şiirler yazan, gösteriş ve abartıdan uzak, başkasına değil kendisine benzeyen ve işte belki bu yüzden Bob Dylan olan adam...

Fakir bir yahudi ailenin oğlu olarak Minnesota'ya göç etmiş, çocukluğu boyunca piyano, gitar vr armonikayı elinden düşürmemiş, sanat okumak için burslu olarak girdiği Minnesota Üniversitesi'nden 18yaşında atılşmış Bob abimiz.
Üniversiteleri huzurevlerine göre daha fazla kişinin öldüğü yerler olarak tanımlaması da uzun sanat yaşamının ilk kıvılcımlarından biri olsa gerek.
Elinde gitarı soluğu New York'ta aldıktan sonra salaş mekanlarda bulur kendini, kaderini değiştiren olay ise New York Times'da kendisinden övgüyle sözedilmesi olmuş.
22 yaşındayken Blow' in the Wind gibi bir şarkıyı yaparak herkesi şaşırtmış, sürekli ivme kazanan müzik kariyerine start vermiştir.

*
Blow' in the Wind
Nice yol gitmeli ki bir insan / Ona insan denebilsin...
Nice zaman atılmalı ki top mermileri / Sonsuza dek yasaklanabilsin...
Kaç kulağı olmalı ki insanın / Ağlayanları duyabilsin
Ve kaç insan ölmeli ki / Artık bu kadar fazla denebilsin...
Kaç kez başını çevirebilir insan / Görmezlikten gelmek için
Yanıt esen yeldedir dostum / esen yeldedir...
*
Şöhret onun için bir şey ifade etmemiştir, kendisinin yanına gelip imza almaya çalışan hayranlarına "buna ihtiyacın yok, gerçekten" diyerek geri çevirmektedir.
İzbe otel odaları. siyah ceketi, hayatına zamanı gelince girip hayatından çıkan kadınlar...
1966 yılında ortadan kaybolur ve haliyle bir dolu söylenti berbarinde gelir ki yıllar sonra ortaya çıkıp daha az gündeme gelmeyi tercih etmesine kadar. Knock'n On Heaven's Door şarkısı ilaç gibi gelir, 1975'te müzik listelerinde yine en başta gelir.
inişli çıkışlı süregelen yılların ardından -tabi bir kitap denemesi ve film denemesi de yapmıştır- son sıçramayı 2001'de kaydettiği Love and Theft albümüyle Grammy alarak yaptı sanılırken, Modern Times albümüyle taş gibi dönüş yaptı Bob Dylan ve söylediği gibi en güzel yerinde bitirdi belki de kariyerini...
Jon Bon Jovi'nin de tanrı olarak nitelendirdiği, Amerikanın müzik ilahı olmasına rağmen kendi bildiği gibi yaşamaya devam ediyor.
Hakkında sayısız kitaplar yazılan, hatta 2005'te Martin Scorsese tarafından yönetilen bir belgesel de mevcuttur.



ve Dylan babanın en güzel eserlerinden, defalarca dinlenesi 'One More Cup of Coffee'...
Şarkıda dikkat edildiğinde nakarat kısmında bayan vokalin yanlış söylemesine rağmen o kayıt silinmemiş bu doğal haliyle verilmiştir insanlara, şahanedir;

Billy Wilder

Billy Wilder 1906 doğumlu, 21 kez oscar adayı olup bunların 7'sini kucaklamış senarist, yapımcı, yönetmen...

Amerikan sinema sektöründe efsane filmlerin altında imzasını görebilirsiniz.

Mesela meşhur Marilyn Monroe'nin eteklerini uçuşturduğu, ikon haline geldiği film olan 'The Seven Year Itch', Sabrina, bizde de aynısı çevrilen (Sadri Alışık ve İzzet Günay'ın oynadıkları) komedi başyapıtı 'Some Like It Hot', oscar ödüllerini silip süpüren harika film The Apartment, yeni dönem sinemaya bırakılmış bir köşe taşı olan 'Sunset Blvd.' ve nicesi...


* * *

Eskiden filmler sadece film yapmak isteyen kişilerce çekilirdi, çünkü bu insanlar yaptıkları işi severlerdi. Hatta o eski ve değerli stüdyo kodamanlarından nefret etmeyi bile severdik. Bugün onları özlüyoruz, çünkü sinemaları kontrol eden insanlar her yıl daha da iğrençleşiyor. Şimdi de “yarının insanları” çıktı.

Bu insanlar kravat, film ya da prezervatif de satıyor olabilirlerdi; onlar için hepsi aynı şey. Hollywood artık film çevirmekle ilgilenmiyor. Para kazanmakla, daha çok para kazanmakla ilgileniyor. Her şey satışla ilişkilendirilir hale geldi. Satıcı ya da dilenci olmaya mecbur kalıyoruz. Teneke bardakla dilencilik yapmakta hiç bir zaman iyi olmadım. Ben, filmin kendisinin filmin pazarlamasından, fragmanından daha önemli olduğu dönemlerde filmler çevirdim.

Herkes kendisinin bir “karakter” olduğunu zannediyor. “Ben bir karakterim” diye yazan tişört giymiş birini görmüştüm. Bu tişört büyük ihtimalle Tayvan’daki bir üretim hattında imal edilmişti.

Benim de filmlerimin satılması için soytarılık etmem gerekiyor; çünkü benden beklenen bu.

Billy Wilder

13 Aralık 2007 Perşembe

25 Adımda Film Klişeleri

Özellikle Hollywood yapımlarında ezelden beri gözümüze batan, fotoğraftaki gibi saç baş yolduran artık alışıp bizim için de sıradanlaşan acayip durumlar mevcut fazlasıyla.
(foto'daki John Cusack'tir bu işle bir ilgisi olmadığı gibi candır, severiz-sayarız kendisini)

-ilk akla gelen bizde de çok örneği olan filmdeki birinin elini kaldırır kaldırmaz taksi bulabilmesi, taksiye verilen paranın hep tam olması, filmlerde para üstü alınmadan kaptan şöförlere hibe edilmesi gibi...
-Yine macera filmlerinde ekşın doruktayken kahramanın 'macgyver' misali her türlü bombadan, kurşundan kaçabilmesi-ki bu konuda Prison Break 2.sezonu da işin bokunu çıkarmıştır, mümkün mertebe hapiste kalsın bizim elemanlar mümkünse.
-ve yine son dönem amerikan yapımlarında-Krallık'ta olduğu gibi- harika bir macera filmi kisvesi altında Amerikan milliyetçiliğinin dibine vurma, reelde olduğu gibi filmlerde de özellikle o çirkin! arap ülkelerine barış ve adalet götürme, o ülkeleri olabildiğince aşağılayıp kahramanlarımızın ortalığın canına okuyup mutlu sonla biten hele 11 Eylül sonrası mantar gibi türeyen onlarca saçmalık.

bir ton var böyle, aklına gelen olursa burdan yazsın paylaşalım, anaa doğru yaa diyelim, kıkır kıkır gülelim ister deli gönül...

* * *
1. Gitmek istediğiniz binanın karşısında veya önünde kolaylıkla park edecek bir yer bulabilirsiniz
2. Taksiye para verirken, cüzdanınıza bakmayın rasgele elinize bir miktar para alın kesinle doğru miktarda para vermiş olacaksınız.
3.Televizyon veya radyo haberleri doğrudan sizinle alakalı, sizi de etkileyecek bir haberdir
4.Her kapıyı bir kredi kartıyla veya ataçla açabilirsiniz. Ancak bu içerde çocuk bulunan yanan bir binanın kapısıysa işler değişir:)
5.Eğer birden sokakta içinizden dans etmek geldiyse, herkes önceden o kareografiyi çalışmış gibi size katılır.
6.Bütün bombaların üstünde, kocaman kırmızı rakamlar olan elektronik bir ekranla beraber gelir. Böylece ne zaman patlayacağını bilebilirsiniz.
7.Eiffel kulesi Paris’te her binadan her pencereden görülebilir.
8.Her polis memuru emekliliğine bir kaç gün kala hayatında hiç olmadığı kadar ölüme yaklaşır.Hele ki ailesi onun için bir parti düzenliyorsa:D
9.Arabalar asla benzine ihtiyac duymaz, eğer ki biryarışa katıldılarsa ortasında bitebilir ama:D
10.Her yalnız kadının bir kedisi vardır.
11.Eğer birden fazla düşmanla çevrilmiş bir kareteciyseniz, düşmanlarınız siz ortada dans ederken teker teker saldırmayı tercih ederler.
12.Bir alman askeriyle konuşmak için almanca bilmenize gerek yok, alman aksanıyla ingilizce konuşsanız o sizi anlar. Hatta nazi kampındaki alman askerleri kendi aralarında ingilizce konuşmayı tercih ederler. Bu uzaylılar içinde geçerlidir.
13.Eğer telsizi kapattıysanız, tam o anda birinin size ihtiyacı olacaktır
14.Arabalar tek kurşunla patlar.
15.Eğer birileri tarafından kovalanıyorsanız, elbet aralarına karışıp kendizi kaybettirebileceğiniz bir festival kalabalığı bulabilirsiniz.
16.Havalandırma sistemleri bir binadaki en iyi saklanma yerleridir. hiç kimse oraya saklandığnızı tahmin edemez ve bütün binayı rajatlıkla dolaşabilirsiniz.
17.Her savaştan sağ salim çıkabilirsiniz taki sizi bekleyen birinin fotoğrfını başkasına göstermedikçe.
18.Bir kişi 20 kişiye ateş açınca onun hepsini öldürebilme ihtimali, 20 kişinin bir kişiyi öldürme ihitmalinden yüksektir.(buna stallone kanunu denir)
19. Işığı kapatıp yatağınıza gideceğinizde, odanız yine de aydınlıktır önünüzü görebilirsiniz.
20.Çirkin bir kız birden bir sinema yıldızına veya okul balosundaki güzellik yarışmasında birinciye dönüşebilir. Tek yapması gerek gözlüklerini çıkarmak ve biraz da saçları dağıtmak.
21.Sadece basit bir kurşunla öldürebilecekken,, megalomanyak kötü insanlar onları ya bir füzeye bağlari ya zehirli bir gaz ile, lazerle veya köpek balıklarının içine atarakdüşmanını öldürmeyi tercih eder.
22.Elektrikli bir testereyi ihtiyacınız olduğu her an bulabilirsiniz.
23.Amerikada her gaz istasyonunda arka cebinde kırmızı bir bez taşıyan bir pompacı olur.
24.Her polis araştırmasında en az bi kere bir gece kulübüne gitmek gerekir.
25.Üflemeli çalgılar hariç herhangi bir müzik enstüramnını parmaklarınızı oynatmadan çalabilirsiniz.

Football on the Beach








12 Aralık 2007 Çarşamba

Aah Güzel İstanbul


Şahsım için gönüllerin oscarını kazanmış, yeri doldurulmaz filmdir Ah Güzel İstanbul, Sadri Alışık oyunculuk dersinin kralını vermiş, gönül telini titretmiştir. Filme yurtdışında da güzel tepkiler gelmiş ödüller de almıştır ama bizde pek bilinmez, böyle filmler gösterilmez nedense.
trt'de çıkar kırk yılda bir gecenin köründe falan yakaladın yakaladın yoksa nanay...

İki İstanbul Hatırası: Atıf Yılmaz ve Sadri Alışık...
Varlıklı aileden kalan sadece sıfırdır seyyar fotoğrafçı Haşmet Bey için,bir gün Ayşe yani Ayla Algan'da çıkagelir, olaylar gelişir...
İstanbul onundur, o da İstanbul'un. Lakin zaman değişecektir, insanlar daöyle aynı şekilde yedi tepeli şehir de...

-Ayşe: "ne yapacağız şimdi"
-Haşmet: " Korkma, yaşıyoruz, iki kişiyiz ve birbirimizi seviyoruz"

Meyhanede başlayan filmin açılış sahnesi; Haşmet Bey, semt sakinleri, sigara, fonda İstanbul ve boğaz...

Ofsayt Osman

Şakayla Karışık - Sadri Alışık
"Hayat da bir futbol oyunu değil mi be? Biz oyuncularıyız işte bu oyunun. Ortadaki top da gururumuz, şerefimiz değil mi?"


Gençliğinde futbol oynayan oğlu Kerem Alışık babası için şöyle diyor: "Şakayla Karşık filmi beni çok etkilemiştir. Onunla beraber ağlaya ağlaya seyrettiğim bir filmdi. Onu kaybettiğimiz gün, eve gidip televizyonu açtığımda, Okan Bayülgen’in “Şu an devam edemeyeceğim, Sadri Abi’yi kaybettik, onun anısına bu filmi veriyoruz,” dediğini hatırlıyorum. O film Şakayla Karşık’tı...


İşte o meşhur mahkeme sahnesinin ciğer söken haliyle Şakayla Karşık filminin hikayesi...
Hayatta dikiş tutturamamış, hor görülmüş, hep ofsayt olmuş Ofsayt osman'ın hikayesi bu.
-Ne iş yaparsın?
-Serseriyim...

Sizler hepiniz hakem olun abiler. Ya bu maç be tıpkı bir maç ama böyle hayat sahasında oynanıyor, oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız... Ben Osman, ofsayt Osman... Söyleyin be, Allah rızası için söyleyin be; gene mi atamadım golü ha! bu da mı gol değil be! adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey, bu da mı gol değil?..

Fazla birşey söylemeye gerek yok mahkeme sahnesindeki Sadri Alışık'ın performansı herşeyi anlatıyor;


Sadri Alışık; Bir İstanbul Beyefendisi

"Kötülük içkide değildir ki, kötülük insandadır. Ama suçu hep içkiye atmışlardır."
(Sadri Alışık, 'Serseri' filminden)


Sigara ve rakının en çok yakıştığı adamlardan biri, sanki semtimizin abisi, kendi şiirinde dediği gibi İstanbul hastası, İstanbul beyefendisi. Çok yönlü bir adamdı rahmetli tiyatro, sinema, resim, müzik. şiir...alayıyla uğraştı özellikle sinemada hakkını fazlasıyla verdi rollerin, turist ömer serisiyle, spakettin diye seslenişiyle, kompüterle muhabbeti, loto sonuçlarını sorması gibi detaylarla kırdı geçirdi ama ben en çok onu hüzünlü rolleriyle sevdim, Ah Güzel İstanbul gibi, Ah Müjgan Ah gibi. O içini çekerek " gözleri dört defa lacivertti müjganın bugün...", "bir gariplik vardı bugun mujgan da.ne bileyim mujgan bugun guzel bile değildi abicim" serzenişleriyle bitirmiştir, tüketmiştir bizleri.


Cem Yılmaz da sıkı hayranıdır abimizin. "hep sadri alışığı izledim onun gibi güldürmek istedim ama asla başaramam" demiştir...
Bir filmindeki replik onu gayet güzel açıklıyor: "Biz içi dışı bir insanlarız; cam gibi. Yüzümüze bakıp ensemizden içimizi görebilirsiniz..."
Ayhan Işık'ı çok severdi keza o da aynı şekilde...Ayhan Işık'ın taklidini yapar eğlenirlermiş, çok sıkı dostluk oluşmuş zamanla gelgelelim 'cingöz recai' Ayhan Işık'ın erken ölümü epey sarsmış onu. Karısı Çolpan İlhan şöyle diyor: "Ayhan'ı çok sevdi. Çok duygusal bir adamdı, herşey çok koyuyordu ona. Geceyarıları, yılbaşı geceleri mezardan alır eve getirirdik. Ayhan'ın ölümü on yılını yedi." ve ekliyor yol arkadışının ölümü hakkında: " Sadri karaciğer naklinden sonra ilaçlar vücut direncini bitirdi, bronşitten öldü esasında. Bir yerde üşüttü, hiç kurtaramadılar. 68 yaşındaydı, çok erken..."

Yeşilçam'ın en eski ve tutarlı karakter oyuncularından biridir Sadri Alışık.Yıllar süren hayat savaşı sırasında,övülerek göklere çıkartılmış,en yakın bildiği dostları tarafından terkedilmiş,mutluluğun sevincini,aldanmanın üzüntüsünü yaşamıştır.Hassas ve içe dönük olan yapısı zaman zaman çok incinmiştir ama her şeye rağmen,oyunculuğunu,kişiliğini herkese kabul ettirmiş ve Türk Halkı tarafından çok sevilmiştir.

Sadri Alışık ile tanışıklığımız turist ömerlerle başlamıştır belki ama az biraz keşfetmeye kalktığınızda gerçek Sadri Alışık buram buram İstanbul kokan, yosun kokan, salaş meyhanelerde karşımıza çıkmıştır.

Hele yeni kaybettiğimiz Atıf Yılmaz`ın yönettiği, Ayla Algan`la birlikte oynadığı 'Ah Güzel istanbul' yokmu...her seyredişimde beni benden almıştır
Filmde belki kendini oynamıştı Sadri Alışık, bir İstanbul Beyefendisi; her ne kadar para pul işlerinde, aşkta çakozlasa da, hayata 1-0 yenik başlasa da gururlu, her sözü filozofik, hayatı elindeki rakı gibi bir yudumda içmiş sanki...
şimdiki "ekşın" dolu filmlerdeki suni kahramanlar gibi kendisini aldatan kadını kurşunla delik deşik etmez Sadri Alışık, "Bu da bana yapılırmı be" diyerek ceketini alıp çıkar.

Türk sinemasının bence iyi işleyemediği maden gibi sınırlı rollerde oynatılarak bir nevi harcanmıştır ama selamıyla, turistiyle, ofsayt osmanıyla, avaresiyle aynen filmlerindeki gibi İstanbul beyefendisidir..bozulan toplumsal değerler içinde buruk olsa da yaşama tutkun modern zaman kahramanıdır bir nevi...

Hayatta ki en sevdiği dostlarından biri olan içki,bir gün ona ihanet edecek ve ölüm döşeğine getirecektir...nur içinde yatsın kimi zaman ağlar, kimi zaman 'Turist Ömer'i izlermiş gibi gülümseriz... Hey yavrum, hey.

Sadri babanın melankolik yanının kaynağı şiirlerinden bir demet;

Biyografi

Paşabahçe’de doğmuşum
Sayı bilmişim sünnet olmuşum
Koynumda pabuçlarım
Uyanık uykular uyumuşum arife geceleri
Kamalı Bekir,Çamur Ahmet bir de Süleyman
Ayak yapıp çift kaleler kurmuşum
Cigaraya başlamış
Tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm
Tepelerde uçurtma
Sokakta şarkı
Karakollarda sabah
Ekmek karnesi çay fişi
İhtilaller görmüşüm
Kah kafa vurmuşum taşlara
Kah can evimden vurulmuş
Hanümanlar yıkmışım
Üçüncü Selim,Mustafa çavuş ve Baküs
Erik narı çiçek açmış şarkılar
Yitik baharlarımda gönlümün
Ve kıpkırmızı bir granada akşamı
İspanya'ya şatolar kurmuşum
Oklar üşüştürüp gemiler batırmışım Karadeniz'de
Sancaktepe Hadımköy'de nöbetlere kalkmışım
Daracık daracık sokaklara girmişim
Ya dostlar tutup sofralar vermişim
Ya ev bark kurup anasını satmışım
Avarelik mavarelik etmişim
En sonunda
Oyuncu olmuşum olabildiğimce...

**

İstanbul Hastası

Ben mi
İstanbul romansa eğer
Bir sayfasıyım

Gemi ise
Tek tayfasıyım

Şiir gece
Deniz martı
Şarkı ışık mevsim mehtap
İstanbul hastasıyım

Ben onun
Son sayfasıyım..

**

Vasiyet

Benim mezarım
Deniz kenarında olmalı

Kıyı kıyı yosun bitmeli
Yeller esmeli sular akmalı

Kuşlar değil
Balıklar su içmeli mermer taşımdan
Başımda düşümde hep bir deniz
Düüt düüt şirket vapurları
Yandan çarklı pervanesiz

Benim bütün mirasım
İstanbul olmalı
Kabristanımsa deniz...

Replikas - Seyyah

Hepten derbeder olduk...
Maçın ardından, günün anlam ve önemine hitaben gecenin klibi replikas'tan;

seyyah oldum ben bu alemde
senin aşkından derbeder oldum
diyar diyar gezdim senin uğruna
şişeler devirdim aşkın yoluna
islandım durdum aşk yağmurunda
seni düşünüp durdum yalnız başıma

hiç sensiz olmuyor
sensiz yaşanmıyor...


Taze DvD Filmler, Arşivler, Firmalar...


Ülkemizdeki Dvd film piyasasının şöyle bir kabasını alacak olursak belli başlı firmalar olan Tiglon, Palermo, As Sanat, Saga, Kanal D Home Video gibi firmaların başı çektiğini görüyoruz.

Özellikle bu firmaların en eskileri Tiglon ve Palermo kuşkusuz. Palermo şirketi iflasın eşiğine Esen Film gibi gelip kapatılma aşamasından tekrar dönüş yaptı geçtiğimiz günlerde ki her firma tutunamıyo ne yazıkki. Tiglon ise yıllardır elindeki film hakları ve yabancı ortak çalışmalarıyla piyasanın büyük kısmına hakim durumda ki bu durum çoğu kez onların dvd üretiminde, ekstralarında hatta kutu tasarımlarında özen göstermemeleri gibi sonuçlara neden olup bizleri deli etmekte. Dvd piyasasının son günlerde iyice fiyatların aşağı düşmesi ve rekabet ortamının oluşması en başta Saga(AE Film) ve Kanal D Home Video’nun bu işe girişmesiyle oluştu.

Özellikle Saga firması muhteşem koleksiyonluk işlere imza attı ve piyasadaki en kaliteli firma hiç tartışmasız. Çıkarttıkları setler, arşivlik filmlerden bazılarına bakacak olursak Kieslowski Box Set, Bertolucci Box Set, Hitchcock Box Set,Leon Metal Kutu, Dark City, Se7en Seti, American History X, Truffaut Yönetmen Seti, Fellini Dört Başyapıt Seti, Underground, Pedro Almodovar filmleri, Magnolia, Ingmar Bergman Seti, Wim Wenders Seti, Luc Besson filmleri, Peter Sellers Koleksiyonu, David Lynch filmleri gibi inanılmaz filmleri harika baskılarla çıkardılar ve bombaları patlatmaya devam ediyorlar.

Kanal D Home videonun burada etkisi rekabeti artırıp fiyatların aşağı çekilmesine katkıda bulundu en başta, doğan grubu dvd sektörüne de sağlam para yatırdı, bağımsız filmler serisini çıkardılar mesela The Return, Before the Rain, Jim Jarmusch seti, Tarkovsky filmleri, Zeki Demirkubuz filmleri gibi güzel işler yaptılar fakat çoğu film özensiz, berbat kapak tasarımları yüzünden daha az alıcı buldu.

Velhasıl dvd fiyatları düşmekte çok yeni blue-ray filmler çıkıyo, yeni çıkan dvd’lere bakacak olursak artık yaşamımızın parçası olan çok rağbet gören dizi setleri birbiri ardına çıkıyo,

Tiglon ardı ardına Lost’un 3 sezonunu da çıkardı, Angel dizisi çıktı, Alias yolda, Heroes birkaç güne raflarda, David Lynch’in İkiz Tepeler’i daha önce çıkmıştı, Coupling, The Office, Kung Fu, Grey’s Anatomy, 24 gibi setler çıktı.

Şu an yolda olan saga’nın çıkaracağı filmler;

La Haine, Şarküteri, The Elephant Man, Apocalypse Now Redux, Jacob’s LAdder, The Outsiders’ın yanında tiglon’dan 5 disclik Blade Runner seti, Ratatouille, Transformers, Battlestar Galactica, Truman Show, Michael Haneke Seti, Death Prof, Planet Terror filmleri bu aydan itibaren teker teker çıkmayı bekliyorÖzellikle Saga ve Kanal D Home Video filmlerini bekleyip alın derim ki birkaç aya hepsi indirime giriyo, vcd fiyatına çok güzel arşiv yapabilirsiniz. En azından favori filmleri orijinal almak şart o görüntü ve ses kalitesi için değer bana kalırsa, orta halli bir 5.1 ses sistemi de varsa yeterli zaten tadından yenmez efendim. İyi seyirler olsun, filmler hep mutlu sonla bitmesin dileğimiz=}

11 Aralık 2007 Salı

Arşivcinin Seyir Defteri


Hangi zımbırtıda olursa olsun arşiv yapmak ya da koleksiyona yeltenmek manyaklığa varan, tüketimin uç noktalara ulaşabildiği, kendinizi kaybettiğiniz anormal bir bilinçsizlik hali desek en kibar haliyle yanlış olmaz.

Hele ki teknolojik bir hedeyse bu ki konumuz dvd, teknolojik her mevzuda olduğu gibi bunun da zamanla eskiyip değerini yitireceği zamanla belki de kullanılmaz hala geleceğini bile bile tüm parayı indirim raflarından, eskicilerden, internetten, amazondan, sağdan soldan hiç bitmeyen eksik-gedik parçaları toplayarak ömür tüketmek manyaklıktan başka değildir açıkçası. Bunun farkında olup da önüne geçememk apayrı bir mevzu tabi.

Küçükken Vhs mi beta mı sorusuna her ortamda vhs hakimken bizde dayımların getirdiği alet sayesinde muhalif kanat olarak beta cevabını veriyorduk. Bilumum Kemal Sunal filmklerini hatim ederken araya yeni yeni tanıdığımız tür olan Carpenter ve Wes Anderson ustaların korku filmleri girdi, teknolojinin sapıtmasıyla video dükkanları ve bizim videolar, kasetler yol alırken insanlar haddinden fazla şişirilmiş kaliteden yoksun tam bir balon olan Vcd ile tanıştı ki esas devrim Dvd ile gerçekleşecekti.

Diğer teknolojiler arasındaki fark hiç bu kadar büyük olmamıştı açıkçası, Dvd olayı sildi süpürdü her teknolojideki gibi yeni yeni piyasaya sürülmesiyle uçuk player ve film fiyatlarıyla ancak ah çekmemize yarayan dvd zamanla fiyatları düşürdü makul vaziyete gelene kadar özellikle ülkemizde epey bir zaman geçti.

Son 1-2 yıldır ise bazı firmaların kapanışı, piyasaya yeni giren güzellik ve rekabet katan firmaların da sayesinde büyük ucuzluklar yaşandı ki son dönemde 2-3 ytl gibi fiyata bile dvd satıldı ki vcd’sinden daha ucuz fiyata satıldı bu ürünler.

Amma velakin ülkemizde halen anlayamadığım vcd kalitesizliğini aşamadık gitti. Halen vcd ülkemizde talep görüp fiyat-kalite orantısızlığın kralını sinema severlere yaşatıyor. Tabi ülkedeki alım gücü de malum ama vcd yok olmadan bize gün yüzü yok arkadaş. Firmalar hala büyük çapta vcd satabiliyor hem de 8-9 ytl gibi manyak fiyatlara ki dvd ile neredeyse yakın fiyatlar atık bunlar.

Yurtdışında vaziyet nasıl denecek olursa, dvd konusunda ihtisas yapmış adamlar, hertürlü filmin yönetmenin koleksiyoner, deluxe versiyonu yönetmen kurguları, muhteşem box setler, criterion serileri, figürlü versiyonlar gibi akıl almaz versiyonlarla dvd koleksiyoncularını büyülerken, değişen teknoloji blue-ray ve hd-dvd’yi ön plana çıkarmaya başladı ki blueray satışları epey bir yol katetti, bizde de blueray’ler piyasaya sürülmeye başlandı tabiî ki uçuk player fiyatları ve filmler çok can yakıyo şimdilik. Ama dvd koleksiyoncuları korkmasın şimdilik, vcd-dvd değişimi gibi köklü değişiklik bizde kolay gerçekleşecek gibi değil bir kere dvd öyle hemen knara atılacak bir şey değil vcd gibi, ikincisi biz hala vcd’den vazgeçememişken blueray gibi el yakan bir teknolojiye geçişimiz yılları alacaktır muhakkak.

Dvd firmalarını, piyasanın nabzını, çıkan çıkacak filmleri de diğer başlığa bırakalım…

10 Aralık 2007 Pazartesi

Akira Kurosawa

“İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile başyapıtlar üretebilir; aynı senaryo ile vasat bir yönetmen, ancak sıradan bir film yapabilir. Fakat kötü bir senaryo ile çok iyi bir yönetmen bile iyi bir film yapamaz. Bir sinema özdeyişine göre, yangını ve suyu birlikte geçmelidirler. Gerçek bir film ancak böyle yapılabilir ve güç büyük ölçüde senaryodadır.” Akira Kurosawa

Japon sinema sanatının en büyük ustalarından biri olan Akira Kurosawa, yaşadığı dönem itibariyle 2 büyük dünya savaşına tanıklık etmiştir. Tam da toplumsal bir değişim ve dönüşümün ortasında çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşayan ve bu değişime tanıklık eden usta, Japon toplumu üzerindeki batı etkisiyle yaşanan kültür erozyonu ve kimlik bunalımının etkilerini gözlemlemiştir. Tüm bu yozlaşmalar içinde insanı insan yapan değerlerin zaman, mekân, şartlar ve kişiler değişse bile aynı kalacağını ve değişmeyeceğini en sade haliyle beyazperdeye taşımayı başarmıştır. O dönem Japon toplumunun içinde bulunduğu yenilmişlik hissi, atom bombası felaketiyle birleşince batı kapitalizmine karşı bayrak açmış ve yapımcısı ve yönetmeni olduğu filmlerde kendi tarihlerini ve değerlerini başarıyla yansıtmıştır.


Chievo Verona; Eşekler Uçarsa

Sene 2001. O yıl, hiçbir İtalyan’ın beklemediği bir olay olmuş ve 19-22 yaşlarında oyunculardan kurulu bir “mahalle takımı”, dünyanın en pahalı ligi olarak kabul edilen “Serie A”ya yükselmişti!

Size Chievo’dan bahsediyorum. 1929′da bir pastane sahibi tarafından kurulan ve 1986′ya kadar da küçük bir pastane takımı olarak kalan Chievo Verona’dan…

1986′da İtalyan dördüncü ligi olan C2′ye yükselen bu mahalle takımı, Alberto Malesani adında pek kimsenin tanımadığı bir antrenör ile çalışmaya başlar. Malesani, 2.500 kişinin yaşadığı Chievo kasabasının takımını, “sokaktan toplanan” yetenekli gençlerle “Serie B”ye yani İtalyan İkinci ligine kadar taşır. Sokaktan toplanan gençlerle Chievo Verona takımı, önüne geleni devirmeye başlamıştır.

Verona kentinin bu fakir pastane takımının seyircisi de fazla değildir. Kendi evinde 1.500, deplasmanda ise 500 biletli “tifosi”si vardır. Aynı kentin birinci ligde oynayan zengin ve başarılı temsilcisi takımın maçlarında ise 45.000 kişilik stad tıkabasa dolmaktadır.

Chievo Verona’dan bahsedince, ezeli rakibi Hellas Verona’dan bahsetmemek olmaz. Her iki takım birbirinin antitezi gibidir: Hellas Verona zengin, Chievo Verona ise “alabildiğine” fakirdir. Hellas Verona yaşlı ama fiyatı ucuzlamış şöhretleri kadrosuna katarken, Chievo sokaktan yetenekleri gençleri toparlar. Taraftarlarda ise tam tersi söz konusudur: Gençler Hellas Verona’yı, yaşı 30′u geçenlerse Chievo’yu tutar. Dünyanın ilk taraftar organizasyonlarından biri olan “Brigate Gialloblu” (Sarılacivert tugaylar) bile ortadan bölünmüştür: Aşırı sağcı çoğunluk Hellas’ı tutarken, solcu azınlık Chievo yanlısıdır.

Dördüncü lige bile 57 yıl sonra çıkabilen Chievo Verona, Hellas taraftarları tarafından yıllarca çeşitli fıkralara konu edilir. Esprilerin en ünlüsü şudur: “Eşekler uçmaya başladığında ancak, Verona Chievo birinci lige çıkar!”

Peki, sonunda ne mi oldu?
Biliyorsunuz aslında: Eşekler kanatlandı… Hem “mecazi” hem de “gerçek” anlamda!

“Mahalle takımı” Chievo Verona, 2001 sezonunda birinci lige çıktığında takımın formasına “uçan eşek” sembolü konur, taraftarlarının adı ise “Mussi Volanti” yani “Uçan Eşekler”e çıkar! Tüm sezon boyunca deplasmanlarda tribünde kanatlı bir eşek heykeli dolaştırılır :)…

Uçan Eşekler, 2001-2002 adımını attıkları “Serie A”da efsanevi antrenörleri Luigi Del Neri ile önlerine geleni devirmeye devam ettiler, 26 hafta boyunca liderlik koltuğunu kimseye kaptırmayan Chievo Verona, prese dayanan ve göze hoş gelen futbolu ile tüm dünyadan kendine taraftar topladı. Gün geldi, fanatikliğiyle tanınan Milan taraftarları bile sahadaki kendi takımlarını bırakıp, canını dişine takarak oynayan rakip Chievo’yu desteklediler.

O gündür bu gündür Serie A’da Milan, Fiorentina, Juventus gibi devleri sık sık deviren Chievo Verona, milyon dolarlar olmadan da futbol oynanabileceğini dünyaya ispatlamaya devam ediyor.

Chievo bir sembol. Geçen yıl Brezilya’nın en fakir bölgelerinden biri olan Alto de Mateus’da evsiz ve yoksul gençler için bir futbol okulu ve “Chievo Brasil” takımını kuran “Uçan Eşekler”, 10 yıl sonra dünyanın en pahalı ligi olan Serie A’yı kazanmanın planlarını yapıyor. Üstelik milyon dolarlar saçarak değil, “sokak futbolu”ndan yeni Pele’ler çıkararak…

Chievo Verona’nın formasında hâlâ o ilk “pastane”nin yani Paluani’nin reklamı var. Paluani mi? Onlar artık İtalya’nın önemli ekmek üreticilerinden biri…

kaynak: Ali Işıngör

*Chievo geçtiğimiz yıl Serie A'ya veda etmişti, şu an Serie B'de üçüncü sırada geri dönüşü beklerken, hellas verona'da Serie C'de son sıralarda şu anki vaziyet bu şekilde yani.

9 Aralık 2007 Pazar

Ciao Gabriele

Hadise gerçekleşeli epey bir olsa da zamanla dünya üzerindeki taraftarların konuya yaklaşımı ve gösterdikleri tepki giderek büyüdü.
Şiddetin asıl kaynağının su yüzüne çıktığı olaydan sonra fotoğrafta da görüldüğü gibi cenaze tam bir tribüncüye yakışır şekilde olmuş...

Robert Rodriguez ve Sin City

Son dönem sinemaseverin afyonu olmuş yönetmenlerden olan Rodriguez'in Chingon grubu ve müzikle olan ilişkisine değinmiştik.
Quentin Tarantino'nun ölümüne kankası olan ve benzer yollardan sinemaya bulaşmış, benzer B tipi filmlerin hastası olan-toplayan, tarzı ve filmleri biraz ayrılsa da aynı telden çalan adam olan Robert Rodriguez sinema dünyasına öyle bir giriş yapmıştır ki hikayesi de kendisi kadar ilginçtir.
Teksaslı bir film hastası olan Rodriguez 23 yaşındayken parasız, pulsuz, ekibi olmadan ilk filmi için hastanede kobay olarak işe girer ve ilk filmi olan Bedhead'e kaynak yaratarak sinema aleminde yerini alır. Ekipsiz, tek başına düşük bütçeli film yapmanın el kitabını çıkaracak kıvama gelmiştir zamanla ki günlüklerini de kitap olarak çıkartarak işin sırrını paylaşmıştır herkesle.
Nice film okuluna taş çıkaran Ekipsiz Asi kitabıyla beyaz perdede anlatacakları olan ve parasızlıktan bıkmış film sevdalıların başucu kitabı olmuştur.


Ardından insanların onu tanımaya başladıkları El Mariachi geldi ki 7000$ gibi abidik gubidik bir rakama filmi bitirir ve Sundance Seyirci Ödülü gibi birçok ödül alarak evine döner yönetmen.
Başarısının ardından film stüdyoları ister istemez destek sağlarlar akabinde de yönetmen, müzisyen, görüntü yönetmeni, yapımcı ve senarist bir adama dönüşen yolculuğun startı verilir.
El Mariachi ile başlayan üçleme Desperado ve Once Upon a Time in Mexico ile tamamlanır. İçinde Tarantino'nun da bulunduğu ortak proje olan Four Rooms'daki Rodriguez bölümü kırıp geçirir, kuşkusuz en iyi işe o imza atmıştır, tabi Tim Roth'un harika performansının da etkisiyle.
Tarantino'nun yazdığı eğlenceli fantastik film From Dusk Till Down, The Faculty, ve ardından Sin City bombası, kankası ile giriştikleri Grindhouse projesi ve Sin City devam filmleri gibi gitgide yükselen bir performans ve o derecede izleyenlere keyif veren filmler sözkonusu filmografisinde.
Günah Şehrine Hoşgeldiniz!..
Sin City hususunda önemle durmak boyun borcu; Frank Miller'in kült eseri, mükemmel çizgi romanı olan Sin City'yi her biri bir çizgi roman karesi gibi birebir çekilmiş, çizgiromana sadık kalarak Frank Miller'in gözetiminde kurgulanıp beyazperdeye uyarlanmış harika bir film çıktı ortaya ki çizgi romanı okuyup filmi izleyince şaşırmamak, etkilenmemek elde değil.
Anti kahramanımız Marv ile mevzuların dibine vururken, bir yandan alımlı hatunlarla kendimizden geçeriz, günah şehrinde ayık olmak gerktiğini de biliriz icabında.
Filmin enteresan karakterleri de vardır tabi dedektif Hartigan ve özellikle Yellow Bastard gibi.
Devam filmleri de yolda Sin City 2 hatta Sin City 3 birisi yapım diğeri casting aşamasında.
Yine sağlam oyuncular var, ilk filmde Mickey rourke Marv ile her zamanki gibi muhteşemdi keza Rosario Dawson ve Jessica Alba göz banyosu yaparken, Benicio Del Toro, Clive Owen ve Michael Madsen karizmanın kralını yapıyorlardı. Devam filmlerinde yine ilk filmdeki bu sağlam oyuncular var ama Johnny Depp, Rachel Weisz gibi isimlerin de katılacağı söyleniyo sabırsızlıkla bekliyoruz.

Sin City'nin başarısındaki, atmosferin yaratılmasında ve çizgiromanın adeta yaşatılmasındaki sonucu aşağıdaki çizgiroman ve filmdeki karelerle görmek mümkün;