5 Ekim 2007 Cuma

Dünyanın bütün kaçakları, birleşin!


Hikâye bu ya, 2001 yılının yazında Jose-Manuel Thomas Artur Chao’nun en büyük derdi, yakında çıkaracağı albümüne bir isim bulmakmış. Bir sürü isim gelmiş akıllara, ama olmayınca olmuyor işte! Bir türlü albüme yaraşır, akılda kalacak türden bir sözcük dizesi bulunamıyormuş…

Ta ki, düşünmekten yorulup da bir akşam son metroyla stüdyodan eve dönme saati gelinceye kadar. Jose-Manuel Thomas Artur Chao yine böyle geçen günlerden birinin sonunda, Cezayir futbol milli takımının [1] üniforması üzerinde, yorgun bir şekilde çıkmış stüdyodan. Metroya binmiş evine gitmek için. Evine doğru yaklaşırken, her durakta bir sonraki istasyonun adını söyleyen metalik ses zıplatmış onu yerinden:

“Proxima Estacion: Esperanza!”[2]

(..)

Her neyse, José-Manuel Thomas Artur Chao ya da daha bilinen adıyla Manu Chao, adını Barselona metrosundaki bu anonstan alan “Proxima Estacion: Esperanza” ile Fransa tarihinin en çok satan albümlerinden birine imza attı. Parçalarının MP3 formatında paylaşım ağlarında dolaşmasına karşı olmadığını açıklayan ve Virgin Records ile özel bir anlaşma yaparak Avrupa’nın en ucuz albümlerine imza atan Manu Chao, yedi ay içinde 2,5 milyon satışı yakaladı!

Peki, Manu Chao bu paraları ne yaptı?

Hemen söyleyeyim: “Afiyetle yedi…”

İyi ama nasıl?

Öykümüzün “şenlikli” kısmı tam da burada başlıyor :). Ama önce biraz geriye gidelim. Mesela 1961′e.. 1961… İspanya bir 14 yıl daha Generalissimo Franco’nun faşizminin yönetiminde kalacaktı. O yıl Galiçyalı gazeteci bir baba ve Bask bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Manu Chao, doğduktan birkaç gün sonra mülteciliği tatmak zorunda kalır. Faşist İspanyol polislerinden kaçan aile, Paris’in fakir bir gettosunda mülteci olarak yaşamaya başlar. Tanımadığı bir ülkeye gelen küçük çocuğun mahalle arkadaşları artık Perulu, Kolombiyalı, Cezayirli, Senegalli, Faslı, Tunuslu göçmenlerdir. Berberi çobanlarının müziği Rai, 90′ların başında Paris gettolarını ele geçirirken Manu Chao’yu da derinden etkiler.
1968′teki “güzel isyan” ve 2005 yılındaki hepimizin hatırlayacağı o büyük çatışmalar başta olmak üzere, sayısız kere ayaklanan bu mahalleler, Manu Chao ve grubu Mano Negra’ya müzikleri için esin kaynağını verdi. “Mülteci halkların Babil Kulesi” de denen Paris’in polis giremeyen gettolarından çıkan bu çocuğun müziği de kendisi gibi son derece keskindi ve çok açık bir politik mesaj taşıyordu: “Dünyanın bütün kaçakları, birleşin!

Nitekim, şarkılarında bunu çok açık bir şekilde görürüz:

—clandestino—
yalnız acılarımla giderim cezam yalnız gider kaçmak benim kaderimdir kanunla dalga geçerim çünkü babil kulesinin kalbinde bir haylazım bana clandestino(kaçak) derler çünkü kimliğim yok

kuzeyde bir şehre çalışmaya gittim
hayatımı cebelitarık ve ceuta arasında bıraktım
denizde bir ışık(işaret)
şehirde bir hayaletim
benim yaşamım yasaktır
öyle der kanunlar

yalnız acılarımla giderim
cezam yalnız gider
kaçmak benim kaderimdir
çünkü kimliğim yok
babil kulesinin kalbinde bir haylazım
bana clandestino derler
ben kanunları bozarım

mano negra clandestina
perulu clandestino
afrikalı clandestino
marihuana illegal!

(…)

Gariptir, Türkiye’de 90′ların başında moda olan tekerlekli el arabalarıyla kaset satışı, Paris’i de sarmıştır. Cheb Hasni’nin kasetinin Paris’teki el tezgahlarında 250 bin adet sattığı zamanlar; müziğin, satış kanallarının ve hatta dinleyicinin bile “kaçak ve yasadışı” olanının makbul olduğu bir güzel dönemdir yaşanan…

İşte böyle bir dönemde Manu Chao, Garcia Lorca’nın “İnsanın iyi bir İspanyol olması için işin içinde mutlaka Latin Amerikalıların olması gerekir” sözünü doğrularcasına, bir Güney Amerika turnesine çıkar. Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını keşfedişinin ve Amerika kıtasının yerli halklarının soykırımının 500. yıldönümünde, 1992′de Mano Negra (1984-1995 arasındaki müzik grubu) ile alternatif bir fetih hârekatına girişir! Eski bir tanker konser platformuna dönüştürülerek; Venezüela, Kolombiya, Meksika, Dominik Cumhuriyeti, Küba, Brezilya, Ekvator, Uruguay ve Arjantin kıyıları boyunca yerli halka bedava konserler verilir! Ada ada, kasaba kasaba Karayipler ve Güney Amerika kıtasını dolaşan grup, o güne kadar kazandıkları parayı, yukarda da ipucunu verdiğimiz üzere “afiyetle yer”!

Manu Chao’nun kazandığı paraları yeme yöntemlerinden bir diğeri ise, Cenova’daki G8 ve küreselleşme karşıtı eylemler sırasında yaptığı gibi, konserlere gelen eylemcilere kumanya dağıtmaktır.

Virgin Records ile anlaşmasına rağmen “ruhunu satmayan” Manu Chao, konserler ve kaset satışlarından gelen parayı “afiyetle yer” ve bunu kollektif bir eğlenceye dönüştürür. Son aldığım haberler, grubun arada sırada Barselona’daki bir yaşlılar evi/hastaneye gidip, onlar için çaldıkları yönünde :)

Yıllarca Fransa’da “bir mülteci, bir kaçak” olarak yaşayan Manu Chao, uzun bir süredir dünya medyasının dikkatini üzerine topluyor; boş vakitlerinde Le Canard Enchaine‘den[3] tanıdığımız ünlü karikatürist Jacek Wozniak ile şarkılı/şiirli bir kitap çıkarmaktan Emir Kusturica ile birlikte Maradona[4] üzerine film yapmaya kadar pek çok projede çalışıyor.

Ya yeni albüm? Ufukta yeni bir çalışma yok gibi. Korkarım, Manu Chao’nun bu işlerden sıkılıp, 1992′deki gibi yeniden kaçakların ve yasadışıların yanına kaçmasını bekleyeceğiz…

(…)

Peki, siz kimlerden kaçıyorsunuz?

Zorunlu askerlikten, ev sahibinden, polisten, BSA’dan, zabıtadan, evlenmekten, devletten… Kimden?

Hayatının bir döneminde “kaçak” olmamış hiç kimse yoktur. Ve Manu Chao müziğini kaçaklar, asiler ve yasadışı olanlar için yapar.

Dünyanın tüm kaçakları, birleşin! Ve bunu son derece eğlenceli bir müzik eşliğinde yapmayı unutmayın…


Alıntı: .moleschino.

4 Ekim 2007 Perşembe

The Death Match


Hitler Almanya'sının 2.Dünya savaşı sırasında Ukrayna'yı işgali akabinde gelişen yaşanmış dramatik bir hikaye ve futbolun hikayedeki rolü birçok kaynakta çok güzel anlatılmış.
Olayın gerçekleşmesinden günümüze kadar da iki güzel filme ilham kaynağı olmuş.
İlki Zoltan Fabri'nin yönetmenliğinde 1962 yılında çekilen "Ket felido a pokolban", ikincisi ise hepimizin artık ezberlediği yıldızlar geçidi misali "Escape to Victory"
**

2. Dünya savaşında alman orduları o zamanlar sovyetler birliğine bağlı olan Ukrayna'yıda işgal etmişlerdi. Hitler'in emriyle Alman milli takımı Ukrayna'da bir maç yapacaktı. Ukraynalıların bir takım çıkarmasını istediler. Ukraynalılar Dinamo Kiev takımını çıkardılar. Takımda bir kaç tanede başka takımdan oyuncular vardı. Takımın adınını yeni bir başlangıcı simgelemesi için FC Start olarak değiştirdiler.

Maç günü gelip çattı. Maç sıcak bir ağustos günü oynanıyordu. Alman milli takımının üstünde yeni yazlık formaları vardı. Kievlilerde ise eski kışlık yün formalar vardı. Hitler Kiev'den gelicek zaferi dört gözle bekliyordu. Trübünlerde ise bir çok üst düzey nazi subayı vardı. Bir çok Kievli taraftar trübünleri doldurmuştu. trübünlerde ayrıca silahlı bir çok alman askeri vardı. Maçın hakemi ise bir almandı. Ve maç başladı ilk atak almanlardan gelmişti. Daha sonra yavaş yavaş topla oynayan Dinamo Kievliler oldu. Ama alman takımı çok faul yapıyordu ve hakem de buna göz yumuyordu. Kaleye yaklaşamıyacaklarını anlayan Kievliler uzaktan şut atmaya başladılar. O zamanlar Sovyetlerin altın çocuğu olarak adlandırılan Kuscmenko ilk golü attı. İlk yarı bittiğinde Kievliler iki gol daha bulmuş almanlar ise sadece 1 gol bulmuştu. Soyunma odasına Dinamo Kievliler 3-1 önde gitmişti. Bütün oyuncular sevinç içerisindeydi. Derken soyunma odasının kapısı açıldı ve içeriye bir nazi subayı girdi. Dinamo Kievin çok iyi oynadığını söyledi. hatta onlara iltifat bile etti. Fakat odadan çıkarken savaşın keskin yüzünü gösteren şu sözleri söyledi: Ancak kazanmayı aklınıza pek getirmeyin. Kievli oyuncular birbirlerinin yüzüne baktılar ve gülümsediler ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. İkinci yarı oldukça tutuk geçti Dinamo Kievlielr iki gol daha bulmuştu almanlarda bir gol atmıştı. Maç 5-2 Dinamo Kiev'in üstünlüğüyle sona erdi. Maç bittiğinde Trübünde oluşacak bir isyandan korkan alman askerleri kievli oyuncuların gitmelerine izin verdi.

Maçın üstünden 6 ay geçmişti ve Kievli oyuncular bir fırında çalışıyorladı. Fakat almanlar hezimeti unutmamışlardı. Dinamo Kievli oyuncuları bir toplama kampına götürdüler. Bir gün bir olay olmuştu bir alman aracı kamp çevresinde bombalanmıştı. Üst düzey bir alamn subayı bunları Kievli oyuncuların yaptığını söyledi ve hepsini sıraya dizdirdi. Ve şöyle söyledi: eğer kimin yaptığını söylemezseniz her üç kişiden biriniz ölücek. İlk kurşun o zaman bir deri bir kemiğe dönmüş olan Kuscmenko'nun başına sıkıldı. Her üç kişiden birisi teker teker ölüyordu. Sıranın sonunda takımın kaptanı vardı. silah onun başına dayandığında şöyle dedi: Kızıl sporu asla öldüremiyeksiniz ve cansız bedeni yere düştü. Üstünde ise ağustos ayındaki ölüm maçında giydiği yün forması vardı.

2 Ekim 2007 Salı

Henry Bereketi ve Fabregas


Birçokları için Premier Ligi izleme sebebi olmuş olan, Arsenal'de oynadığı 8 senede 226 birbirinden nefis gollere imza atıp bir takımın nasıl bir kişi tarafından sürüklendiğinin resmidir Henry.
Fuleli adımlar, topla inanılmaz sürati, estetik, ince bilekler ve zekasıyla akıllara kazındı adeta, burda Wenger'in de büyük payını unutmamk gerek.
Arsenal bitti oğlum muhabbetlerine nazie yaparcasına geçtiğimiz dönemde Arsenal güzel futboluna tam gaz devam ederken Adebayor 6 gol atarak çok iyi bir çıkış yakalarken, patlamayı yine yeri dolmaz denilen Patrick Vieira'nin 4 numaralı formasını da devralan Fabregas yaptı.
Arsenal'in attığı 10 golde 4 gol 6 asist yaparken, Henry'nin gidişiyle stresten kurtulup daha yaratıcı olduk tadında açıklama yapmış.
Yıllardır güzel futbolundan ödün vermeyen Arsenal'i izlemekten bıkmayacağımız kesin...

Diğer tarafta Henry'li Barcelona ise geçtiğimiz hafta Levante'ye gol yağdırırken Henry hat-trick yaprı ve Messi ile uyumu inanılmaz ölçüdeydi, velhasıl anlaşılan alan da satan da memnun görünüyor.

Geçtiğimiz Hafta'dan Seyirci Rakamları


Avrupa'da geçtiğimiz hafta oynanan maçlardaki toplam seyirci sayısı ve ortalama şu şekilde;
Belirtmekte yarar var ispanya'da sayının düşük olmasının ana nedeni Barça ve R.Madrid'in deplasmanda oynaması kuşkusuz.

Toplam Seyirci - Ortalama
-------------- --------
Almanya 315.000 - 35.000
İtalya 222.000 - 22.000
İngiltere 293.000 - 28.000
İspanya 203.000 - 20.000

1 Ekim 2007 Pazartesi

ne güzeldir oktoberfest aman ammaan


Her yıl eylül ayı sonu-ekim başı gibi Almanya'nın Bavyera eyaletinin Münih kentinde gerçekleştirilen ve yaklaşık 2 hafta süren, biraya tapan su gibi mideye indiren alaman vatandaşlarımızın geleneksel kıyafetleriyle katıldıkları bir festival.
ülkemizde taraftar içeceği olarak hor görülen, göbek yapar-bebek yapar dayı bu diyerek elaleme bahane malzemesi olan bu güzelim içeceğin su gibi aktığı gecelerde, yılın flaş transferlerine imza atan, çok çabuk adapte olan alternatifi bol kadrosuyla estiren Bayern Münih'li topçularda buyurmuşlar.
Foto'da üç kafadar Klose, Toni ve Ribery koyu renkli özel mayalanmış biraları yudumlarken...
Özellikle Toni ve Ribery yerel kıyafetlerle 40 yıllık Bavyera'lı gibiler...

30 Eylül 2007 Pazar

Tickets


"Tickets" Ken Loach, Kiarostami ve Olmi'nin yönetmenliğini yaptığı ve üçünün de ayrı hikayeler anlattığı leziz ortak filmin en güzel ve bize en çok hitap eden Ken Loach yapımı.
Yılların eskitemediği Loach üstadın anlattığı hikayede Sweet Sixteen'den de hatırlayacağımız üç Celtic taraftarının Roma ile oynanacak şampiyonlar ligi maçına gitmek üzere trene binmeleri ve akabinde gelişen entresan durumlar, İskoç aksanı, akıllara zarar taraftar refleksleri, polisle kovalamacalar ve Roma taraftarlarının inişte yaptıkları güzellik sayesinde yırttıkları hikaye keyif veriyor.
Ülkemizde bu tarz filmleri ne yazıkki bazı festivaller dışında görmek nerdeyse imkansız, geriye sadece paylaşım platformları kalıyo, bulunuz indiriniz efenim...

Sokak Sanatçısı -> BanksY


Hakkında İngiliz olduğunun ve çocukluktan itibaren graffiti ile sokaklarda tanıştığının dışında pek de bilgi olmayan, kör olmuş toplumlara ilaç gibi gelmiş olan gizemli kişilik.
çizimlerini politik mizahla harmanlayan ve en önemlisi hiç bir zaman yakalanamayan, Dünyanın sayılı müzelerine kendi tablosunu farkettirmeden asan, günlerce orda kalıp kendi telefonu üzerine anlaşılan Londra, New York müzesi demeden bunu yapan Banksy'den sanata dair inciler; "Sanat ve sanat tarihi hakkında biraz bilgisi olan herkes, büyük sanatçıların diğerlerinden çok daha iyi veya tamamen kendine özgü şeyler yaptıkları için 'büyük' olduklarını anlar. Delacroix, Manet, Picasso'yu düşünün örneğin. Müzeleri ya da galerileri ziyaret eden insanlar sadece kendilerini 'kültürlü' hissediyor, ama eserlerin içeriğini anlamıyorlar. Yaptığım şeyleri Tate Modern Müzesi'ne koyabilirsin ve açılışını da Tony Blair ile Kate Moss yapar. Ama bu , dışarı çıkıp da yapmaman gereken bir yere bir resim yapmak kadar heyecan verici değil."

Filistin'deki malum Utanç Duvarı'na binbir güçlükle yaptığı graffitiler ise yıllardır aşağılık politikalarla işkence edilen insanlara ufak da olsa bir armağan adeta...

FC United yaşıyor, savaşıyor!..


United'lı takdir edilesi taraftarlar bilindiği üzere Ada'daki kulüplerin satışı trendinde yitip giden, Amerikan Futbolu'ndan sonra bir de futbolun beşiğine el atmayı uygun gören Glazer'i, hatta oğullarını uzun süre protesto etmişti ama her zamanki gibi kazanan taraf kodamanlar olmuştu. Para var huzur var gerisi hikaye diyip gelenekleri, futbolun özünü bir çırpıda ezip geçen şakşakçılara inat mücadelelerini amatör ligden başlayarak gururla devam ettiriyorlar tıpkı Wimbledon cephesinde olduğu gibi.
Özellikle ülkemizde sezon sonu hezeyan ve teselli unsuru olan Gönüllerin Şampiyonu tabiri bu adamlara yakışıyor kuşkusuz...
Resmi sitelerinden takibe devam;

http://www.fc-utd.co.uk/

futbol oynayan çocuklar


yağmurlu bir gün
dışarda futbol oynuyor çocuklar
uykularından balçık akıyor
umulmadık goller peşinde hepsi

ve yağmur yutuyor bütün golleri

yağmurlu bir gün
dışarda futbol oynuyor çocuklar
karanlık sofralarda morfin alıyor anneleri
ah bilseler olup biteni

ve yağmur yutuyor bütün golleri

yağmurlu bir gün
dışarda futbol oynuyor çocuklar
gülleler taşıyorlar ayaklarında
hırsından ağlıyor kimileri

ve yağmur yutuyor bütün golleri

yağmurlu bir gün
dışarda futbol oynuyor çocuklar
top yukardayken uyukluyor
tempo o kadar ağır
ve çekilmez ki
hakem düdüğüyle durmadan
oyuna çağırıyor düşenleri
ve yardıma melekleri

ve yağmur yutuyor bütün golleri

yağmurlu bir gün
dışarda futbol oynuyor çocuklar
azgın kamçısıyla sonbahar
dövüyor akasyaları iğdeleri

gövdeleri boşluğa savuruyor oyun

ve çocuklar kaynayan toprağı tırmalıyor
kararan göğü
gözümüzdeki kalın perdeleri...

ve yağmur yutuyor bütün golleri

1978
cahit koytak

***