Ülke genelinde yakın zamanda Türkiye Malezya olur mu gibi gudik tartışmalar yapılmıştı, Terim'in benzetmesi de ona benzemiş...
Geçtiğimiz hafta Fatih Terim'İn basın toplantısında Türkiye mevcut potansiyeliyle Brezilya olabilir tadında bir açıklama yapmıştı, çok yankı bulmasa da bazı çevrelerce konuşuldu tartışıldı.
Bu kadar büyük potansiyel var madem elinde nasıl kullandın, naptın demezler mi adama.
Yıllardır kanat oyuncusu ve ön libero yetiştirememişsin, diğer sporlarda olduğu gibi kolaya kaçıp devşirme sporcu yoluna gitmişsin. Herşeye rağmen birde bu milli takımı kurtaran bence Almanyada yetişmiş gurbetçi sporcuların da varlığıdır, o disiplinle adamların yetiştirdiği topçuları alma şansın var ki onları bile elinden kaçırıyorsun.
Bu kadar büyük ekonomisi olan bir endüstri olan futbolda hala okullarda yönlendirmeyle sporcu kazandırmaya dair çalışmalar yok. Spor Akademileri hele profesyonel spor yapanlar için okumak imkansız, devam zorunluluğu var-dersler zor falan filan. Hem spor yapıp hem okumak ise liseden başlayarak, öss illeti nedeniyle de çok zor....
Terim'in sarfettiği sözler üzerine futbola dair kelam edenlerden bazı yorumlar şu şekilde;
Türkiye Brezilya mı olur Kosta Rika mı?
Terim’in “Türkiye yeni Brezilya olabilir” açıklaması farklı yankılar buldu: “Aurelio’nun yerine oynayacak futbolcu bulamayan bir ülke nasıl Brezilya olur?” “Türkiye Peru, Şili, Kosta Rika olabilir ama Brezilya...”
LEVENT BIÇAKÇI: PAZAR FARKINA BAKMAK YETERLİ
“Şu anki sistemle Brezilya olmamız mümkün değil. En başta spor algılarımız çok değişik Brezilya ile. Bizim futbola bakışımızla Brezilyalıların futbola bakışı çok farklı. Onlar çok genç yaşta futbola atılıyorlar ve çok genç yaşta pazar buluyorlar. Bizde ise genç futbolcularımızın böyle bir pazarları yok. Alt yapıda yetişen oyuncular takımlarında oynayamazlar, kendilerini geliştirme imkanı bulamazlar ve dolayısıyla bir pazar oluşturamıyorlar.
Bizim en iyi oyuncularımız yurtdışında oynayabiliyor, Nihat, Tuncay, Hamit... Brezilya’dan her yıl gencecik oyuncular Avrupa’nın en üst düzey liglerinde forma şansı buluyor ve dünya çapında birer yıldıza dönüşüyor. 70 milyonluk Türkiye’de şu an 200 bin kişi futbol oynuyor, bu sayıyı en azından 1 milyona, daha sonra 2 milyona çıkarmamız gerekiyor ki futbolcu ihraç edebilelim. 200 milyonluk Brezilya’da kaç kişi futbol oynuyor, bir düşünün.”
MEHMET DEMİRKOL: ALMANYA’YI ÖRNEK ALMALIYIZ
“Terim’in söylediklerini uzun süre önce köşemde yazmıştım. Merhum federasyon başkanı Hasan Doğan’la bu konuyu konuşma şansı bulmuştum ve o da aynı fikirdeydi. Türkiye Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip, kalabalık nüfus Avrupa ölçeğinde fakir de aynı zamanda. Ve Brezilya gibi gençler için futbol bir umut. Doğru altyapı ile her ligde 50-60 Türkiye’de yetişmiş Türk oyuncu var olabilir. Eğer Almanya 3 milyonluk Türk nüfusundan bu kadar fazla futbolcu çıkarabiliyorsa biz de 70 milyondan da doğru altyapı ile Brezilya’nın Avrupa’ya gönderdiği futbolcu kadar genç çıkarmak mümkündür. Zaten UEFA size size neyin nasıl yapacağınızı gösteriyor ama önce öğretmen veya antrenör yetiştirmeniz gerekir sonuca ulaşmak için.”
CEM DİZDAR: MAHİR AYAKLARLA BENZEYEMEYİZ
“Eldeki kurumsallaşmayla Brezilya olmamız imkansız. Barış Özbek olayı var gündemde. Bu meselelerle herhalde batıda teknik direktörler veya yardımcı antrenörler ilgilenmez, başka birimler veya organizasyonlar bu tür sorunları çözer.
Türkiye’de teknik oyuncular vardır, ayağına mahir oyuncular vardır diyebiliriz ancak bu tür oyuncuların öğrenme kapasitelerini ölçecek bir birim var mı? Bu metotlara sahip miyiz? Ümit milli oyuncular önce büyük takımlar tarafından kapışılır, sonra diğer takımlara dağılırlar ve harcanırlar. Milli takım kurarken Aurelio’nun yerine orta sahada oynayacak adam bulamıyorsak, sınırlı sayıda sağ bek ve sol bek çıkarabiliyorsak, ciddi bir kaleci sorunumuz varsa, her kaleci akıl almaz hatalar yapıyorsa... Bu sistemle ve verilerle Brezilya olmamız mümkün mü?
Ayrıca bizim ülkemizde herhangi bir takımda psikologlar veya uzmanlar olduğunu bilmiyoruz. Arda yere yığılıp kalıyor, ruhsal sorunları olduğu ortaya çıkıyor. İngiltere’de veya Almanya’da bu işin bilimsel uzmanları kulüpler ya da takımlarda görev alırlar, oyunculara destek verirler. Türkiye’de Arda profesyonel bir yardım alma imkanına sahip değil.
Türkiye, Peru, Şili veya Kosta Rika olabilir ama Brezilya olamaz. Brezilya’nın futbol iklimi veya mantalitesine sahip değiliz.”
HAKAN ÜNSAL: ÜST TARAF REZİL, ALTTAN NE BEKLİYORUZ?
“Brezilya’da futbol bir hayat... Biz sadece futbolu izlemeyi seviyoruz, futbol orada bir yaşam biçimi. Brezilya’da aileler en çok çocuklarının futbolcu olmasını isterler, ki ülkede çocuklar sabahtan akşama kadar futbol oynuyor. Bizim yaşam biçimimiz böyle değil.
Bizim ülkemizde altyapıdan üst düzey yetenekli oyuncumuz yetişmiyor. Şöyle düşünelim, Brezilya’dan her yıl kaç tane yıldız çıkıyor? Sadece Brezilya da değil, Arjantin’den sürekli çok yetenekli oyuncular dünya gündemine damga vuruyor. Türkiye’de son on yılda çıkan yetenekli oyuncularımıza bakalım, bir ya da iki tanedir. Arjantin’e veya Brezilya’ya bakıyorsunuz Robinho, Messi veya başka isimler, saymakla bitmez.
Biz en önemlisi altyapı veya mental olarak buna hazır değiliz. Aşağıdan gelen özel yetenekler kendilerine A takımlarda yer bulamaz, üst düzey futbol oynayan gençler ancak kendi çabalarıyla bir yere gelebilir Türkiye’de çünkü sürekli önünde engel çıkarırlar. Normal yetenekli oyunculara da zaten sistem izin vermez.
Brezilya olmamız sosyal-kültürel yaşamla da ilgilidir. Bizde 16 yaşındaki çocuk biraz iyi oynamaya başlarsa basın hemen üzerine çullanır, ‘Süper yıldız’, ‘Müthiş oyuncu’ diye lanse edilir. Bunda basının da suçu yoktur, çünkü başka malzeme yok ellerinde. Böylece çocuğa en büyük kötülük yapılır, olmayan payeler veriyoruz. Türkiye’de nice genç isim vardır, bu şekilde parlatılıp sonra unutulan.
Bir diğer fark, bizde 16-17 yaşındaki futbolcular Brezilya’daki iyi bir oyuncunun aldığı parayı kazanabilir. Çünkü Güney Amerika’dakiler ekonomik olarak zor durumda ve kurtuluşu ancak futbolcu olarak bulabiliyorlar.
En önemlisi de bizim Süper Lig’imize bakalım... Üst taraf rezil, altyapıdan ne bekliyoruz ki?”
MERT AYDIN: BİZDE FUTBOL DEĞİL FANATİZM YAŞAM BİÇİMİ
“Fatih Terim’le Türkiye’deki futbolseverlerin ‘Brezilya olma’ algılayışı arasında fark var. Terim’in kastettiği tıpkı Brezilya tarzı futbol oynayarak, göze hoş gelen futbol ortaya koymak ve Avrupa’da fark yaratmak.
Ancak Brezilya’da futbol bir yaşam biçimi Türkiye’de ise fanatizm bir yaşam biçimi. Türkiye’de futbola olan ilgi yapay ve tutulan takımın başarısına endeksli. Brezilya’da ise bireylerin hepsi hem futbol oynamaktan hem de futbol izlemekten sonsuz zevk alıyor. Onlar kadar yetenekli oyuncu çıkarsak da Brezilya gibi olmamız bu yüzden mümkün değil.”
BANU YELKOVAN: ‘İYİ DENEMEYDİ’ DİYECEK HOCA YOK
“Federasyondaki Ar-Ge departmanında yapılan çalışmalar futbolu daha alt kademelere indirmeyi amaçlıyor. Ta Gündüz Tekin Onay döneminden başlayan hamleler devam ediyor. Ampute milli takımlarının elde ettiği başarılar, diğer amatör branşlardaki çalışmalar bu anlayışın sonucu. Beylerbeyi’ne Fatih Terim’den önce gitmiş olanlar ve Terim’den sonra gitmiş olanlar aradaki farkı anlayacaktır. Yerdeki taşlardan ve bahçedeki bitkilerden tutun çevresindeki her şeyin düzgün olmasını isteyen birisidir Terim, çok detaycı olduğunu düşünüyorum.
Merhum Gündüz Tekin Onay, bir spor okulunun açılışında “Bu ülkede biz yetenekli çocuklara spor yaptıramıyoruz ama bizim hedefimiz yeteneksiz çocuklara da spor yaptırabilmek...” diye konuşmuştu. Bu söz Türkiye’nin tüm gerçeğini özetliyor ve Onay’ın söyledikleri başarıldığında Türkiye Brezilya olur.
Yurtdışında şöyle bir ünümüz var: “Çok yeteneklisiniz ama kaybetmeyi bilmiyorsunuz” Çünkü biz kaybedenin de aynı oranda saygıdeğer olduğunu, ter akıttığını anlayamıyoruz, spor yapmadığımız için kaybedene saygı duymuyoruz. Kaybedene saygı duyduğumuz gün ve yeteneksize de spor yaptırtabildiğimiz gün olumsuz bir dönem kapanacaktır.
Fatih Terim’in kişiliğini sevmeyebiliriz, buna hepimizin hakkı var ancak ortadaki projeleri de yok sayamayız. Milli takımı pazarlık konusu yapmamasını da destekliyorum. Oraya birçok mektup geliyor, mesela ‘Ümit Milli takımda oynamazmış, direkt A Milli takımda oynarmış’. Fatih Terim incelik gösterip bu tür şeyleri açıklamıyor ancak milli takımın pazarlık konusu yapılamayacağını düşünemiyorum.
Altyapılarda dikkat çekici bir başka nokta da şu: Yabancı koçlar çocuk bir hareketi yapamadığında ‘iyi denemeydi’ der, bizde aynı durumda hoca küfreder veya hakaret eder çocuğa. Bu tabloda kimse bizim çocuklardan başarı bekleyebilir mi?”
"herkesin inandığı bir şey var bu .mına kodugumun hayatında, benimki de sensin..."
20 Aralık 2008 Cumartesi
18 Aralık 2008 Perşembe
Son İzlenenler, Falanlar Filanlar
Bir iki hafta boş vakit buldummu yumulduk filmlere günde en kötü 2-3 filmle bazı bazı açılan arayı kapattık, yeri geldi beynimizi zonklattık...
Son günlerde bazı izlenen filmlerden kısa kısa bir özet babında konuşacak olursak;
Ivan's Childhood
7.Sanatın büyük ustası Tarkovski'nin ilk uzun metraj filmi Ivan'ın çocukluğu. Savaşın gölgesinde büyüyen, ailesini savaşa teslim etmiş bir çocuğun hikayesi. Aynı zamanda öyle büyük prodüksyonlarınki gibi bol patlamalı, efektli falan değil anlatılabilcek en duru halde savaşın anlamsızlığına dair söylenmesi gerekenleri söylüyor. Daha açılış sahnesiyle bile kalitesini belli eden, güzel bir film.
Stalker
Yine Tarkovski'den bu kez aşmış, zihin açıcı ya da gebertici bir yumruk Stalker. İz sürücüler, ideal yaşam alanlarına umutla yapılan yolculuklar, yolculuk esnasında sinema tarihine kazınan replikler, felsefenin dibine vuraraktan sanatçı-yönetici ve bilimadamını simgeleyen üç karakter etrafında muhteşem karelerle her bünyeye göre olmayan hakkaten acayip bir film. Ülkemizin son dönem gururu Nuri Bilge Ceylan'ın KOza filmi dahil birçok filminde bu filmden izler bulmak mümkün. Hatta tarzıyla, fotoğraf karesini andıran kareleriyle Nuri Bilge Ceylan'ın Tarkovski'den öykündüğü, fazlasıyla etkilendiği bir gerçek ki bunu kendi söyleşilerinde bizzat söylemiştir.
Suspiria
Eskilere yolculuk babında diğer bir film korku sinemasının ustalarından Dario Argento'nun başyapıtı bir korku klasiği Suspiria. Konuyu okuduğumda bale okulu, Amerikadan Almanyaya gelen bir kız falan pek içime sinmese de film ilerledikçe günümüzde korku filmi diye yutturulmaya çalışılan filmlerin hikaye olduğunu bir kez daha görüyoruz. O nasıl bir tasarımdır, atmosferdir, bu nasıl manyak bir film müziğidir ki Goblins adlı grubun yaptığı müzikler tartışmasız sinema tarihinin en iilerinden. Gece izlenirse etkisi katlanacak, ışık kullanımıyla, kırmızı rengin fonda bolca görünmesiyle, müzikleri ve oyunculuklarıyla gerçek bir korku filmi bir fenomen denebilir.
Filmin sloganı da şu şekilde; "bu filmin son 12 dakikasından daha korkunç bir şey varsa; o da ilk 92 dakikasıdır!"
Traffic
Uzun zaman direnip yeni izleyebildiğim 4 oscar ödüllü Steven Soderbergh filmi.
Oyuncu kadrosu çok başarılı Michael Douglas, C.Zeta-Jones, Don Cheadle, Dennis Quaid ve her filmde hayran bırakan ve bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı oyuncu oscarını kucaklayan Benicio Del Toro ki bu filmi o ve Don Cheadle kotarmış kesinlikle.
Tam 142 dakika boyunca farklı karakterler ve olaylar etrafında dolanna, Meksika-Amerika uyuşturucu mevzusu üzerine kurulmuş, biraz karışık görünse de filmin sonunda çözülen kurgusuyla çok da zor olmayan, ağır işleyen ve bu nedenle ortalama sinema izleyicisinin çabuk sıkılabileceği bir yapıda ama güzel bir film, ne daha az ne de daha fazla.
Michael Clayton
Tony Gilroy'un yönetmenliğini yaptığı, oscar adaylıklarıyla ve konusuyla geçtiğimiz yıl epey konuşulan filmlerden biriydi bizdeki ismiyle Avukat.
Başrolde pek haz etmesem de Syriana'dan beri izlenebilir bulduğum George Clooney yine ona benzer gergin atmosferin altından kalkmış. Oyuncu performansı babında en çok konuşulması gereken filmin en heyecanlı anlarında dev oyunculuğuyla Tom Wilkinson olağanüstü başarılı. Keza yine itici bir karakterle karşımıza çıkan Tilda Swinton ve Sydney Pollack da gayet izlenebilir kılmışlar filmi. Hukuk firmalarının kızgın savaşı, acımasız firmaların su yüzüne çıktığı keyif veren bir film. Hollywood olarak çok aşırı muhalif söylemler zaten beklemiyoruz ama bu film kadar duyarlı olsunlar yeter dedirten bir film.
Los Amentes Del Circulo Polar
Bizde Kutup Çizgisi Aşıkları olarak gösterilmiş, son yıllarda büyük atılım gerçekleştiren İSpanyol sinemasından muazzam bir film daha. BAştan sona ya da sondan başa anlatılabilecek bir aşk hikayesi...
Madrid'de başlayıp, kutup çizgisinde Finlandiya'da son bulan harika bir aşk filmi, tüm başarılı oyuncuları, enteresan hikayesi, güzel görüntüleri ve kurgusuyla tam bir arşivlik.
Ek olarak Norveçli sinemacı Bent Hamer'in üç filmlik yönetmen setinde bulunan Yumurtalar, Mutfak Hikayeleri ve Güneşli Bir Gün filmleri farklı tarzda filmler ,zlemek, ayrı tad arayanlara tavsiye edilir. Hep soğuk insanlar, yabancılar diye tanıdığımız kuzey insanının en sıcak hal ve durumlarda orjinal filmlerde görmek mümkün.
17 Aralık 2008 Çarşamba
Bir Müzik Arası - Dido
Epey uzunca bir isme sahip olan kısaca Dido diye anılan, 95 yılından itibaren piyasalara ses getirmiş pek bir müstesna İngiliz şarkıcıdır kendisi.
Müziğe girişi de Faithless grubunun simgesi ve yapımcısı Rollo'nun kardeşi olması vasıtasıyla bu grupla çalışmalar yaptıktan sonra nihayet beklenen patlamayı yapar ve 99 yılında 15 milyon satıp rekorlar kıran'No Angel' albümünü çıkartır. İçerisinde Here With Me, Don't Think of Me ve Eminem'in Stan parçasının da etkisiyle büyük ün yapan Thank You adlı parçaların önderliğinde ödüllere doymaz.
2003 yılında ikinci albüm olan Life for Rent de başarının tesadüf olmadığını kanıtlar nitelikte başarı yakalar, hataa birçok parça nedeniyle daha olgun müzik emareleri gösterir.
5 yıl özlemle beklendikten sonra geçtiğimiz günlerde üçüncü albüm olan 'Safe Trip Home' piyasadadır artık, ikinci albümde hissedilen üstüne koymuş hissi yine mevcuttur, pek güzel olmuş-dido'nun teline sağlık dedirtir.
Kısaca bu insanın içini rahatlatan güzel sesli İngiliz ablamızın hikayesi budur, hunter ve ikinci albümü ilk klibi White Flag videoları aşağıda, albümleri ediin,indirin, ısrarla isteyin klişe tabirle...
Wants to be a hunter again
I want to see the world alone again
To take a chance on life again
So let me go... Let me leave ...
Hunter
White Flag
16 Aralık 2008 Salı
Do What I Say - Arsenal
djorou-clichy-adebayor
Arsenal ve Wenger futbolun salt kazanmaktan öte birşey olduğunu kanıtlamaya devam ediyor.
Bergkamp'lı, Tony Adams'lı, Kanu'lu dönemden beri her daim pozitif futboluyla İngiltere'de favorim olan Arsenal güzel futboluna birlikte yılları devirdikleri güzel insan Arsene Wenger ile devam ederken bazılarını öğrendiğimiz çok azını öğrendiğimiz birçok yardım kampanyasına da öncülük ediyor. Aşağıda tanıtım videosu ve kareler var, mevzu kanser ve yapılan hareket çok şık. Umarım bizde onlarca sorunu olan bu milletin sesine kulak verebilen teknik adamlar, robot misali klişe sözlerden çıkabilen, az buçuk kültür sahibi futbolcular ve spor adamlarına birgün şahitlik ederiz, ölsek de gam yemeyiz...
Arsenalli futbolcular ve Arsenal Teknik Direktörü Arsene Wenger, Pazar günü alacakları parayı kanserle mücadele kurumuna bağışlayacaklarını açıkladılar.
İngiltere Premier Ligi'nde beşinci sırada yer alan Arsenal futbol takımı, bir karar alarak önümüzdeki Pazar günü oynayacakları maç sonunda günün tüm gelirini yardım kurumuna bağışlayacaklarını açıkladı.
Önümüzdeki Pazar günü çıkacakları Liverpool karşılaşmasında yevmiyeleri dahil günün bütün gelirini genç kanserlilere yardım derneği olan 'Teenage Cancer Trust' a bağışlayacaklarını açıklayan sporcular, bir gün içinde 300 bin sterlin (yaklaşık 700 bin YTL) toplamayı hedeflediklerini ifade ettiler.
adebayor&gallas
Bir günlük gelirinin tamamını bağışlayarak, sporcuların başlattığı yardım kampanyasına destek vereceğini açıklayan teknik direktör Arsene Wenger, "Birçok olayda kanser hastaları ile bir araya geldik, verdikleri yaşam mücadelesini destekliyor ve bu mücadelede biraz da olsa katkımız olması için önümüzdeki hafta oynayacağımız maçın gelirlerini ve yevmiyelerimizi vakfa bağışlıyoruz" diye konuştu.
Arsenal'in kaptanı Ces Fabregas da, pazar günü maça gelecek olan taraftarlardan kampanyalarına destek vermelerini isteyerek, gerçekleştirdikleri organizasyonun tüm takımlara örnek olmasını istedi.
Arsenal ve Wenger futbolun salt kazanmaktan öte birşey olduğunu kanıtlamaya devam ediyor.
Bergkamp'lı, Tony Adams'lı, Kanu'lu dönemden beri her daim pozitif futboluyla İngiltere'de favorim olan Arsenal güzel futboluna birlikte yılları devirdikleri güzel insan Arsene Wenger ile devam ederken bazılarını öğrendiğimiz çok azını öğrendiğimiz birçok yardım kampanyasına da öncülük ediyor. Aşağıda tanıtım videosu ve kareler var, mevzu kanser ve yapılan hareket çok şık. Umarım bizde onlarca sorunu olan bu milletin sesine kulak verebilen teknik adamlar, robot misali klişe sözlerden çıkabilen, az buçuk kültür sahibi futbolcular ve spor adamlarına birgün şahitlik ederiz, ölsek de gam yemeyiz...
Arsenalli futbolcular ve Arsenal Teknik Direktörü Arsene Wenger, Pazar günü alacakları parayı kanserle mücadele kurumuna bağışlayacaklarını açıkladılar.
İngiltere Premier Ligi'nde beşinci sırada yer alan Arsenal futbol takımı, bir karar alarak önümüzdeki Pazar günü oynayacakları maç sonunda günün tüm gelirini yardım kurumuna bağışlayacaklarını açıkladı.
Önümüzdeki Pazar günü çıkacakları Liverpool karşılaşmasında yevmiyeleri dahil günün bütün gelirini genç kanserlilere yardım derneği olan 'Teenage Cancer Trust' a bağışlayacaklarını açıklayan sporcular, bir gün içinde 300 bin sterlin (yaklaşık 700 bin YTL) toplamayı hedeflediklerini ifade ettiler.
adebayor&gallas
Bir günlük gelirinin tamamını bağışlayarak, sporcuların başlattığı yardım kampanyasına destek vereceğini açıklayan teknik direktör Arsene Wenger, "Birçok olayda kanser hastaları ile bir araya geldik, verdikleri yaşam mücadelesini destekliyor ve bu mücadelede biraz da olsa katkımız olması için önümüzdeki hafta oynayacağımız maçın gelirlerini ve yevmiyelerimizi vakfa bağışlıyoruz" diye konuştu.
Arsenal'in kaptanı Ces Fabregas da, pazar günü maça gelecek olan taraftarlardan kampanyalarına destek vermelerini isteyerek, gerçekleştirdikleri organizasyonun tüm takımlara örnek olmasını istedi.
Bush ve Ayakkabı Sorunsalı
Irak'a veda etmeye geldin ha, al sana veda öpücüğü bağırışıyla birlikte ayakkabılarına davranıp Bush denen zavallı adamı 12den vurmaya çeyrek kala direkten dönen gazeteci Muntazar El Zeydi şimdiden kahraman oldu. Kukla Irak yönetimi ve Kürt yönetimi utanıyoruz, kınıyoruz gibi kendilerinden beklenen utanmazlıkla açıklamalar yaparken yıllardır süre gelen özgürlük götürme vaadiyle ocaklara incir ağacı diken Abd ve Bush yönetimine sonunda tepkiler su yüzüne çıkmaya başladı.
Ayakkabı fırlatmanın bu kadar aşşağılama anlamına geldiğini pek bildiğimiz söylenemez. En son Beşiktaş-Sivasspor maçında Numaralı tribünden bir taraftar ayakkabısını atmış Sivas antrenörü asker Bülent de ayakkabıyı alıp, atan kişiye aynen geri vermişti, bizde işler böyle yürüyor:)
Olay hala sıcaklığını korurken gazeteci gözaltında lakin şimdiden bilgisayar oyunları, mevzuyu ti'ye alan fotoğraflar piyasaya çıktı bile. Hatta türkiyeden iki ayakkabı firması atılan ayakkabı bizim ürünümüz diyerek sahiplendiler bile...
Ayakkabı fırlatmanın bu kadar aşşağılama anlamına geldiğini pek bildiğimiz söylenemez. En son Beşiktaş-Sivasspor maçında Numaralı tribünden bir taraftar ayakkabısını atmış Sivas antrenörü asker Bülent de ayakkabıyı alıp, atan kişiye aynen geri vermişti, bizde işler böyle yürüyor:)
Olay hala sıcaklığını korurken gazeteci gözaltında lakin şimdiden bilgisayar oyunları, mevzuyu ti'ye alan fotoğraflar piyasaya çıktı bile. Hatta türkiyeden iki ayakkabı firması atılan ayakkabı bizim ürünümüz diyerek sahiplendiler bile...
15 Aralık 2008 Pazartesi
İmanımıza Yettin Issız Adam
Film bitti, sahaflar doldu taştı, plaklar ve eski artistler birden bire kıymete bindi; ilerde tekrar unutulmak üzere...
Ya arkadaş neymiş bizdeki bu salya sümük ağlama merakı, eskileri deşme, eski kır arkadaşları aramak için bahane etme, filmin ve içindeki birçok ögenin ki özellikle anlamazdın anlamazdın şarkısıyla insanları kusturmanın son demindeyiz.
Çağan Irmak Babam ve Oğlum ile hiç reklam yapmadan kulaktan kulağa yayılıp büyüyen, ağlamayan kalmayacak sloganıyla epey bir başarı kazandı. Bu filmde de çok fena damardan yakaladı, gafil avladı insanları. Kendisine suç bulmak istemiyorum keza yönetmenin de eski plakları yıllardır topladığını nostalkjisever olduğunu biliyorum.
Lakin film müziklerinin de piyasaya çıkışıyla adım başı her yerde, her televizyon kanalında öhh dedirten bir abartma sözkonusu. Anladık film güzel, etkileyici, filmin sonu yoruma açık o da güzel, müzikler şahane. Müziklerin özellikle annelerimizin dönemine ait oluşu ve birçok unsuruyla o yaş grubunun daha bu filmi tutacağına inanırken yeni yetme kuşak birden sahipleiverdi o yaşamadığı günleri ve ilişkileri, çok yaşamış çok görmüş gibi embesilce davranarak.
Televizyonların aç gözlülüğü ise mide bulandırıcı. Yaşadığı dönemde insanların yüzüne bakmayan, güzel seslerin-gerçek emekçilerin kıymetini bilmeyen bu adamlar bir filmin ardından hepsi kaymağı yeme derdine düşüp insanların eski günleri arayışını, özlemini, nostaljiyi bir güzel kullanmaktalar. Okan Bayülgen dahil birçok televizyoncu rahmetli olmuş Ayla Dikmen'İn ölümünden bile habersiz onu programlarına davet etme girişimlerinde bulunduklarını utanarak itiraf etti ki gitgide sapıtan, kültürünü-benliğini kaybeden, herşeyi en kısa zamanda tüketen a acayip bir toplum haline gelişimizin güzel bir örneği olsa gerek bu yaşananlar.
Bu filmin boku çıkınca da başka bir damar bulup ordan bir iki eski şarkı ve şarkıcıyı bulup orayı eşelenir, bu emektarlar tekrar unutulup yeni yeni macerlara yelken açılır.
Düşündüklerini dile getirmekte zorlanan biri olarak, birşeyler anlatabildikse ne mutlu bana. Sıkılan, bunalan, hani klişe tabirle kalabalıklar içinde yalnız bir adam olarak, tutunacak dal bulamayan kayıpp kuşan generation X mensubu olarak, olayın artık memleketi-dünyayı güzelleştirmek kurtarmak olmadığı, kendini kurtarmanın tabiri caizse 'yırtmanın' bir numaralı gündem olduğu ortamda ne yapacağı şaşırmış eblek eblek bakan, her an intihar edecekmiş gibi bakan, övüne övüne psikolojik tedavisini anlatan, aldığı anti-depresanlarıyla gurur duyan, hiçbir sorunu olmamasına karşın her an küçük emrah bakışı yapmaya ve ağlamaya hazır gelen nesillere ağzı açık anlamsız bakan, eskiye her daim özlem duyan, düşündükçe hani ayva yiyip de boğazına durur ya tam o şekil donup kalan bir insan olarak, no future diyerekten hayırlı traşlar diliyorum...
Ya arkadaş neymiş bizdeki bu salya sümük ağlama merakı, eskileri deşme, eski kır arkadaşları aramak için bahane etme, filmin ve içindeki birçok ögenin ki özellikle anlamazdın anlamazdın şarkısıyla insanları kusturmanın son demindeyiz.
Çağan Irmak Babam ve Oğlum ile hiç reklam yapmadan kulaktan kulağa yayılıp büyüyen, ağlamayan kalmayacak sloganıyla epey bir başarı kazandı. Bu filmde de çok fena damardan yakaladı, gafil avladı insanları. Kendisine suç bulmak istemiyorum keza yönetmenin de eski plakları yıllardır topladığını nostalkjisever olduğunu biliyorum.
Lakin film müziklerinin de piyasaya çıkışıyla adım başı her yerde, her televizyon kanalında öhh dedirten bir abartma sözkonusu. Anladık film güzel, etkileyici, filmin sonu yoruma açık o da güzel, müzikler şahane. Müziklerin özellikle annelerimizin dönemine ait oluşu ve birçok unsuruyla o yaş grubunun daha bu filmi tutacağına inanırken yeni yetme kuşak birden sahipleiverdi o yaşamadığı günleri ve ilişkileri, çok yaşamış çok görmüş gibi embesilce davranarak.
Televizyonların aç gözlülüğü ise mide bulandırıcı. Yaşadığı dönemde insanların yüzüne bakmayan, güzel seslerin-gerçek emekçilerin kıymetini bilmeyen bu adamlar bir filmin ardından hepsi kaymağı yeme derdine düşüp insanların eski günleri arayışını, özlemini, nostaljiyi bir güzel kullanmaktalar. Okan Bayülgen dahil birçok televizyoncu rahmetli olmuş Ayla Dikmen'İn ölümünden bile habersiz onu programlarına davet etme girişimlerinde bulunduklarını utanarak itiraf etti ki gitgide sapıtan, kültürünü-benliğini kaybeden, herşeyi en kısa zamanda tüketen a acayip bir toplum haline gelişimizin güzel bir örneği olsa gerek bu yaşananlar.
Bu filmin boku çıkınca da başka bir damar bulup ordan bir iki eski şarkı ve şarkıcıyı bulup orayı eşelenir, bu emektarlar tekrar unutulup yeni yeni macerlara yelken açılır.
Düşündüklerini dile getirmekte zorlanan biri olarak, birşeyler anlatabildikse ne mutlu bana. Sıkılan, bunalan, hani klişe tabirle kalabalıklar içinde yalnız bir adam olarak, tutunacak dal bulamayan kayıpp kuşan generation X mensubu olarak, olayın artık memleketi-dünyayı güzelleştirmek kurtarmak olmadığı, kendini kurtarmanın tabiri caizse 'yırtmanın' bir numaralı gündem olduğu ortamda ne yapacağı şaşırmış eblek eblek bakan, her an intihar edecekmiş gibi bakan, övüne övüne psikolojik tedavisini anlatan, aldığı anti-depresanlarıyla gurur duyan, hiçbir sorunu olmamasına karşın her an küçük emrah bakışı yapmaya ve ağlamaya hazır gelen nesillere ağzı açık anlamsız bakan, eskiye her daim özlem duyan, düşündükçe hani ayva yiyip de boğazına durur ya tam o şekil donup kalan bir insan olarak, no future diyerekten hayırlı traşlar diliyorum...
Liderlik ve Del Piero Gerçeği
Nam-ı diğer Alex abimiz, bayrak adam nasıl olunur, ya da liderlik nasıl olunur mevzularında tezlere konu olacak yüce bir insan olarak son demlerinde daha da güzel şeyler yaşatıyor izleyenlere.
Dünkü Juve-Milan maçı da gösterdi ki Del Piero bu takım için vazgeçilmez. Küme Düşmeden önce hayvani transferlerle, all-star takımını andıran koca takımdan geriye tek tük tanınmış isimler kalsa da bu adamın önderliğinde tamamlayıcı takım oyuncularıyla, Sİssoko gibi asker karıncalarla Juventus çok daha gerçek bir takım, tüm itibar, para, yayın geliri ve yıldızlarını kaybetmesine rağmen...
Milan karşısında 4 gol atıp birçoğunu kaçıran, ekran başında ağzımızın suyunun akmasına neden olan fantastik şekilde pas yapan, rakibin başını döndüren, makine edesaıyla işleyen şahane bir ekip olmuş. Kadrosu şampiyonluğu ya da avrupayı kaldırırmı tartışılır ama İtalyan futbolunu görür görmez kumandasına davranan, sıkıntıyı çağrıştıran kısır futbola inat yaşasın hayat, yaşasın Juve diyesi geliyor insanın.
Keza Napoli gibi mafya ve çöplerle, kuzeyle soruu bitmeyen, aşağılanmış ama Maradona'nın can verdiği, bir yanıp bir sönen şehrin ışıkları ışıl ışıl bu sezon bu da Juve'nin de düşüşüyle ortalığı boş bulan Inter'in işini zorlaştırıp ligi renklendiren güzel hadiselerden. Yine Fiorentina'nın oldum olası sevdiğim güzel futbolu ve favori takımlarımın öncüsü Atalanta'nın da ülkenin en sağlam tribünlerinden birine sahip Bergamo'lulara yakışan futboluyla yoluna devam edişi Beşiktaş'tan ve uzatmalarını oynayan tribünlerinden sıkılan ben gibi bünyelere ilaç tadında olmuş, çok şükür dedirtmiştir.
Juve rakibi geberten paslarına, savunmada manyakça presine, Del Piero'da enfes tekniğini birleştirdiği vücut çalımlarına, frikiklerine, asistlerine devam etsin, hiç bitmesin!..
Dünkü Juve-Milan maçı da gösterdi ki Del Piero bu takım için vazgeçilmez. Küme Düşmeden önce hayvani transferlerle, all-star takımını andıran koca takımdan geriye tek tük tanınmış isimler kalsa da bu adamın önderliğinde tamamlayıcı takım oyuncularıyla, Sİssoko gibi asker karıncalarla Juventus çok daha gerçek bir takım, tüm itibar, para, yayın geliri ve yıldızlarını kaybetmesine rağmen...
Milan karşısında 4 gol atıp birçoğunu kaçıran, ekran başında ağzımızın suyunun akmasına neden olan fantastik şekilde pas yapan, rakibin başını döndüren, makine edesaıyla işleyen şahane bir ekip olmuş. Kadrosu şampiyonluğu ya da avrupayı kaldırırmı tartışılır ama İtalyan futbolunu görür görmez kumandasına davranan, sıkıntıyı çağrıştıran kısır futbola inat yaşasın hayat, yaşasın Juve diyesi geliyor insanın.
Keza Napoli gibi mafya ve çöplerle, kuzeyle soruu bitmeyen, aşağılanmış ama Maradona'nın can verdiği, bir yanıp bir sönen şehrin ışıkları ışıl ışıl bu sezon bu da Juve'nin de düşüşüyle ortalığı boş bulan Inter'in işini zorlaştırıp ligi renklendiren güzel hadiselerden. Yine Fiorentina'nın oldum olası sevdiğim güzel futbolu ve favori takımlarımın öncüsü Atalanta'nın da ülkenin en sağlam tribünlerinden birine sahip Bergamo'lulara yakışan futboluyla yoluna devam edişi Beşiktaş'tan ve uzatmalarını oynayan tribünlerinden sıkılan ben gibi bünyelere ilaç tadında olmuş, çok şükür dedirtmiştir.
Juve rakibi geberten paslarına, savunmada manyakça presine, Del Piero'da enfes tekniğini birleştirdiği vücut çalımlarına, frikiklerine, asistlerine devam etsin, hiç bitmesin!..
Korsan'ın Seyir Defteri
Bir Korsan'ın Seyir Defteri ya da binlercesinin:)
hep legal rakamlara, top 10'lara şunlara bunlara bakacak değiliz. Bir de günümüz gerçekleri var, internet ortamında çatır çatır inen filmler, albümler malumunuz. Film endüstrisi dev altyapısıyla ayakta kalabilirken müzik piyasası albüm satışı diye bir kavramı unutur duruma geldi.
Topiğin mevzusu ise bu sene bilgisayar başından lıkır lıkır inen filmler, en çok indiirlen filmler...
Özellikle sınırsız internet geldi geleli nice yiğit delikanlılar kompüter başında harcandı gitti, neler gördü bu gözler. Ahanda listenin aslı aşağıda, bir numara rekorlara doymayan ve büyük olasılıkla bir süper kahraman filmi olarak(kara film daha uygun aslında) oscar heykelciklerini kucaklaması muhtemel Batman serisini küllerinden doğurtan Nolan'ın ikinci filmi The Dark Knight...
Bu projeyi her filminde zeka pırıltılarıyla dolu Christoper Nolan'a teslim eden elleri de öpmek farz bu arada. Son film büyük olay yaratsa da bu filmi de güzelleştiren en önemli faktör bundan önceki Batman filmi Batman Begins'tir hiç kuşkusuz. Hikayeyi inanılmaz anlatan, karanlık atmosferi ve Batman'in itibarını kazanmasıyla sonuçlanan şahane filmdir kendisi, kıymeti bilinmelidir. The Dark Knight ise Batman'in daha insani yönlerini ortaya koyan, ismiyle de bunu kanıtlayan-isminde Batman geçmemesi durumu- Joker adlı manyak karakteri sinema tarihi boyunca yankılanacak olağanüstü karakter ve oyuncu performansıyla başarısını katlamaya devam edecektir.
best of korsan, liste pek iç açıcı değil lakin düşük bütçeli, şahane soundtrack sahibi güzel film, her filminde geleceğe umutla baktıran Ellen Page'li Juno'yu görmek sevindirici unsur olarak yer almakta;
1. The Dark Knight, 7.03 million
2. The Incredible Hulk, 5.84 million
3. The Bank Job, 5.41 million
4. You Don't Mess With the Zohan, 5.28 million
5. National Treasure: Book of Secrets, 5.24 million
6. Juno, 5.19 million
7. Tropic Thunder, 4.90 million
8. I Am Legend, 4.87 million
9. Forgetting Sarah Marshall, 4.40 million
10. Horton Hears a Who!, 4.36 million.
hep legal rakamlara, top 10'lara şunlara bunlara bakacak değiliz. Bir de günümüz gerçekleri var, internet ortamında çatır çatır inen filmler, albümler malumunuz. Film endüstrisi dev altyapısıyla ayakta kalabilirken müzik piyasası albüm satışı diye bir kavramı unutur duruma geldi.
Topiğin mevzusu ise bu sene bilgisayar başından lıkır lıkır inen filmler, en çok indiirlen filmler...
Özellikle sınırsız internet geldi geleli nice yiğit delikanlılar kompüter başında harcandı gitti, neler gördü bu gözler. Ahanda listenin aslı aşağıda, bir numara rekorlara doymayan ve büyük olasılıkla bir süper kahraman filmi olarak(kara film daha uygun aslında) oscar heykelciklerini kucaklaması muhtemel Batman serisini küllerinden doğurtan Nolan'ın ikinci filmi The Dark Knight...
Bu projeyi her filminde zeka pırıltılarıyla dolu Christoper Nolan'a teslim eden elleri de öpmek farz bu arada. Son film büyük olay yaratsa da bu filmi de güzelleştiren en önemli faktör bundan önceki Batman filmi Batman Begins'tir hiç kuşkusuz. Hikayeyi inanılmaz anlatan, karanlık atmosferi ve Batman'in itibarını kazanmasıyla sonuçlanan şahane filmdir kendisi, kıymeti bilinmelidir. The Dark Knight ise Batman'in daha insani yönlerini ortaya koyan, ismiyle de bunu kanıtlayan-isminde Batman geçmemesi durumu- Joker adlı manyak karakteri sinema tarihi boyunca yankılanacak olağanüstü karakter ve oyuncu performansıyla başarısını katlamaya devam edecektir.
best of korsan, liste pek iç açıcı değil lakin düşük bütçeli, şahane soundtrack sahibi güzel film, her filminde geleceğe umutla baktıran Ellen Page'li Juno'yu görmek sevindirici unsur olarak yer almakta;
1. The Dark Knight, 7.03 million
2. The Incredible Hulk, 5.84 million
3. The Bank Job, 5.41 million
4. You Don't Mess With the Zohan, 5.28 million
5. National Treasure: Book of Secrets, 5.24 million
6. Juno, 5.19 million
7. Tropic Thunder, 4.90 million
8. I Am Legend, 4.87 million
9. Forgetting Sarah Marshall, 4.40 million
10. Horton Hears a Who!, 4.36 million.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)