28 Ekim 2011 Cuma

Deplasman Hakkımız...


 yollar var yollar uzun, hüzündür sonu hüzün...hesabı yine hakkaten hüzün oldu ama canı sağolsun ne diyebiliriz ki başka. Keşke biraz yürekli oynasaydık, topu tutabilseydik, her gol attığımız ertesi kendi sahamıza kapanmak yerine aksine rakip afallamışken üzerine gidebilseydik. Yıllar önce Kleberson'un uzaklardan attığı muhteşem golün güme gitmesi gibi Simao'nun acayip golü güme gitmeseydi...
Quaresma 2.golün ortası dışında tüm topları ezdi bitirdi ve hala tribünler takımdan çok ona bağırıyor hala. Egemen, Ernst gibi yürekli topçular lazım bize isim yapmış kendini kurtarmaya çalışanlar değil ya neyse...
Tribünler semt eskisi gibiydi sanki pozitif bir hava vardı az da olsa. Benim adıma en güzel şey tabi yolllara düşmek, eş dost görmekle beraber askerlik arkadaşımı görmek oldu dünden elde kalan.
Ve Simao'nun muhteşem golü ardından gelen yıkılma o gol sevinci neydi lan öyle, ayakkabımı aradım golden sonra öyle. Kabul etmesi zor olsa da tribünler tatsız tutsuz değişik değişik çoluk çocuklar ona buna bağırıyo falan tribüncülük öğretmeye kalkıyolar, takımdan çok fenere küfürle ilgileniyorla ve takım 2-1 galipken daha 70.dakikada makaralar başlıyo holey çekmeler falan ki sonra herzamanki gibi göt oluyoruz tabir-i caizse...
Sağa sola salça olmadan deplasman tribününe giren, yasakçı zihniyete karşı duran herkese selam olsun, bu arada fenerde caner acayip bir top oynadı sanki dün, takımı adına en iyi adamdı ya da bana öyle geldi. Son dakikalarda yediğimiz gol ve hayalkırıklığı maç sonundaki atkı atma olayını da gölgede bıraktı tabi...

26 Ekim 2011 Çarşamba

pis moruğun notları



bir hafta kalıp içtim, kiranın bitmesini bekleyerek, sonra da Village'in dışında bir oda tuttum. derli toplu büyükçe bir odaydı ve çok ucuzdu, nedenini anlayamamıştım. köşede bir bar buldum, bütün gün oturup bira içtim. param hızla tükeniyordu, ama her zamanki gibi nefret ediyordum iş aramaktan. sarhoş ve aç geçirdiğim her dakikanın benim için özel bir anlamı vardı. o gece iki şişe porto şarabı alıp odama çıktım. soyundum, bir bardak bulup ilk şarabı koydum ve karanlıkta yatağa uzandım. işte o zaman anladım odanın neden bu kadar ucuz olduğunu. "L" treni pencerenin önünden geçiyordu. durak pencerenin önündeydi. tam önümde. odanın tamamı trenin ışığı ile aydınlanıyordu. ve bir tren dolusu yüz geçiyordu önümden. korkunç yüzler: fahişeler, orangutanlar, deyyuslar, kaçıklar, katiller, efendilerim. sonra tren yavaşça hareket ediyordu ve oda bir kez daha karanlığa gömülüyordu bir sonraki tren dolusu yüzlere kadar, ki her seferinde beklediğimden çabuk geliyordu. iki şişe şarap almakla ne iyi etmiştim.
Pis Moruğun Notları, Charles Bukowski

24 Ekim 2011 Pazartesi

Shine

 

Yine kıyamayıp doğru zaman ne zmaansa artık o anı bekleyip izleyeceğim arkadaş dediğim ve sonunda izleyebildiğim mükemmel film Shine.
Konusunu falan okuyanlar öf pöf diyebilir ki o yüzden bu tür işlere hiç girmem. Yok klasik müzik, pitano, Rachmaninoff falan geçiyo lan filmde kaçın diyenler olacaktır ama çok şey kaçırır izlemeyen a dostlar.
Geoffrey Rush sen nasıl bir insansın dedirtiyor artık oyunculuk mevzuunda hayvani işler yapmış adam ağzın açık izliyosun ve gık demeden. Hikaye temelde aslında çok tanıdık. Otoriter hatta manyaklık derecesinde takıntılı baba figürü ve kendi çizgisinde gidemeden babasına boyun eğen, zincirlerini kırmak isteyen sessiz evlat, bir dahi David'in hikayesi.
O kadar çok nokta, sahne, mevzu varki anlatılması gereken izleyiciye bişey kalmaz harbiden ben çok sevdim filmi, iki tane sahne şimdiden best of'uma girdi bile. David'in çocukluk döneminde bahçede babası ve kardeşiyle takıldıkları esnada annesinin camdan baktığı sahne inanılmaz etkileyiciydsi ve bir de sonlara doğru çıplak şekilde trambolinde kulaklığı takılı hop hop zıplarkenki sahne müthişti sayın abim.
Karman çorman bir yazı oldu ama tekrar izlenesi filmlerden biri olarak akıl defterime çoktan not ettim, çok sevdim be abi.
Geoffrey Rush olayı da bizim eşekliğimiz, abiyi tanıyoruz ediyoruz sağlam oyunculuğundan şüphe yok lakin yeteri kadar tanımadığımız da gerçek. Bir nevi Tuncel Kurtiz'in gudik dizilerde insanlar tarafından tanınması ne kadar trajikse bizlerin de Geoffrey abiyi Karayip Korsanlarından falan tanımamız bir o kadar trajik...

23 Ekim 2011 Pazar

Halil Sezai - İçip İçip

 soner kardeşime teşekkür ederekten, gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun...