Sınırdaki her iki kültür için de ayrı bir önemi olan bir doğa harikası;


"herkesin inandığı bir şey var bu .mına kodugumun hayatında, benimki de sensin..."
 Sözkonusu biyografi ise ülkemizde İmge'den çıkanRichard T.Kelly'nin Sean Penn ile söyleşilerinden toparladığı harika bir biyografi. Kitabın tam adı ise şu şekilde: Sean Penn/Hayatı ve Zamanları.
Sözkonusu biyografi ise ülkemizde İmge'den çıkanRichard T.Kelly'nin Sean Penn ile söyleşilerinden toparladığı harika bir biyografi. Kitabın tam adı ise şu şekilde: Sean Penn/Hayatı ve Zamanları.


 Chaplin'in güldürü ustalığının temelinde insan yapısını çok iyi tanıması yatar.
Chaplin'in güldürü ustalığının temelinde insan yapısını çok iyi tanıması yatar.
 Sonraları kadınlara nasıl aşık olduysam, futbola da öyle aşık oldum: Ansızın, açıklanamaz bir şekilde, üzerinde kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden.
Sonraları kadınlara nasıl aşık olduysam, futbola da öyle aşık oldum: Ansızın, açıklanamaz bir şekilde, üzerinde kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden.Güney Amerika'da futbol aynı zamanda bir felsefe. Uruguaylı yazar Eduardo Galeano'nun Türkçe'ye çevrilen kitabı ‘‘El futbol a sol y sombra’’ (Gölgede ve Güneşte Futbol, Can Yayınları) bu kıtada futbol için dökülen mürekkebin örneklerinden biri. Geçen yıl, eski oyuncu ve antrenör Jorge Valdano futbol üzerine bir öykü antolojisi yayınladı. Bu kitapta Miguel Delibes, Bernardo Atxaga, Roa Bastos, Mario Benedetti, Osvaldo Soriano ve Eduardo Galeano gibi yazarların öyküleri yer alıyor.
Futbolun Güney Amerikalı filozofları arasında antrenörken Arjantin'de diktatörlüğün kurulmasıyla ülkeyi terkeden Angel Cappa, Cesar Luis Menotti ve Eduardo Galeano bulunuyor. Bu teorisyenler, ‘‘solcu’’ ve ‘‘sağcı’’ iki futboldan söz edilebileceğini bile ileri sürüyorlar. Jorge Valdano, bu ayrımı şöyle anlatıyor: ‘‘Yaratıcı futbol soldur; saf güce, sahtekarlığa ve şiddete dayanan futbol ise sağ!’’
YENİ KİTAPLAR
Paris'te yapılan 98 Dünya Kupası Fransa'da bir futbol kitapları enflasyonu yaşandı.. İki spor muhabiri ve yazarı olan Patrice Delbourg ile Benoit Heimermann, ‘‘Futbol ve Edebiyat’’ başlıklı bir antoloji yayınladılar. Bu kitapta dünya edebiyatının en güçlü yazarlarından, futbol üzerine kaleme alınmış en güzel metinler bir araya getirildi. Öte yandan Daniel Picouly, ondört yazar ve onüç ressamı bir araya getirerek futbolu, İspanyol yazar Manuel Vazquez Montalban'ın çok sevdiği bir benzetmeyle ‘‘çağımızın laik dini’’ mertebesine çıkaran bir kitap hazırladı. Bu kitaptan elde edilecek gelirler yoksul çocuklara spor malzemesi sağlayan bir vakfa bağışlandı...
Biz ise burada, Delbourg ve Heimermann'ın iki hafta önce Fransa'da piyasaya çıkan ‘‘Futbol ve Edebiyat’’ (Football et litterature, Stock Yayınları) başlıklı kitapta topladıkları büyük yazarların futbol yazılarından birkaç örnek sunuyoruz.
Pier Paolo Pasolini
MAHALLEDEKİ MAÇLAR

Futbol hakkında şu ana kadar bildiğinden fazlasını öğrenmene gerek yok. Çocukken oynamadın mı? Lisede ya da üniversitede bir futbol takımı yok muydu? Son zamanlarda da bekarlar ve evli erkekler arasında, ya da bir akşam gazetesinin muhabirleriyle hükümet yanlısı bir derginin muhabirleri arasında düzenlenen o küçük maçlardan birine katılmadın mı? Sonra, her pazar sabahı Alberto da Guissano Sokağı'ndaki berberde hemen hemen yalnızca futboldan, alınacak tedbirlerden, formdaki ya da formdan düşmüş oyunculardan, transferlerden söz edilmiyor mu? Her pazar barmenle Roma maçı üzerine bahse tutuşmuyor musun?
Anthony Burgess
İNGİLİZ HOLİGANLARI
 Niçin? Benden çok daha zeki insanlar eskiden nezaketiyle, mizah duygusuyla, sağduyusu ve hoşgörüsüyle ünlü bir ülkede halk kesimlerinin nasıl bu hale geldiğini açıklamaya çalıştılar. Dar görüşlü bazı İngilizlerin Avrupa'nın bir parçası olmaktan nefret ettikleri söylendi. Bıçaklarını çekip savunmasız Avrupalıların üzerine saldırmalarının nedeni bu hoşnutsuzlukmuş güya. Biraz basit bir açıklama bu; özellikle saldırganlığın İngiltere'deki maçlarda da seyirci davranışının kopmaz bir parçası haline geldiği düşünülürse. Oyunun kendisi, nerede oynanırsa oynansın, saldırı için bir bahane haline geldi. Sol eğilimli sosyologlar stadlardaki şiddeti Thatcher hükümetine ve işsizliğin artışına karşı bir düşmanlık gösterisi olarak yorumluyor. Onlara göre gençler hayal kırıklıklarını şu ya da bu biçimde dışa vurmak zorundalar. Halbuki bana kalırsa, bu durumda sosyolojiden söz etmek abes. Halkın şiddeti dünyadaki tüm kültürel olayların parçasıdır her zaman. İngilizler gelenekleri gereği bugüne kadar bu hayvani içgüdülerini sporda centilmenlik adına bastırmak zorunda kalmışlardı. Eskiden kabileler arasında çatışmalar vardı. Sonra futbol geldi. Şimdi futbol, klanlar arasındaki kavgaları düzenliyor.
Niçin? Benden çok daha zeki insanlar eskiden nezaketiyle, mizah duygusuyla, sağduyusu ve hoşgörüsüyle ünlü bir ülkede halk kesimlerinin nasıl bu hale geldiğini açıklamaya çalıştılar. Dar görüşlü bazı İngilizlerin Avrupa'nın bir parçası olmaktan nefret ettikleri söylendi. Bıçaklarını çekip savunmasız Avrupalıların üzerine saldırmalarının nedeni bu hoşnutsuzlukmuş güya. Biraz basit bir açıklama bu; özellikle saldırganlığın İngiltere'deki maçlarda da seyirci davranışının kopmaz bir parçası haline geldiği düşünülürse. Oyunun kendisi, nerede oynanırsa oynansın, saldırı için bir bahane haline geldi. Sol eğilimli sosyologlar stadlardaki şiddeti Thatcher hükümetine ve işsizliğin artışına karşı bir düşmanlık gösterisi olarak yorumluyor. Onlara göre gençler hayal kırıklıklarını şu ya da bu biçimde dışa vurmak zorundalar. Halbuki bana kalırsa, bu durumda sosyolojiden söz etmek abes. Halkın şiddeti dünyadaki tüm kültürel olayların parçasıdır her zaman. İngilizler gelenekleri gereği bugüne kadar bu hayvani içgüdülerini sporda centilmenlik adına bastırmak zorunda kalmışlardı. Eskiden kabileler arasında çatışmalar vardı. Sonra futbol geldi. Şimdi futbol, klanlar arasındaki kavgaları düzenliyor.  Homeros
OYUNUN DOĞUŞU
Usta Polibus'un eseri olan güzel parlak topu iki elleriyle birden kavradılar; biri geriye doğru devrilerek topu karanlık bulutlara fırlatıyor; diğeri havaya sıçrayarak onu uçarken yakalıyordu...
Umberto Eco
BECERİKSİZ OYUNCU
Küçüklüğümden beri topa dokunur dokunmaz (tabii bunu başarabilirlerse) onu kendi kalelerine ya da en iyi ihtimalle karşı tarafa fırlatan, diğer zamanlarda da büyük bir inatla sahanın dışına, çalıların ve parmaklıkların ötesine yollayan, mahzenlerde, derelerde veya dondurmacının tezgahında yok etmeyi başaran çocuklardan biriydim.
Peter Handke
TOPUN RUHU
Futbol topunun bir ruhu vardır. Havayla dolmadığı zaman yumuşak ve ölüdür. Hava üfleyin; futbol topunun ruhu şişer; hala ölü gibi gözükmesine bakmayın, kımıldamaya hazırdır.
George Orwell
FUTBOL DÜŞMANI
Dünyada zaten yeterince gerçek çatışma nedeni var: Genç insanları çılgına dönmüş seyircilerin ulumaları arasında birbirlerinin dizlerine tekme atmaya teşvik ederek bunları daha da arttırmaya hiç ihtiyacımız yok.
Edebiyatın futbol klasikleri
Homeros'dan Umberto Eco'ya, Nabokov'dan Albert Camus'ye top üzerine yazılmış en güzel yazılar.
İspanyol yazar Manuel Vazquez Montalban, futbol için ‘‘çağımızın laik dini’’ diyor. Futbol yüzyıl başında şair ve yazarlara uzak değildi. Daha sonra kimi aydınlar onu küçümsediler, şeytanlaştırdılar. Ama o devir geride kaldı. Fransa'da yayınlanan ‘‘Edebiyat ve Futbol’’ adlı kitap, bu spor üzerine dünyanın en büyük yazarları tarafından kaleme alınmış en güzel metinleri bir araya getiriyor.
Albert Camus
TAKIMIN KAPTANI

Avlu iki kamp arasında bölünmüştü, kaleciler her iki uçta sütunların arasında yerlerini aldılar, köpüklü kauçuktan kocaman bir top ortaya kondu. Hakem filan yoktu; ilk tekmede çığlıklar ve koşuşturmaca başladı. Sınıftaki en iyi öğrencilerleonların eşitiymiş gibi konuşan Jacques, bu alanda da Tanrı'dan sağlam bir kafa yerine güçlü bacaklar ve uzun bir soluk almış olan en kötü öğrencilerle iyi anlaşıyor ve onlardan saygı görüyordu. Bu noktada ilk kez doğuştan yetenekli olduğu halde futbol oynamayan Pierre'den ayrılıyordu: Pierre Jacques'dan daha çabuk büyüyor, daha narin, daha sarışın bir hale geliyordu. Jacques'ın büyümesi ise gecikmişti; bu yüzden ‘‘cüce’’, ‘‘yerden bacaklı’’ gibi lakaplar kazanmıştı, ama aldırmıyordu ve top ayağında, art arda bir ağaçtan, bir rakipten korunarak kendini kaybetmişcesine koşarken, avlunun ve hayatın hükümdarı gibi hissediyordu kendini.
Vladimir Nabokov
KALECİ: YALNIZ KARTAL

Cambridge'de yaptığım bütün sporlar arasında futbol benim için hep karışık bir dönemin ortasında rüzgarla süpürülmüş bir açık alan gibiydi. En büyük tutkum kalecilikti. Rusya'da ve latin ülkelerinde bu soylu sanat her zaman özel bir itibar sağlar. Kaleci, rolü nedeniyle kenarda, tek başına, geçit vermez olduğu için, coşkulu çocuklar sokakta peşinden ayrılmaz. Tapınma nesnesi olarak boğa güreşçisi ve usta pilotla yarışır. Bluzu, kasketi, dizlikleri, şortunun cebinden gözüken eldivenleri onu takımın diğer oyuncularından ayırır. O yalnız kartal, esrarengiz adam, son kurtarıcıdır. Kalenin önünde, parmaklarının ucuyla bir saldırıyı yıldırım gibi defetmek için gösterişli bir dalış yaptığında, bu anı yakalamak isteyen fotoğrafçılar saygıyla diz çöker...
Futbol, 20. yüzyılın belki de en büyük toplumsal yeniliklerinden biri olarak ortaya çıktığında, büyük yazarlar ve şairler ona karşı ilgisiz kalmadılar. Fransız yazar Henry de Montherlant ‘‘Yalnız Adamın Duyguları’’ adlı şiirinde kaleciyi, İspanyol şair Rafel Alberti ‘‘Platko'ya Övgü’’ adlı şiirinde Barselona takımının ünlü oyuncusunu göklere çıkarmışlardı.
Ancak entelektüellerin büyük çoğunluğu yıllarca futbolu küçümsediler; hatta onda şeytansı bir yan buldular. Bu aydınlara göre kitlelerin isyanı futbol yüzünden sıradanlaşıp silikleşiyor ve stadyumlara hapsoluyordu. Ama son yıllarda yazarlar, sosyal bilimciler ve düşünürler futbolu başka bir gözle ele almaya başladılar.
Geçtiğimiz yıllarda, Alman milli takımını 1954'de dünya şampiyonluğuna taşıyan efsanevi antrenör Sepp Herberger'in (1877-1977) yirminci ölüm yıldönümüydü. Almanya'da bu vesileyle sayısız kitap yayınlandı. Tarihçi Christiane Eisenberg'in yönetiminde bir grup araştırmacının yazılarından oluşan ‘‘Fussball, soccer, calcio’’ adlı kitapta, Alman milli futbol takımının bu ülke için özel bir önem taşıdığı belirtiliyordu. Yazarlara göre, Alman seyirciler, diğer ülkelerin aksine kendilerini çeşitli yerel takımlardan çok, milli takımla özdeşleştiriyordu. 1954'de Almanya'nın Dünya Kupası'nı kazanması, ülkenin II. Dünya Savaşı'nın ezikliğini, bölünmenin yarattığı travmayı atlatmasında, ulusal bir kimliğe kavuşmasında büyük rol oynamıştı. Bu zafere imza atan Sepp Herberger de, haklı olarak Alman bilinçaltında ülkenin yeni kurucusu Konrad Adenauer'dan hiç de aşağı kalmayan bir efsaneye dönüşmüştü...
 “ Andrew -Kahretsin çok acıyor.
“ Andrew -Kahretsin çok acıyor. Filmde kahramanımız evsiz bir aktör adayı olan Andrew Largeman'ın annesinin ölümü üzerine yıllar sonra eve dönüşünü konu alırken, konu itibariyle çok klişe ya da benzer birçok filme rağmen benzerlerinden her yönüyle ayrılıyor.
Filmde kahramanımız evsiz bir aktör adayı olan Andrew Largeman'ın annesinin ölümü üzerine yıllar sonra eve dönüşünü konu alırken, konu itibariyle çok klişe ya da benzer birçok filme rağmen benzerlerinden her yönüyle ayrılıyor.
 **
**
 Evo Morales'in geleneksel kazağından sonra berelerde moda olursa şaşırmamak lazım
Evo Morales'in geleneksel kazağından sonra berelerde moda olursa şaşırmamak lazım
 Danny Boyle tarafından yönetilen ve Irvine Welsh'in aynı adlı romanından uyarlanan, halen ülkemizde dvd'sini beklediğimiz, alkol eşliğinde alınası, enjekte edilesi yapım...
Danny Boyle tarafından yönetilen ve Irvine Welsh'in aynı adlı romanından uyarlanan, halen ülkemizde dvd'sini beklediğimiz, alkol eşliğinde alınası, enjekte edilesi yapım...
 soldan sağa: tommy, begbie, renton, sick boy, spud
soldan sağa: tommy, begbie, renton, sick boy, spud