26 Temmuz 2008 Cumartesi

Kaybolan Sol - Kemalizm'in Gölgesi


Radikal'de yer alan yazı ilgimi çekti, güzel noktalara işaret ediyor.

Kemalizm adı altında solun ilerlemesine izin vermeme öte yandan solu da sahiplenme, haddinden fazla lokal söylemler, günümüze geldiğinde ise en çok konuşması gereken sol ülkede kalmadığından daha doğrusu kampüslerle sınırlı kaldığından günümüzün kısır politikaları ve söylemlerine mecbur bırakılıyoruz...
68 hareketi de çok konuşuldu ama bizdeki 68'in Fransada'ki ve diğer birçok bölgedeki gibi evrensel-hümanist nedenlerden çok gittikçe ilerleyen Türk-Amerikan ilişkileriyle harlanan Anti-Amerikan ve tamemen milli meseleler temelli ulusal bir hareketti.
Velhasıl geçmişten günümüze ayakları üzerinde durabilen, evrensel değerlere başlı bir sol yaratılamaması da günümüz koşullarını oluşturan nedenlerden olsa gerek.


Demokrasiye dayalı bir sistem değil, ”şahıslar için Cumhuriyet” kurulduysa, sadece dağlarda
değil, kentlerde de insan avcılığı ve zulüm eksik olmayacaktır. Buna karşı sol, kendi içindeki problemleri çözmeden ve istenilen doğrultuya girmediği sürece, sola ve yola vuran ışık, toplumu karanlıktan kurtaran umut olmayacaktır. Bugün “Ergenekon” koduyla sürdürülen Laik-İslamcı güçlerin çatışmasına karşı, sol ışığın melül yanması, toplumu seçeneksiz bırakıyorsa, sol, bedenini ve ruhunu yani tüm mücadele aksiyonlarını yeniden gözden geçirmelidir.

Solun sol yolculuğu ve üzerinde beslenip filizlendiği topraklar, Kemalist kadroların boy attığı arazilerdir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri, Kemalist kadroların solu ‘düşman konsepti içerisine aldığını biliyoruz. Ancak Kemalist hareket, solun öncü kadrolarını bir taraftan bertaraf ederken, diğer yanda batılı ve milliyetçi-ulusalcı yanını kullanarak, bir şekilde solun içine tohumlarını serpiştirerek, solu kendi denetiminde tutma sürecini elden bırakmadığı da bilinen bir başka gerçektir.

Bir alıntıyla giriş yapalım:”İlericilik gericilik, laiklik ve Cumhuriyet eksenli düşünen sol, sonuçta Kemalizm’den kopamıyor. Ve bu ‘sol’ sınıfsal duruşu olmayan bir sol olmuştur. (Hüseyin Çakır, Taraf gzt. 24. 05. 2008)

“Birçok etken bir aradaydı diyebiliriz. Türk solunun milliyetçi refleksi mutlaka bu süreçte bir pay sahibi, ama devletin bu konudaki ürkütücü tabuları bazı kesimleri biraz yan çizmeye teşvik eden bir tehditti…” (Milliyetçilik s. 219) Murat Belge


Solu kendi düşünsel ekseni üzerinde tutmaya çalışan Kemalist kadroların, ikinci veya üçüncü düşman güçlerle çatıştığında, kitleleri ikna etme -destek amaçlı olarak- solu kullanma hevesinden, bir şekilde 60’ların sonuna doğru bir kopuş yaşandığını görüyoruz. 68 sol hareketinin içinde gelişen, sosyalist sol, sınıfsal ve evrensel ideolojik eksenli gelişimi, solu ruhuna uygun bir istikamete doğru götürdüğü -Kemalist kadrolardan uzaklaştırdığı- için, 12 Mart darbesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Solun yeni bakış açısı, gücünü sistemin silahlı güçlerinden değil, işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinden alması gerektiği perspektifi, solun Kemalist hareketle olan eski iyi komşuluğunu sona erdirmiştir.

‘Sahte Komünist Partisi’

Irmağı çıkış noktasından takip edip bugüne gelirsek. Kurtuluş savaşı döneminde ve cumhuriyetin kuruluş aşamasında, İngilizlerle pazarlığını sürdüren M. Kemal, eş zamanlı olarak içerde kendi eliyle kurdurduğu ‘sahte komünist Partisi’ üzerinde SSCB ile dostluk siyasetini devrede tutarak başarıya ulaşmıştır. Ancak, Kurtuluş savaşı döneminde içerde zorunluluktan dolayı kurulan bazı müttefiklikler, Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, düzenin selameti için düşman ilan edilerek tasfiyesi uygun görülmüştür. Devreye konulan bu konsept, yeni Cumhuriyetin yakın düşmanlarını çoğaltmıştır. Cumhuriyet Kadrolarının oluşturduğu bu düşmanı ablukadan dolayı, bu coğrafyada kanlı bir süreç yaşanmasına sebep olmuşlardır.

Bu yolculuk sürecinde Kemalist hareket, Milliyetçi ve ulusalcı teoriler geliştirerek, daralan yolunu açmak adına, en yakınında bulunan ‘sol’cu Türkleri kendi siyasi alanında tutarak, kontrol mekanizmasını ve yönlendirme olanağını elinde tutmuştur. Aynı zamanda bu zeminde tutamadığı sol hareketin öncü kadrolarını bertaraf etmeyi de ihmal etmemiştir. Ve bir alıntıyla devam edelim. ”Sol, daha 1920’de Mustafa Suphi ve arkadaşlarını, 1948’de Sabahattin Ali’yi, yakın tarihimizde de isimsiz nice kahramanı ’derin güçlere’ kurban veren bir tarihten geliyor…”