27 Ekim 2007 Cumartesi

"insan adayı çocuklara kıyağımdır"


öğütler, akıllar, fikirler

1 - hedef küçült.

tevazu her şey demek değildir ama önemlidir. gene de, sahte tevazu ile gerçek tevazu arasındaki farkı anlaman gerek. ortam, kendini tanrı mertebesine yükseltmiş ve yarı tanrı gibi salınmalarını alçak gönüllülük olarak pazarlayan tiplerden geçilmiyor.

şişiriyor da şişiriyorlar kendilerini. şiştikçe, "vurmak" isteyenlerin darbelerine maruz kalıyor ve "hep bana mı be!" edebiyatı yapıyorlar.

sen küçült hedefi. vurmayı sevenler, kolay kolay isabet ettiremesinler. bırak, arayan bulsun seni.

iyidir yani.

2 - sivilcelerine alkol sürme.

3 - başın sıkıştığında, kimlerden yardım alacağına, kimin iyiliğine izin vereceğine dikkat et. çünkü iyilik, bir çok insan için, bir tahakküm aracıdır.

yalnız, güçsüz, çaresizsindir meselâ. yardımına koşar birileri. için ısınır. sonra anlamadığın şeyler olmaya başlar. daha önce zerafeti bırakmayan, "haddini bilen" o insanlar, her fırsatta abanmaya, belini bükmeye kalkarlar. o iyilikle ortadan kalkan bedelin on katını ödersin.

fakat bu işi abartıp seni seven, samimiyetle elinden tutmak isteyen dostlarını da kırma. gururla kibir, farklı şeylerdir (biliyoruz da söölüyoruz).

4- bir manita cinsi var ki, onlardan uzak dur derim ama dinlemezsin, biliyorum (erkek çocuklarına kıyağımdır).

önce eteklerinin hışırtısı gelir, ardından da bir parfüm kokusu. sanki bir kadınlık okulu vardır da, o okula gitmişlerdir. üstelik, öyle aman aman güzel de denemez onlara belki ama bir çekicilikleri, insanın dişlerini kamaştıran bir büyüleri vardır.

girdikleri mekânda, erkek milletini demleyiverirler çabucak. yedekteki manitayı kırmamak için bastırılmış, tavşan kanı kıvamında istekler çıkıveririr gün ışığına. erkek milletinin, dudak payını sallamadan, ağzını yakmaya hazır olduğu kadınlardır bunlar. genellikle "yavvvvrum!" şeklinde hitap edilir. kitabı da allah’ı da inkâr ettirirler adama.

her erkeğin hayatındaki "işte o kadın"lardır bunlar. ulaşamamak en iyisidir.

ama ille çalmayacak telefonları beklemek, "ben çirkinim de ondan aramıyor" triplerine girmek, geceleri ellerin titreyerek uyanmak istiyorsan ve bir kadına uçan tekme kıvamında "girişme" isteğinin ne olduğunu öğrenmek niyetindeysen, hemen bul onlardan birini. anan ağlar, çok acı çekersin belki ama aşkı da öğrenirsin yaşayarak.

huzurlu bir hayat istiyorsan, sana kaçamak bakışlar atan o kıza yanaş, çoluk çocuğa karış. pijamalarını çek, dizilerini seyret. iyi davran o kıza. pamuklara sar. üstüne titre. hiç bir şeyin olmasa bile, bir sadakat sigortan, bir kışlık yorganın olur şu dâr-i dünyâ’da.

hayat bazen, basınç verir insana. bunalma. felaketin sandığın şeyler, kurtuluşun bile olabilir çoğu zaman. çıplak geldik, çıplak gideceğiz bu alemden, bunu hiç gözden kaçırma. dibe vurmanın bile, oradan daha aşağıya gidilmeyeceği gibi bir "güzelliği" vardır.

5 - yalnızlıktan korkma.

zırhsız kalırsın hayatta kimi zaman. tabanları yağla ve kaç hemen. tüy ve inzivana çekil. yalnızlığın en önemli "hesabı", sana zarar verebilecek insan sayısının bir’e düşmesidir. otur, kendi kendini ye bi güzel.

6 - tartışmaktan kaçın. ille bir şeyden nefret edeceksen, didişmekten nefret et.

unutma, silkeleyip de yerine hiç bir şey koyamadığın her inançta, sorumluluk sana aittir.

7 - hem seni sevdiğini söyleyip hem de değiştirmeye çalışan insanlara, "madem beğenmiyordunuz, neden sevdiniz?" sorusunu sor. kasma yani.

8 - ağzın bozuk olabilir ama küfretme. hele öfkelenince, hiç bozma ağzını.

9 - toplumsal sınıfların varlığını, reklâmı ve modayı içselleştirmiş insanlardan uzak dur.

10 - hayatını yasladığın kavramların, aynı kavramları kullananlarca balçıkla sıvanması, yıldırmasın seni.

11 - zeytinyağlı baklanın içine şeker koyma. soğanla ver tadını. gerçi bana ne ama rakıyı da sodayla içme. ifrit olurum. balıkla da kırmızı şarap içme. papaz okulu mezunları "hanzo" der.

12 - denk gelir de haliç kıyısında bir yerlere düşersen, sabah ezanı okunurken pencereni aç. bakarsın, bi balıkçı motorunun patpatları da karışır ezan sesine ve süleymaniye’nin minarelerine baka baka "ben burada ne arıyorum?" sorusunun yanıtını bulursun kendiliğinden.

13 - martılara simit, kedilere ciğer, köpeklere kemik al. malik bilmezse, enik bilir.

14 - krallara da berduşlara da göz hizasından bak. onlar da turplara aşağıdan bakacak bi gün.

15 - manzara koy.

mazlumun yanında ol. puşta puşt, yavşağa da yavşak demekten çekinme. (hatta, "puşşşşt ve yauşşşak" şeklinde söylersen, daha güzel olur.) korkma, çok çok dayak yer veya en fazla yalnız kalırsın (bak: madde 5).

16 - kimsenin en’i, en bir şeyi olmak için gayret gösterme.

17 - tüm bunlardan ve sana hayatın boyunca verilecek tüm öğütlerden daha önemlisinin, kimseden öğüt almamak olduğunu da unutma.

şimdi kaybol ve hayatını yaşa. bunu yaparken de yalnızca vicdanına hesap ver.

ha, unutmadan yazayım: eğer, on iki yaşında kibritle oynarken evi yakarsan, oyalanma oralarda. sokağı tut ve birkaç ay ortalarda görünme. kaçmaz da fena sopa yersen, "yok ben duymadım, bana kimse söylemedi" diye zırlama.

gene unutmadan, kıçının kılları kadayıf olmuş bir takım büyüklerinin size lâf sokmasına da izin verme fazla. dünyanın içine, düzeltelim derken biz ettik, size de bizim yediğimiz nanelerin sonuçlarına göre ayar çekmek kaldı. suçsuzsun yani.

daha sürer bu öğütler. bu yüzden, toz ol en iyisi. öptüm.

Ali Türkan

26 Ekim 2007 Cuma

About Schmidt


Alexander Payne'nin yönetmenliğini yaptığı, Jack Nicholson'un tekrar tekrar tarih yazıp mimikleriyle dahi izleyiciyi büyüleyebildiğini kanıtladığı, sıradan insanların hayatına biraz karanlık, karamsar ama fazlasıyla gerçekçi bakan mütevazı bir film.
Jack abimizin oynadığı Warren Schmidt karakteri emekliye ayrılıp kendini bir anda boşukta bulan, 42 yıldır aynı yastığa baş koyduğu karısının hareketlerinden bile rahatsız olan, yaşlılığa, monotonluğa, varoluşa, insanların kendi iç hesaplaşmalarıyla dolu, komik olduğu kadar trajik ayrıntılarıyla güzelleşmiş adeta.
Popülerleşme, mesaj verme gibi Hollywood kaygıları taşımayan, karakterlerin güzel oyunculuğuna dayalı, aslında sıradanlığın da ne kadar farklı olduğunu hatırlatan bir film bu...
Amerikan rüyasından ziyade toplum içi iletişimsizlikleri, içten pazarlıkları en önemlisi de yalnız olan insanı çok iyi anlatıyor film Warren Schmidt aracılığıyla.


Filmin sonunda kızının düğününden yalnız ve pis evine dönen biçare kahramanımızın söyledikleri de filmin güzelliğine yine harika bir finalle nokta koyuyor;

Zayıf ve başarısız biriyim. Bunun çaresi yok. Göreceli olarak yakın zamanda öleceğim;
Belki 20 yıl sonra belki de yarın, Önemi yok...

Ben öldüğümde beni tanıyan herkes de ölmüş olacak. Sanki hiç varolmamışım gibi.
Hayatım kimin için bir fark yarattı!
Aklıma gelen kimse yok, hiçkimse...

Teşekkürler Türkiye, Gidiyoruz!..



Teşekkürler Türkiye, Gidiyoruz...cümlesi bakıldığında bir anlam ifade etmese de görenler için gayet anlamlıydı.
Nijeyalı Festus Okey birçok arkadaşı gibi futbol hayaliyle büyüyen amatör bir futbolcuydu, ülkesinden, sömürülerden kaçan binlerce Afrikalı insandan sadece biriydi.
Beyoğlunda yürürken polis ekipleri tarafından sorgusuz sualsiz gözlatına alındıktan sonra, polis merkezinde her nasılsa çıkan arbede sonucu bir polis memurunun silahı ateş alarak Festus Okey'in ölümüne sebep oluyor.
Yine nasıl olduğu bilinmeyen şekilde o sırada kameraların kayıtta olmadığı açıklaması yapılıyor, sorulara mantıklı bir cevap verilmiyordu.
Öldükten ancak iki ay sonra Nijerya'lı yetkililer tarafından cenazesi alınırken tören yapılmak istendi ama ona bile izin verilmedi ve tabut alel acele ambulansla havaalanına kaçırıldı adeta.
Kimden neyi kaçırdık yine bilinmez ama ırkçılık ve gözlatına ölüme son demekten başka elimizden birşey gelmiyor.

25 Ekim 2007 Perşembe

Takım Ruhu


Dün gece Beşiktaş-Liverpool maçıyla her açıdan unutulmaz maçlar ve tribün performansı olarak tarihe geçti şüphesiz.
Tribünlerdeki birbirinden renkli pankartlar, balık istifi tribünler, son günlerdeki ülke olarak üzerimizde taşıdığımız gerginlik, gruptaki kader maçı olması gibi sebeplerle ehemmiyet taşıyan maçta topçuların tribünle bütünleştiğinde neler yapabileceğinin yanında, rakiplerine göre teknik açıdan eksiklerini de kapattıklarına şahit olduk. Dünyanın en büyük taraftarı olarak lanse edilen Liverpool taraftarı bir kez bile bağıramadan evlerine dönerken yabancı hayranlığımızın gereksiz olduğunu tekrar gördük. Bir de maç öncesi fuck you tazında küfür ettikten sonra maçın ardından rakibi alkışlayan tarzda davranış bozuklukları olmasa tadından yenmeyecek:)
yıllardır boşuna yıkmıyo ortalığı bu insanlar "hep böyle oynayın canımızı verelim" diye...

Fight Club


Kafama bir silah daya ve duvarları beynimle boya.

Sizler özel değilsiniz,
Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan
Kar tanesi de değilsiniz,
Sizler işiniz değilsiniz,
Sizler paranız kadar değilsiniz,
Bindiğiniz araba değilsiniz,
Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
Sizler iç çamaşırı değilsiniz,
Sizler her şey gibi çürüyen birer organik maddesiniz...
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden yeri geldiğinde dalga geçen yeri geldiğinde gülüp geçen pislikleriyiz.

23 Ekim 2007 Salı

mahalle maçı kuralları


met-üst

Bir zamanlar 'mahalle' denilen bir yaşam alanı ve arsa denilen bir nefes alma-oyun oynama alanı vardı. Mahalleler bina yığınları haline geldi, arsalar otopark ya da gökdelen oldu. Ancak şimdiki çocukların ne yaşayacak bir mahalleleri, ne de oynayacak arsaları var. Biz belki de çocukken mahallede büyüyen, arsada top koşturan son çocuklardık. Maç yaparken yazılı olmayan ancak hepimizin bildiği ve mutlak surette riayet ettiği (erkegsen etme!) çeşitli kurallarımız vardı. Ve ne gariptir ki bu kurallar, hemen hemen her mahallede aynıymış. Şimdi bazı akşamlar kocamış çocuklar olarak, ayrı ayrı mahallelerde büyüyen akran arkadaşlarımızla buluşup, ekran karşısında iki kadeh eşliğinde maç izleyip o günleri anarken anlıyoruz bunu. Çoğu zaman gülerek anlattığımız o eşsiz günler nohut büyüklüğünde gözyaşlarına dönüşüp kadehlerimize düşse de...
İşte o canımıniçi mahalle maçı kuralları:
- Topun sahibi tüm kuralları koyar, takımı kurar, kaleyi seçer. Penaltıları, frikikleri, tacı bile atar. İyi oyuncuları kendi takımına alır. Fazla koşmaz, hatta hiç koşmaz.
Defansa yardım etmez. İleride armut gibi durur, beleş top bekler. Attığı beş şuttan yedisinin de bir şekilde gol olmasını ister.
- Gol sevinci 'Nasıl şeyttik ama' şeklinde yapılırsa, kavga çıkar.
- Ameliyatlı ve yeni sünnet olmuş arkadaşlara sert girilmez. Hayvanlığın lüzumu yok.
- Üç korner bir penaltı, dört taç bir korner yapar. Bazen tersi de mümkündür.
- Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adımlarla aldım verdim hesabını en hesaplı yapanındır.
- İyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilir.
- Transferler, 'Ahmeeet top oynamaya geliyon mu oğlum' şeklinde yapılır.
- Kuduz köpek, sarhoş, deli, araba, öğretmen, müdür, müdür muavini ve din hocası yoldan geçerken maça ara verilir.
- Bir elde salça ekmek, sana yağlı reçelli ekmek, diğer elde gazozla top oynanır oynanmasına ama oynanmazsa daha iyi olur.
- Akşam ezanı okununca, anne çağırınca, baba köşeden görününce ve televizyonda 'Kara Şimşek' başlayınca maç mecburen biter.
- Topu, komşunun bahçesine atan dombili alır.
- Topa abanmak, burun vurmak yasaktır. Hayvanlığın lüzumu yok.
- Kızlar, bilhassa manitalar geçerken artiztik hareket yapılmaz. Artiztik hareket yapan, hareketin Allahını görür.
- Su içme molası ancak susayınca olur ve hep birlikte su içmeye gidilir. Musluğa ağız dayanmaz, avuçla içilir. Dana gibi çok su içilmez, içilirse dalak şişer. Öküzlüğün âlemi yok.
- Faul olunca ana avrat dümdüz gidilmez, en fazla ağlayarak 'Hepiniz topsunuz, ben oynamıyom layn' denilir.
- Topu patlatan, doğal olarak parasını öder. Patlayan topun içine taş konulup yoldan geçen adam vursun diye şaka yapılmaz. Hayvanlığın lüzumu yok.
- Ancak patlak top ikiye kesilerek, iç kısmı dışarı gelecek şekilde kafaya şapka yapılabilir.
- Bir topu en hakkını vererek, bisiklet tamircisi şişirir. İdeal şişirilmiş topun tanımı, 'Dolma gibi oldu layn bu' olur.
- Taş, gaz tenekesi, elektrik direği, ağaç, limon sandığı bulunamazsa kazak, ceket, gocuk ve okul çantasından kale direği yapılabilir.
- Kaleci degaj yapmadan önce topu üç kere yerde sektirmelidir.
- Seyirci olarak hısım akraba arsaya çağrılmaz, hele anne-baba hiç. Çünkü anne-baba gelince çok utanılır ve tarihin en kabız maçı yapılır.
- Serbest atış kullanılırken top oynanan arsa eğer genişse, baraj dokuz adım öteye, eğer alan darsa üç adım öteye kurulur. Penaltı atışı öncesi ise kaleci kaleden dokuz adım sayar, topu oraya koyar ve atış oradan yapılır.
- Skor on beşe üç olsa da, iki taraf sıkılınca, hava kararınca, evden çağrılmalar artınca 'Gol atan galip' kuralı devreye girer ve tuhaftır golü atan hakkaten maçı kazanır.
- Birinin başka şehirden, bilhassa Almanya'dan akrabası, dayı oğlu, amca oğlu filan gelirse, muhakkak oyuna alınır ve misafirdir diye en güzel ara paslar onun önüne yuvarlanır. Bu davranışın o lavuğun getirdiği çukulata, oyuncak ve yeni topla hiçbir alakası yoktur. İnsanlık bunu gerektirir. Hayvanlığın lüzumu yok.
- Sarı, kırmızı kart olmadığı gibi, yerine göre taç ve özellikle ofsayt kuralı uygulanmaz. Israr eden gombiği yer. Ayrıca zayıf takıma, zayıflık derecesine göre beş fark, 10 fark avans verilir.
- Testislerine top gelen bahtsız ve acılı arkadaş mutlak suretle işetilir.
- Kaleciler, annelerinin ördüğü yün eldivenleri pek tabii ki giyebilirler.

22 Ekim 2007 Pazartesi

Philip Larkin


"insanın ağzına sıçar, anasıyla babası / ve kendi kusurlarından bir şeyler ekler ona."

Yukardaki dizelerin sahibi Philip Larkin şiirle, hayatının seçimlerini tartışmaktan, kendisiyle yüzleşmekten hiç vazgeçmemiş, hiç bıkmamış ingiliz şair ve jazz eleştirmeni...

söyleyecek bir şey yok
Uluslar için, ayrık otları denli cılız,
Göçebe kavimler için, kayaların arasında,
Kısa boylu, asık yüzlü kabilelere
Ve parke taşları gibi kenetli ailelere
Fabrika kentlerinde karanlık sabahlarda
Ağır ağır ölmektir yaşam.


yalnızca tribünde mutlu bir adam

21 Ekim 2007 Pazar

sağlı sollu panik ataklar


Met-Üst

02/09/2004 (1015 kişi okudu)

Eşiniz hamileyse, bir erkek bebek bekliyorsanız ve ille de çocuğunuza yüzde yüz yerli ata yadigârı bir isim koymak istiyorsanız, sakin olun, heyecan yapmayın, Türkçe çocuk isimleri sözlüğü falan aramayın. Hemen, gelmiş geçmiş tüm Beşiktaş takımı futbolcularının isimlerini şöyle bir hatırlayın yeterli. Nedense yıllardır Beşiktaş takımında yazılı olmayan bir gelenek gibi, şimdilerde ancak babalarda, amcalarda, dayılarda rastlayabileceğimiz, ata yadigârı yüzde yüz yerli isimli futbolcular yer almış. Mesela Hakkı, Zekeriya, Süleyman, Recep, Rasim, Ziya, Ahmet, Samet, İlhan, Nihat, Vedat, İbrahim, Serdar, Mehmet, Kadri gibi. Oytun, Berk isimli bir futbolcu asla yer alamaz sanki Beşiktaş takımında. Zaten Çağdaş isimli bir futbolcuları da var ama bir türlü takıma giremiyor. İsminden mi kaybediyor acaba?
# 'Takımdan ayrı düz koşu yaptı' cümlesi nasıl da tarifsiz kederlere gark eder beni.. Red Kit çizgi filminin sonundaki 'ben yalnız kovboy..' şarkısı gibi.
# Bay Abidin Aydoğdu'yu hiç radyodan naklen maç anlatırken dinlediniz mi. Kendisini kırmak istemem ama ay nasıl yoruluyor insan, ay nasıl yoruluyor insan, ay nasıl top bir an önce taca kaçsın, gol olsun, patlasın, yağmur yağsın, maç ertelensin ya da biri Bay Abidin Abi'nin başına kolonya döküp berber masajı yapsın da bitsin bu aşkın ıstırabı yaa falan oluyor insan. Arif Susam taverna müziğinde ne ise, Bay Abidin Abi de radyoda naklen maç anlatırken öyle. Yalnız Arif Susam orgu da kendisi çaldığı için hızını istediği gibi ayarlayabiliyor. Şerrefsiz futbolcular 'Abidin Abi şimdi radyodan maç anlatıyordur, biraz yaya yaya oynayalım da Abidin Abi'yi yormayalım' diye düşünemiyorlar ki. Ay aman of, aklıma gelince Efkan Efekan'lar bastı yine beni.
# Nâzım Hikmet'in 'Bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşçesine' dizeleri 'ekip ruhu' kavramını en doğru ve en şiirsel biçimde özetlemiyor mu?
# Siz de pazarları televizyonda Cenk Koray ve Güneş Tecelli tadını mumla aramıyor musunuz. Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o muhteşem naklen yayın gaflarını siz de, bilmem, bilmem anıyor musunuz. Bir de biz çocukken TRT Spor Stüdyosu programı içinde 'futbol balesi' diye bir bölüm vardı hatırlarsanız. Bazı ilginç görüntülerin müzik eşliğinde defalarca tekrarından ibaretti. O kadar çok severdik ki, mahallede futbol balesi taklidi yapardık. Yoksulduk, gecelerimiz çok kısaydı, yaşımız tutmuyordu, dörtnala da sevişemiyorduk, zaten televizyon yayınları da üç dört saatti, göz açıp kapayıncaya kadar bitiyordu, sonra Direklerarası'na giderdik ama bir direk bile bulamazdık.. Şimdi ne o öyle borsa haberleri gibi futbol programları. Yok Kartal haftaya düşük girdi.. Yok Fener'in art arda galibiyetleri piyasada ferahlık yarattı.. Yok Trabzonspor Avrupa kupalarında yine değer kaybetti.. gibi.
# Futbol sahalarında görmek istemediğimiz olaylar niye hep futbol sahalarında olur ki yine!
# Üç büyüklerin taraftarlarının kendi takımlarının lehine değiştirip değiştirip haykırdığı 'bu sene ne.., ne.., ne de Trabzon, bu sene sensin yine şampiyon' tezahüratında Trabzon'un sırf kafiye olsun diye yer alması Trabzonspor camiasını inceden ateşliyor mudur acaba?
# Evrim teorisinin babası Charles Darwin'in 'Hayatta kalmayı, canlıların en güçlüsü ya da en zekisi değil, değişime en iyi ayak uyduranı başarır' sözü en fazla futbol dünyası için geçerli değil mi?
# Memleket takımlarına birkaç Brezilyalı futbolcu transfer olmayagörsün. Gazete manşetleri hemen hazır.
'Sambacılar geldi', Sambacılar havaalanında omuzlara alındı'. İlerleyen zaman içerisinde duruma göre bu manşetler, 'Sambacılar fos', 'Sambacılar şov yaptı' 'Sambaçılar eşeğin dübürüne su kaçırıdı' diye gelişip serpilebiliyor. Peki ya birkaç Türk futbolcusu Brezilya takımlarına transfer olsa Brezilya basını da 'Köçekler geldi', 'Çiftetelliciler havaalanında omuzlara alındı' ve sonra ilerleyen zaman içerisinde duruma göre 'Teke zortlamacılar fos çıktı'
'Halaycıların şov gecesi', 'Kılıç-kalkancılar eşeğin dübürüne su kaçırdı' gibi manşetler mi atarlar acaba?
# 'Hakem, topun oyunda olmadığı kayıp zamanı süreye ekledi' cümlesi size de bir an için dördüncü hakemin yazar Marcel Proust olabileceği ihtimalini aklınıza getirmiyor mu?

Walls Can't Hide The Truth


Çıkarların savaştığı günümüzde yıllar önce başlayan işgal devam ederken kendi ülkelerinde tutsak olan metrelerce duvar örülen Filistinliler yaşamaya çalışıyorlar.
Bir yandan da Abd ve İsrail ile iyi ilişkiler kuran Mahmud Abbas'ın El Fetih'i ile hamas'ın çatışmaları ülkeyi paramparça etmiş durumda.
Yaser Arafat'ın yol arkadaşı olarak lanse edilen Abbas ve El Fetih'in Batılı devletlerle sıkı ilişkileri, ambargolara karşı tavır sergilememesi ve Filistin'de sayısız yolsuzluklara imza atarak rengini belli etti
Batı ve El Fetih Hamas'ın seçimlere girmemesi için çırpındılar, seçimleri üç kez ertelediler ama Hamas çoğunluğu elde etti, el Fetih kendi içinde de çıkar çatışmalarına sahne olurken, Filistin'e verilen destek konusunda da bölünmeler yaşandı; Mısır, Ürdün, Arap Emirlikleri ve Batılı devletler Mahmud Abbas'ı desteklerken, diğer Arap ülkeleri Hamas'ın arkasındalar.
Barış ya da haklar konusunda bilindiği üzere Rabin ve Arafat ikilisiyle çok yol katedilmiş-hatta ikisi Nobel Barış ödülü ile onurlandırılmış- fakat Rabin İsrailli aşırı dinci bir şahsiyet tarafından öldürülmüş, akabinde İsrail'in bildik politikaları tüm hızıyla acımadan devam etmişti...
Kendi içinden de vurulan, karıştırılan, çocuk yaşta ellerinde sapanla İsrail askerlerine karşı koymaya çalışan, ezilen, ambargo altında yaşayan bir halk inancını yitirmek üzere artık...

moleschino'dan yaşanmış tokat gibi bir diyalog

- Filistin’in başkenti neresi?
- Kudüs.
- Pekiyi sen Kudüs’e gidebiliyor musun?
- Hayır çünkü yasak!
- İsrail’in başkenti neresi?
- İsrail yok!!!
- Nasıl?
- İsrail yok!!!