5 Temmuz 2008 Cumartesi

Beşiktaş Dingonun Ahırı Kulübü

Dünkü spor tarihimize geçecek olan terlik mevzuundan sonra hala Sinan Engin'i savunabilecek babayiğit bulunabilir mi bilmiyorum.
Tek bildiğimiz Beşiktaş erimeye, kaybolmaya, küçülmeye devam ediyor gerçek olan bu...
Plansız programsız yola çıkan, moda deyimle vizyonsuz, çapsızlarla dolu sözde yöneticilerin oyuncağı olmuş, karanlık odakların neredeyse arka bahçesi olmuş durumda koca bir kulüp.
Misal Çakıcı'nın Bjk Travel ile yurtdışına çıkarılması, futbolla ve Beşiktaş'la gram ilgisi olmayan, iktidarın besleyip yetiştirerek Futbol Federasyonu başkanı yaptığı Hasan Doğan'ın yıllar evvel Beşiktaş kulüp üyesi yaptırılarak futbol sahnesine adımının bizim aracılığımız ile yapılması en canlı ve can alıcı örneklerden.
Siyah da beyaz da bizim lakin beyazı bol yıllar geçerken tüm renkler hızla kirlenirken şairin dediği gibi en çok kirlenen beyazımız oldu malesef.
Bi İlhan İrem vardı ya? geyiğindeki gibi ilerde acaba Bi Beşiktaş vardı noldu mu diyeceğiz?
Tek tutunacak dalı taraftarı olan, kulübün içinde sözsahibi olan belki de tek taraftar olmasının cezasını genel kurulun, olmayan muhalefetin, sözde büyük beşiktaşlı işadamlarının yıllardır süren bu çürümeye karşı gıkını çıkarmadığı ortamda herşey taraftardan beklendi ve son barikatta dayanamadı bu çözülmeye.

Büyük yürekli Ulvi,Kadir, stoperlik tarihimizin devrimci savunmacısı Gökhan Keskin, Takoz Recep, Şifo mehmet, Atom Karınca Rıza, Şenol, birbirinden ayıramadan dillendirdiğimiz Metin-Ali-Feyyaz gibi gazetelerden kesip duvarlarımıza yapıştırdığımız, sokakta top oynarken onlar olduğumuz, maça gitmeden daha 1 hafta evvelinden yüreğimizin hopladığı o yılları daha da çok anmaya, nostaljinin dibine vurmaya, hayattan soğumaya tam gaz devam edeceğiz anlaşılan.
Son olarak Cem Dizdar'ın dünkü cümlesiyle itirmek lazım, Beşi,ktaş'ın öğreticiliği! adına;
Beşiktaş çok öğretici takımdır. Taraftarı vefayı, cefayı, katlanmayı öğretirken yönetimi de ‘bir takım nasıl yönetilemez’i öğretiyor...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Dozerler Kültürlerin Üzerinden Geçiyor

Burda insan yaşıyor!..Avrupalı insanın şen şakrak, sürekli çalıp söyleyen çingene imajı çok yanlış. Halbuki tam tersi, büyük sefalet, hüzün var. Çok acı çekmiş bir halk çingeneler. Toplumlar bir yandan baskı altına almak, ezmek için ellerinden geleni yapıyorlar, bir yandan da Çingeneler etrafında bir folklor örüyorlar. -tony gatlif

İlk olarak 2005'te meclisten geçen, insanların olumlu karşıladıkları ama yasalara ve iktidara güvenerek hertürlü yıkıma imza atan hükümetin elinde balyoza dönen bir proje kentsel dönüşüm.
Özellikle çingene, roman gibi yüzyıllardır aynı yerlerde kültürlerini yaşatan, bu şekilde mutlu olan insanların yokedilmesi aşamasına gelmiş bir nevi sosyal yıkım projesi haline gelmiştir.
Küreselleşmenin kentlerdeki sürecinin, para kokusunun dayanılmaz hafifliğinin açık göstergesidir bu yaşananlar.


Son haberlere göre bu tarz projeler Türkiye ile sınırlı değil. Roma belediye başkanı, aynı zamanda neo-nazi olan vatandaş da İtalya'daki çingenelerin parmak izinin alınması, ülkeden postalanması gibi hayvani davranışlar sergilemekte, büyük ihtimalle kendi gibi düşünen İtalyan politikacıların çoğunlukta olması nedeniyle amacına da ulaşacak durmumdadır.
Bizde de Sulukule'yi tarihin tozlu sayfaları arasına karıştırmak üzere olan hükümet, heryeri talan eden, özelleştiren, Arap'lara, işadamlarına peşkeş çeken anlayışına devam edip elini ovuşturmaktadır açıkçası.
Aydın diye geçinne ya da lafa gelince sanatçıyım, duyarlıyım tadında açıklama yapan suya sabuna dokunmayan insanlardan çok bu kültürün yıkılmaması adına Manu Chao gibi, ülkemizde konser verip ertesi gün Sulukule'ye gidip şarkılar söyleyen-desteğini esirgemeyen Gogol Bordello gibi ya da İstanbul Film Festivali için ülkemize gelen muhalif yönetmen Tony Gatlif'in iner inmez ilk işinin Sulukule'ye gitmesi, turist gibi değil oranın bir parçası gibi çalıp söylemesi, insanları dinlemesi ki filmlerinde bu insanların hikayelerini çokça anlatır, garip bir durum yabancı dediğimiz o insanların sahiplenip, büyük kitlelerin, sözde aydınların susup kalması...

"Daha fazla Mc Donald’s değil, daha fazla Sulukule" Gogol Bordello-Eugene Hutz

Tony Gatlif 1990 yılında da Sulukule'de çekimler yapmış ve son manzara karşısında yıkılıp kalmış, bu insanlar burdan atılarak, apartman dairelerinde oturtulamaz diyerek öfkesini dile getirirken şu hani çok önemli mevzu gibi lanse edilen kültür başkenti mevzusuna da değinmeden de geçmiyor;

tonf gatlif in sulukule
Kültür Başkenti demek! bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri "money". Mahalleleri, yeşil alanları korumak gibi dertleri yok. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lalelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, "kapitalizmin başkenti" anlamına geliyor.

29 Haziran 2008 Pazar

Asi Ruh

Zeki Demirkubuz sabah 6 sularında birden yarı aydınlık odada uyanır, karşı kanepede yatan kardeşi Cemil'in uyanık olduğunu farkeder. Cemil gözünü kırpmadan tavana bakmaktadır. Abisi uzun süredir bu şekilde duran kardeşi için teleşlanır, acaba birşey mi oldu bu çocuğa diyerek ona seslenir. Cemil ise abisinin ancak yıllar sonra yaşayıp öğreneceği ama uzun süre anlam veremediği cümleyi sabahın köründe kuruverir;
-Acaba Feyyaz şimdi ne yapıyodur?


2 Yıllık zorlu çalışma evresinden, toplanan yüzlerce saat malzemeden, Optik başkanın ölümünden, aksaklıklardan sonra Asi Ruh nihayet piyasada.
Dün akşam da Ankara'da Hakan Alak, belgesel çalışanları, Ayhan Abi ve Alen MArkaryan'ın katılımlarıyla gerçekleştirildi. Sahneye çıkan Alen'in İstanbul'daki galada Çarşı'nın feshini ilan etmeleri ve akabinde filmin geri planda kalması ve emeklerine gölge düşürmelerinden dolayı ondan ve ekipten özür dilemesi şık hareketti.


Bu film için söylenmesi gereken ilk şey samimi olmasıdır, bizen olmasıdır. Dışardan izleyen biri bune kardeşim diyebilir ama bu büyük bir prodüksiyon değil, kısıtlı imkanlarla birçoğu yüreklerini koyarak kotardıkları, kolektif bir çalışmanın mütevazı eseri, bir taraftar filmi.
Film için samimi olduğu kadar beni en çok etkileyen husus ise muhteşem müzikleri oldu. Film içinde filmi boğmadan, ölçülü şekilde kullanılan birbirinden güzel eserler mevcut ki raflarda yerini alan Dvd'nin yanında müzik cd'si verilmesi şahane bir nimet benim için.


Eski futbolcularla yapılan, orası burası kesilmeyen içten konuşmalar, semtin insanlarının, namazında-niyazında dedenin, 80 yşındaki ninenin de kadrosa yer aldığı, deplasman otobüsünden, Beşiktaş sokaklarından görüntülerin yanında paralel olarak ufak bir çocuğun semtindeki kendinden büyük bir kıza olan platonik aşkını da anlatan, çok iddialı olmayan ama gönüllerimizi fethetmiş belgesel-filmdir kendisi.


Zeki Demirkubuz'un kendi kardeşiyle olan anısı, Cem Dizdar'ın mevcut taraftar anlayışı temelli güzel konuşmaları, biraz daldan dala atlayan, siyahı da beyazı da bol olan bir yapım.
Optik Başkan'a adanması, özellikle Cem Abinin O'na dair anıları da en güzel ayrıntılardan sadece biri. Velhasıl %100 emek ürünü, gönülden yapılmış bir film bu, daha çok bu şekil anılar, hoş görüntüler olabilirdi tabi ama herkesin memnun kaldığı bir film olmuş, emeklerine sağlık...

Dexter - Kan Gölü


Seri katil kavramına yeni açılımlar getiren, izleyiciyi filmin kahramanı olan adamın gözünden bakmasını sağlayan, izleyene adalet, suç nedir, ceza gibi kavramları sorgulatan son dönem yapılmış en başarılı dizilerinden biri Dexter. 2 sezon yayınlandı gözler 3. sezonu beklerken son gösterilen sezon finali için yapılan ilgi çekici, halka açık reklam ve tanıtımlar bomba olmuş açıkçası.
Olay yeri inceleme tarafından etrafı çevrilmiş devasa havuzlar ve fışkıran kanlar, açıkçası bir seri katil dizisi için çok güzel planlanmış, fazlasıyla ilgi çekmiş anlaşılan.