2 Nisan 2009 Perşembe

Placebo @ İstanbul

Daha evvel 3 kez Türkiye'ye gelen Placebo, 5 Haziran itibariyle yeni albüm çıkışının ardından start verecekleri konserlere 23 Haziran'da İstanbul ile devam edecek. Şu anki indirimli fiyatlar ki en ucuzu ayakta 70, Sahne önü 160 olmakla birlikte el yakıyor. Abidik gubidik konserlere bile dünya para isterlerken bu fiyatlar tabi dünya çapındaki bir grup için normal karşılanıyor.
Molko ve arkadaşları 98'de büyük patlamayı Without You I'm Nothing ile yaptılar, kitlelere ulaştılar.

Grubun hikayesini bilmeyenler için; İsmini bir tıp teriminden alan ve ilaç niyetine verilen ama hiçbir fonksiyonu olmayan madde anlamına gelen Placebo, iki eski okul arkadaşının Londra Metrosu’nda karşılaşmalarıyla kuruldu.
Placebo ile tanışmak isteyenlere One More With Feeling adlı 96-2004 arası Single şarkılardan oluşan albümleri ilaç gibi gelecektir.

Çok sayıda güzel parçaları mevcut, English Summer Rain, Sleeping With Ghosts, The Bitter End, Plasticine, Special Needs, Protège Moi, Every You Every Me, Without You I'm Nothing bir çırpıda akla gelen güzel şarkıları...

Monica Bellucci'nin şahaneliyle arz-ı endam ettiği, akıllara kazınan sahneleriyle ve kamera hareketleriyle olay yaratan Irreversible / Dönüş Yok filminin yönetmeni Gaspar Noe'nin de yine kendine has üslubuyla çektiği Placebo şarkısı Protège Moi klibini de izlemeyenlere tavsiye edelim diyeceğim ama nerdeyse porno film kıvamında Noe yapımı olmuş, o yüzden grubun Paris konserinden oluşan, ülkemizde de Dvd'si bulunan Live in Paris/Soulmates Never Die versiyonunu tavsiye edelim. Bu konser kaydında ayrıca bonus olarak Pixies grubunun solistinin de sahneye çıkıp birlikte seslendirdikleri enfes şarkı Where is my mind da cabası...

Placebo - Special Needs


Meds

Protesto





g-20'ler Nato'lar sözkonusu olur da protesto olmaz mı muhterem;
Boyna toplanıp toplanıp ehemmiyeti yüksek kritik konularda bir türlü uzlaşamayan politikacı kisvesi altındaki şahıslar bu tarz toplantıları sanki sosyalleşelim, muhabbetin dibine vuralım havasındalar. Geçtiğimiz günlerde de haftalarca göstere göstere öldürülen Filistinlilere gıkını çıkarmayan bu medeni! topluluk üyeleri toplanıp ne kadar bağış yaptıklarını ilan ettiler dünyaya.
Yaşasın Dünya Barışı! HEm güvenlik açısından lider ülke olup hem de en çok silah satan ülkeler, hem gittikleri her yere barış ve huzur götürüyorlar ya allah razı olsun diyesi geliyor insanın...

Bu arada bu g-8 ki en paralı güçlü devletlerin oluşturduğu, kapitalizmin sözcülerinin bulunduğu toplantılardaki protestolar meşhurdur.
Bu vesileyle bir film de önerelim. The Girl in the Cafe...

Haddinden fazla asosyal bir bürokrat cafede bir hatunla tanışır, dünyası değişir. g-8 için giderken hatun kişiyi de yanında götürür, protestoların gölgesinde bildik konuşmaların yanında, politikacılara dokunduran fonda başroldeki Bill Nighy'nin mükemmel performansının etkisiyle garip bir adamın cafedeki kızla aşkı da işlenir. Alternatif film arayanlara, soluk almak isteyenlere duyurulur...

Mourinho ve Ecel Terleri

Çalıştırdığı takım dışındaki kesimler tarafından pek sevilmeyen hatta nefret edilen bir adam Mourinho. Basın mensupları ve diğer takım coachları hakkında da sık sık ağır beyanatlar vermeyhi ihmal etmez. Her daim sinirli, asabi bir profil çizer beyefendi.
Ecel terleri hususunda Mourinho Milano'da yayın yapan bir televizyon kanalındaki şov programına katıldı. Hatun kişilere bakmayacam diye kasılmaktan kaskatı kesilmiş, zaman zaman sinir krizine girmiş bazen de düşünceli düşünceli hiçbir şey yokmuş gibi bakışlar atmış, gerçekten komik bir program olmuş gibi.
Portekizli teknik adam, dansçı kızların şovları karşısında soğuk terler döktü. Daha önce İngiltere Milli Takımı Teknik Direktörü Fabio Capello'nun katılıp zor anlar yaşadığı 'Chiambretti Night'a konuk olan Jose Mourinho, sunucu Piero Chiambretti'nin el öpme şakasıyla başladığı programda özellikle Danah Matthews'in dans şovu sırasında zor anlar yaşadı. Dansçının çevresinde döndüğü anlarda kızaran ve yüzünü eliyle hafifçe kapatan Mourinho, gözünü hiç yerden kaldırmadı.



31 Mart 2009 Salı

Stanley Kubrick's Lolita

Vladimir Nabokov'un meşhur romanından 62 yılında büyük usta Kubrick tarafından uyarlanan, her Kubrick filmi gibi mükemmel filmdir.
Filmde hasta derecesinde sevdğim Peter Seller'in rol aldığını ve yine manyak tiplemeleriyle filmi güzelleştirdiğini söylememek olmaz. Diğer oyuncularda bir o kadar başarılıdır ki Lolita haze'i oynayan Sue Lyon biçilmi kaftan, Humbert rolünde James Mason, Charlotte Haze rolünde ShelleyWinters, Peter Sellers ile birlikte filmi alıp götüren isimler. Lolita daha sonra beyazperdeye tekrar uyarlansa da Kubrick versiyonunun yanına yaklaşamaz. İnsanların zaafları, acınası durumları, hastalık derecesindeki takıntılarının ne boyutlara varabileceği adına şahane bir film.
Aşağıdaki replik de kimilerine tanıdık gelebilir. Lolita'da geçen bu can alıcı replik yıllar sonra pek sevdiğimiz İspanyol yapımı Los Lunes Al Sol/Güneşli Pazartesiler filminde aynı şekilde kullanıldı. Yanılmıyosam filmde bizi acılara sürükleyen Amador dillendirmişti;


charlotte haze: -do you believe in god?
humbert: -the question is, does god believe in me?