8 Kasım 2007 Perşembe

elde var hüzün - volume. bilmemkaç


Yer yine İngiltere ve yine hüsran, Leeds United'tan yediğimiz 6 gol ve kaleci Shorunmu'nun o kendine has surat ifadesiyle ağlardan sürekli çıkarmak zorunda kaldığı maç ister istemez insanın aklına geliyo.
Ve her ne kadar son zamanlarında şakşakçılık adına yaptığı hareketler bana yapmacık gelse de o maçta gerçekten bizler gibi, taraftarlar gibi kahrolan, kendisine yediremeyen bir kişi vardı o da Pascal Nouma idi. hatta Mills ile giriştiği mevzu da hala akıllarda.
Dünkü utanç tablosunda maçı terlemeden bitiren, ne yaptığı belirsiz sanki işsizler kahvesinden adam eksik olduğu için toplanmış adamlar misali anlamsız hareketlere imza atan topçular, popülizmin dibine vuran demirören, geldi geleli rahat gün göremediğimiz Sinan Engin adlı şahsiyet ve yılların birikimi olan berbat yönetim akabinde Beşiktaş'ın adım adım çözülüşü.
Hala başkanlık koltuğunda oturup ahkam kesebilen, utanmadan konuşabilen bu adamlara umarım ilk maçta en güzel cevap verilecektir yoksa koca kulüp fotomaç ve türevi maymun gazetelerin maskarası olmaya devam edecek, aynı Leeds maçı ardından attıkları Beşiktaş Altına kaçırdı tipinde gudik başlıklar gibi.
Uyku kaçıran sanki karabasan gibi nefes aldırmadan adamın üzerine gelen bir maçtı dünkü, eminim insanlar hala acı çekiyo, eski günler de bir yandan akla geliyo, Fulya tesislerinin tellerinin bir yanında gariban bir adam "kaptan maç 3-0 iken çocuğumu yatırdım sonrası malum, ben oğluma nasıl anlatacam bunu" haykırışları, Şifo'nun boğazının düğümlenmesi onun çok kullandığı ve sevdiği sözcük olan "akabinde" bizlerin de boğazımıza oturan, hüsranlar, taraftar profilini oluşturan melankolik, mazoşist yanımızı da yılların verdiği tecrüblerle katmerlemiş maçlardı bunlar.
velhasıl devir değişti topçular da yönetimlerde Beşiktaş'ta çok değişti, alınan skorlar çok değişmese de çürüyen, kan kaybeden, yanlış yönetilmekten kangren olmuş kartalı görmek acı veriyor be kardeşim...
daha ne kadar ibrahim üzülmezleri izleyecez bilmiyorum ama ben kazma diye zamanında dalga geçilen Takoz Recepleri, Ulvi'leri, Kadir'leri onların o yüreklerini, amatör sevdalarını seviyorum.
Kibar Feyzo Feyyaz gibi posterini asacak bir tane topçu niye yok diye soruyorum, çözüm nedir, alternatif nedir diyorum, hangi iş adamı gelecek yine neler vaat edecek, koltuk sayesinde ne işler bağlayacak diyorum, uyuyamıyorum...
Demirören, git kendine küfür ettirmeden...

7 Kasım 2007 Çarşamba

Sinemada Akımlar

Sinemada birçok akım var ama bunların belli başlıları Türkiye’nin önemli sinema adamlarından Prof. Dr. Alim Şerif Onaran tarafından şöyle kategorize ediliyor: (*)


Dışavurumcu Alman Sineması

1900’lü yıllarda Fransa, Rusya, İsveç, Norveç, Çekoslavakya ve Polonya ile tek tük İngiltere ve Amerika'da görülen bu akım, gerçek anlamda kendini tüm sanatlardaki gelişmesiyle Almanya’da gösterir. Öncelikle resimde görülmüş, daha sonra heykel, mimari, edebiyat, tiyatro ve müziğe yansımıştır. 1919-1939 yılları arasında Almanya’da Alman dışavurumcu akımının etkisiyle Dışavurumcu Alman Sineması ortaya çıkar. Dışavurumculukta gölgeli bir ışıklandırma, gerçeküstü bir dekor, yapay rol yapma ve gerçek olmayan bir dünyada gezinen kameranın aşırı üslubu dikkat çeker. Filmlerde kaba ve barbar görüntüler hakimdir. Ölüm ve düşük yaşama ilişkin nesnelerle beraber, savaşın kızıştırdığı umutsuzluk ve erime bu dönemin konularıdır. Daha iyi bir dünya düşlenir. Bu düşle birlikte "gerçekçilik" bir kenara bırakılır, soyut ve metafizik olan önem kazanır. Görsel anlatım güçlüdür. Güncel hayat dikkate alınmamış ve "ben"in derinliklerine inilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde fantastik dünyaya ışık tutan belli başlı filmler şunlardır:Stellan Rye (Praglı öğrenci)Henrik Galeen (Golem)Otto Rippert (Homonculus)Robert Wiene (Doktor Caligari’nin Muayenehanesi)Bunlardan Doktor Caligari’nin Muayenehanesi’den kısaca bahsedecek olursak; Robert Wiene tarafından yönetilen bu film, dışavurumcu sinemanın başlangıcı ve psikolojik filmlerin ilk örneği olarak kabul edilir. Senaryosu Karl Mayer ve Hans Janwitz tarafından yazılmıştır. Filmde Dr. Caligari adlı birinin "Cesare"adlı bir genci hipnotize edip ona cinayetler işletmesi anlatılır. Film "öznelliğin" beyaz perdedeki yüzüdür. Görsel bir şöleni andıran filmde insanların öfke, şiddet, sevinç gibi duyguları dekorda yer alan simetrik şekillerle anlatılmaya çalışılmıştır.

Şairane Gerçekçilik


Şairane Gerçekçilik Fransa’da doğmuş ve en çok ilgiyi de bu ülkede toplamış bir akım. Akım "Şiirsellik" ve "Gerçekçilik" olmak üzere iki dinamik üzerine temellendirilir. Akımın şiirselliği; seçilen mekanlarda ve film karakterlerinin davranışlarında yatar. Islak caddeler, sisli limanlar ve kır kahveleri mekan olarak seçilmekle beraber, film karakterlerini asker kaçakları, umutsuz katiller ve yaptığı evlilikten mutlu olmamış kadınlar oluşturur. Filmlere marazi bir ruh hali hakimdir. Genellikle yasak ya da imkansız aşklar anlatılır. Akımın "Gerçekçilik" yönünü ise karakterlerin karşılarına çıkan, yaşamın katılığının simgesi olarak görülen polis ve gangsterlerin varlığıdır (Onaran, 1986:138). Akımın ortaya çıkmasında Jean Vigo, Marcell Herbier ve Julien Duvivier gibi yönetmenler etkilidir. Akımı temsil eden belli başlı filmler ise şunlar:Jean Vigo (Hal ve Gidiş Sıfır)Jean Vigo (Geçip Giden Çatana)

Yeni Gerçekçilik

1945 sonrası İtalya’da doğan bu akımda sinema yeni bir boyut kazandı. Jean Renoir’la birlikte "şiirsel realizm" tarzını benimseyen filmler yapılmaya başlandı. Bu akıma göre; gerçek hayat oluşumlarında kapıların dışında çekimler yapılmalı; bir belgeselle aynı tarzda olmalıydı. Yeni Gerçekçi yönetmenler kamerayı sokağa taşıyarak anti-stüdyo görüşünü oluşturdular. Doğal ışığı, oyuncuyu kullandılar. Melodramlar bir kenara bırakılarak, savaştan sonra zarar görmüş ülkelerin sokaklarına yöneldiler. Kamera ile en iyi şekilde eldeki anın gerçeğini yakalamaya çalışırlarken aktör ve aktristler de "doğaçlama" yaptılar. Öykü bırakılarak hayatın acı tecrübesine yakınlık kural haline geldi. Hikaye örgüsü olmaksızın bir olay olduğu gibi görüntüleniyordu. Fakirlik, işsizlik, savaş sonrası ekonomik kaos ve belirsizlik filmlerin başlıca öğeleriydi. Filmlerde son yoktu ve gelecek belirsizdi. İtalya’nın o günkü tarihsel koşulları nedeniyle insanların içine düştükleri trajedi ve boşluk filmlerde yaratılan boşluğun getirdiği acı ve belirsizlikle yansıtıldı. Bu akımın belli başlı yönetmen ve filmleri şöyle:Luchino Visconti (Ossessione/Tutku, La Terra Trema/Yer Sarsılıyor)Roberto Rosselini (Roma, Città Aperta/Roma Açık Şehir), Germania Anna Zero/Almanya Sıfır Yılı)Vittoria De Sica (Sciuscia/Boyacı ya da Kaldırım Çocukları, Ladri Di Biciclette/Bisiklet Hırsızları)

Yeni Dalga
1950 sonrasının Fransa’sında ortaya çıkmış bir sinema akımı. Fransız Yeni Dalga akımı 2. Dünya Savaşı sonrası varolan Fransız film yapım kurumuna karşı tepki olarak doğmuştur. Öncelikle, kişilerin filmleri, aynı bir romancının kitap yazması veya bestecinin bir müzik parçasını yaratması gibi yorumlamaları gerektiğine inanmışlardır. İkinci olarak da, klasik film yapımından farklı olarak yeni bir sinema dilinin bulunması gerektiğine inanmışlardır. Savaş sonrası sarsıntıları aza indirgemek için hükümet destekli filmlerin yapımı CNC’nin (Contre National Cinematographie) 1946 ekiminde kurulması, yabancı ortak yapımlı filmlerin yapımı (Savaş Bitti, Çılgın Pierrot, Ve Tanrı Kadını Yarattı) Fransız sinemasını yeniden canlandırdı. Bu gelişmelerin etkisi ile 1960’ların başlarında Fransız Yeni Dalga film endüstrisinin kalbi ve ruhu haline geldi. Yeni Dalga yönetmenleri Hollywood’un yüzeyselliğinden kaçınırlar. Roberto Rossellini’yi örnek alarak Paris’in sokaklarına çıkarlar. Sonsuz kurgulama olanakları, kamera çalışması, ses ve mizansenle oynamayı sevmişlerdir. Aynı zamanda sevilen filmlerden alıntılar yapılmıştır. Yeni Dalga, klasik Hollywood öykülemesinden farklı bir stilde hikayeler yaratır. Öyküleyici sahneler birbirini anlamlı bir biçimde izlemez. Seyirci hiçbir zaman ne olacağını bilemez. Komik bir sahne bir cinayetle tamamlanabilir. Kurgulama can alıcıdır. Bu akımı temsil eden belli başlı yönetmenler şunlardır:Alain Resnais (Hiroşima Sevgilim, Geçen yıl Marienbad)François Truffaut (400 Darbe)Jean Luc Godard (Nefes Nefese, Serseri Aşıklar...)Claude Chabrol (Yakışıklı Serge, Kuzenler)

Özgür Sinema
1956’da Lindsay Anderson, Karel Reisz ve Tony Richardson tarafından yönlendirilen, Anderson ve Reisz’in editörü oldukları Sequence dergisinde düşüncelerini yayımladıkları İngiliz belge hareketidir. Politik atmosfere de yansıyan bu akım yeni solun başlamasıyla ticari İngiliz sinemasını da etkilemiştir. Çalışan sınıfın problemleri ve sosyal içerikli konularıyla İngiliz Sinema Enstitüsü (BFIY) tarafından destek gören bu akımın yönetmenleri ilk yapıtları olarak belgesellerle başarı kazanmıştır. Ardından konulu filmlere geçilmiştir. Akımı temsil eden başlıca yönetmenler ve filmleri şunlardır: Lindsay Anderson (This Sporting Life)Tony Richardson (Tom Jones, The Loneliness of the Long Distance Runner)Karel Reisz (Saturday Night and Sunday Morning/Sevişme Günleri)

Yeni Sinema
Yeni Sinema akımı, 1960’larda Brezilya’da yayılmaya başladı. Amacı yabancı etkilerden uzak olarak kendi film kültürlerini oluşturmaktı. Nelson Pereira Dos Santos, Glauber Rocha ve Riy Guerra gibi yönetmenlerin bayrak taşıyıcılığını yaptığı "Yeni Sinema" akımı kendi ülkelerindeki ve dünyadaki sinema izleyicilerine, toplumsal adaletsizliğin egemen olduğu bir ülkenin gerçeklerini, bazen bir belgeselin gerçekliğiyle bazen de Brezilya kültürünün izlerini taşıyan simgeleri kullanarak gözler önüne serer. Yeni sinema elemanları, yaptıkları filmlerde anlatımdaki özgürlükleri ve yapımdaki bağımsızlıkları açısından örnek gösterebilecek bir akımdır. 1967 sonrası da dünyadaki gelişmeler siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki bunalımlar, yeni sinemacılara büyük bir darbe vurdu. Toplumsal içerikli konular bırakıldı, renkli karnaval ve eğlence hayatına ilişik konulara yer verildi. Açlığın, tutkunun ve şiddetin sineması olan yeni sinema, böylelikle yeni bir boyut kazandı ve gerçek amacından uzaklaştı. Bu akımın temsilcileri ise şöyle:Glauber Rocha (Terra Em Transe/Kendinden Geçmiş Ülke)Antonia Des Mortes (Borrauanto/Fırtına)Ruy Guerra (Os Café Jestes/Arzu Plajı)

Deneysel Sinema

Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü, deneysel film için "Sinemada alışılmışın dışında yenilikler deneyen film çeşidi" tanımını veriyor. Kantz ise deneysel sinemayı açıklarken "özgün ve gelenekselden ayrı çalışmalar yapan kişileri kapsar" der. Sabri Kaliç ise deneysel sinema adlı yapıtında, her yenilik getirmiş film deneysel filmdir diye açıklar. Deneysel sinema hakkında tanımlar birebir yapılanı açıklamaya yeterli olmadığı gibi, bu çalışmaları da adlandırırken bir karışıklık söz konusudur. Kaliç, deneysel sinemayı adlandırmak için; underground (yeraltı) sineması, avantgarde (öncü) sinema, independent (bağımsız) sinema ve experimental (deneysel) sinema gibi terimler kullanır. Deneysel filmleri tanımlamanın en iyi yolu, onların "tanım kabul etmez" oldukları gerçeğini görmektedir. Deneysel film çekimlerinden dünya sinemasından örnekler verecek olursak şu filmleri sayabiliriz:Tony Conrad (Flicker/Kırpışma, 1966)Andy Warhol (Sleep/Uyku, 1963)Louis Delluc (Fievre)Louis Bunuel (Un Chien Andolou/Endülüs Köpeği)Viking Eggeling (Diagonal Symphony/Çapraz Senfoni)
Diğerleri
Günümüzde sinema akımları artık bu kalıpların çok dışına taştı, daha alt başlıklarda kendini kendini ifade etmeye başladı. Neredeyse her yönetmen kendini ifade etmede yeni bir akımın temsilcisi oldu. Kullanılan dil giderek zenginleşti ve yaygınlaştı. Bu dil zenginliğine sinema endüstrisinin kalbi olan Hollywood değil, diğer ülkelerin sinemacıları da büyük katkılarda bulundu.Quentin Tarantino’dan Oliver Stone’a, Tarkovski’den Clint Eastwood’a sıralanabilecek birçok yönetmen kendi bireysel üsluplarıyla sinemaya damgalarını vurdular. Şiddet sinemada sık kullanılan bir anlatım aracına dönüştü ve bu çoğu kez eleştirilere uğradı ancak bu arada şiddetin destanını yazanlar da yok değildi. Yine Tarantino Pulp Fiction’da, Oliver Stone Platoon’da, Eastwood Unforgiven’de şiddeti estetize ederek derin etkiler yarattılar.Öte yandan Avrupa sinemasında birçok yönetmen kendi başına bir dil oluşturdu. İgmar Bergman da bunlardan biri örneğin. İsveç sinemasının bu büyük yönetmeni kendi üslubunu tüm dünyaya kabul ettirdi.(*) Prof. Dr. Alim Şerif Onaran. Sinemaya Giriş. Filiz Kitabevi

5 Kasım 2007 Pazartesi

Türk Sinemasında Yabancı Çizgi Kahramanlar

Örümcek Adam
İlk kez 1966 yılında Cevat Okçugil ile Yeşilçam'a girmiştir. Ancak uzun ömürlü olamamıştır. Örümcek Adam'ın 1973'te yer aldığı başka bir filmi ise dünya sinemasında eşine oldukça ender rastlanabilecek bir türdendir. Üç Süper Adam adlı filmi Fikret Uçak yönetmiş, senaryosunu Doğan Tamer yazmıştır. Bu filmde sinema tarihinde ilk ve son kez Örümcek Adam kötüdür. Filmde ayrıca Kaptan Amerika, Meksikalı güreşçi El Santo zamanın Venomu gibi başka süper kahramanlar da vardır. Film, şiddet sahneleri ile doludur, deniz motoru pervanesi ile öldürülen adamlar, biçki makinesi ile doğranan kötüler, şişle dağlanan kadınlar vb. Film pek çok araştırmacı tarafından "şok edici" bulunmuştur.

Kızılmaske
Yeşilçam'da aynı döneme denk gelen iki ayrı Kızılmaske filmi vardır. Biri 1968 yapımı Tolgay Ziyal'ın yazıp yönettiği Kızıl Maske'dir. Bu filmde Fantom, çizgi romandaki özelliklerine nispeten sadık kalınarak sinemaya aktarılmıştır. Çetin İnanç'ın aynı yıl vizyona giren Kızıl Maske'si ise biraz daha farklıdır. Fantom daha bir Türk'tür. Artık macera peşinde koşamayacak kadar yaşlanan babasının elini öperek göreve başlar, filmde yerel şiveler kullanılarak komiklikler üretilir. Üstelik kostümü de orijinali gibi değildir. (Kıyafetin göğsünde bir "S" var. Zaten aşağı yukarı bütün kostümlerde bir S harfi veya yarasa işareti mevcut. Hatta bazısında ikisi birden bulunuyor. ) Filmde başka ilginçlikler de var: Sinema tarihinin ilk ve son zenci Fu Manchu'su gibi. Kızılmaske, Levent Çakır'ın oyunu ile 1971'de tekrar beyaz perdede boy göstermiştir.

Red Kit
Dünya sinemasında ilk kez Türkiye'de beyaz perdeye aktarılmıştır. 1967 yılında Öztürk Serengil'in başrolünü oynadığı filmde Serengil gördüğü bir rüyada kendini Red Kit sanır ve vahşi batıda macera peşinde koşar. 1971 yılında bu kez İzzet Günay Red Kit olur ve Dalton Kardeşleri kovalar. 1974 yılında ise son Red Kit Aram Gülyüz'ün yönetiminde Sadri Alışık olur. (Red Kit Atını Seven Kovboy) Batman: 1973 yılında Levent Çakır'ın oynadığı bir filmde Batman, Yeşilçam'a ayak basmıştır.

Süpermen
Yeşilçam'ın en sevdiği karakterlerdendir. Sık sık sinemada boy göstermiş, kendisi olmasa bile adı afişlerde yer almıştır. (Süpermenler gibi...) Süper Adam - 1971, Süper Adam Kadınlar Arasında - 1972, Süper Adam İstanbul'da - 1972, Süpermen Dönüyor - 1979 giibi. Bunlar arasında orijinal konuya en fazla sadık kalan Kunt Tulgar'ın Süpermen Dönüyor'udur. Ayrıca bu filmde ilk kez Türk sinemasında bir adam uçurulmuştur. Ayrıca bir tek Süpermen'in yetmediği filmler de vardır. İtalyan İtalo Martinenghi'nin Erler Film ile ortaklaşa gerçekleştirdiği bir Süpermen parodisi olan filmin başrollerini Cüneyt Arkın, Aldo Conti ve Sal Borghese oynamıştır. Aynı İtalyan'ın bu kez Yavuz Yalınkılıç ile gerçekleştirdiği Üç Süpermen Olimpiyatlarda ise türün en acayip filmi olmuştur. Dağınık senaryo, anlamsız diyaloglar, kötü yönetim vb. gibi sebeplerle film uç bir örnek olarak tarihte yerini almıştır. Süpermen'in dişi versiyonu yok mudur? Elbette vardır: Gülgün Erdem, Süper Kadın Dehşet Saçıyor (1972)...

Zagor
1970'de ilk Zagor, Cihangir Gaffari ile canlandırılır. Bu Zagor'un dünya sinemasında ilk görünüşü olmuştur. Bir yıl sonra Nişan Hançeryan Levent Çakır'ı Zagor yapar. Kara Korsan'ın Hazineleri ve Kara Bela... Bu iki filmde Zagor çizgi romandan aynen sinemaya aktarılmıştır. Yanında Çiko'su ve Kazma Kürek Bill'i olduğu halde maceradan maceraya atılır. Üstelik kötü imkanlarla, oyuncuların kişisel gayretleri ile. Bir sahnede Levent Çakır 15 metre yükseklikte bir kuleden akrobatik hareketlerle aşağı atlar. Bu filmlerle ilgili enteresan bir not da şu: Zagor nedense AHYAAK yerine YİHHUU diye bağırmaktadır. (Bu filmlerde mutlaka karakterin orijinal bir özelliği ile oynuyorlar, Yeşilçam geleneği herhalde. Belki de yayıncının telif hakkı istemesi korkusundandır.)

Swing
EsseGesse stüdyolarının ürünü olan Swing, bilindiği üzere ilk ve tek olarak Yeşilçam'da sinemaya uyarlanmıştır. Filmde Salih Güney, Swing'i, Ali Şen Mister Blöf'ü, Süleyman Turan Gamlı Baykuş'u, Gülgün Erdem ise Betty'i canlandırmaktadır. Swing'in bu macerası çizgi romanından aynen sinemaya aktarılmıştır. Puik bile eksik değildir.

-------------------------------------------------------

Dünyayı kurtaran adam kadar fenomenleşmiş yurtdışında da fan toplamış bu uyarlamalardan bir iki örnek;

Turkish Superman



bir de izlemeye katlanabilen varsa diye Kilink vs Superman var ki akıllara zarar

4 Kasım 2007 Pazar

bitirilmek istenen bir kültür;kamyon arkası yazıları



Yeni ticaret kanunu kapsamında yasaklanan bir fenomen olan kamyon arkası yazılarını kanat atkaya da iki haftadır gündeme getirirken tek rakibim THY, Canısı gibi klasiklerden sonra kendisini geliştiren, kabuk değiştiren, apayrı bir mizah örneği oluşturan bu kültürden harika örnekler sunmak farz oldu;
Yaz aylarında yapılan yarışmada derece yapan yazılar şunlar:

"Kamyon çeker, 10-20 ton, gönlüm çeker Paris Hilton"
"Araman için illa hata mı yapmam gerekir"
"yi mazot selülit yapmaz"
"Bas gaza, frene, debriyaja. Götür ver parayı vergiye, stopaja"
ve diğerleri;

Firedi'nin Kabusu
Geç! Dayın kurban olsun...
Biçki Dikiş Kurslum
hatalıysam ara'ya alternatif olarak "Sıkıysa Ara"

bunlar da met-üst usta'dan futbolcuların forma arkası yazıları;

  • Stopersin dediler, vermediler!
  • Kazmayım ama para bende!
  • Hakem affeder, ben affetmem!
  • Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri'nde bekliyorum Kumburgazlı'm!
  • Kaderimse atarım!
  • Fatih Terim, Allah kerim!
  • Ye dedi gollerin!
  • Zalim hakem triosu, ayırma bizi!
  • Bana derler Adanalı Hasan Şaş, kelebek gibi uçarım, arı gibi düşerim!
  • Tek rakibim, Brezilya Hava Yolları!
  • Yaklaşma toz olursun, çalımlama pişman olursun!
  • Gelişine vurma bana kara forvetli!
  • Gollerin ustasıyım, röveşata hastasıyım!
  • Kuzu kurdun, gol forvetin!
  • Top delikanlı olsaydı, yuvarlak olmazdı!
  • Şu âlemde tek gizli forvetim!
  • Driplingime seyirci, duruşuma başkan hasta!
  • Liberoysan bas topa, forvetsen vur topa!
  • Hakkaten seviyorsan, gel Dereağzı Tesisleri'ne vicdansız!
  • İki aşk arasında konturpiyede kaldım!
  • Hatasız gol olmaz!
  • Vaktinde gel sevgilim, tayming hatası yapma!
  • Aramızda karlı dokuz metre on beş santimler var!
  • Gençliğim haram oldu, şu fair-play uğruna!
  • Orta sahada geçme beni, ceza sahasında üzerim seni!
  • Al da at dercesine sevmiştim seni kahpe!
  • O şimdi stoper!
  • Tiryakin oldum zalim, iğneyle oynuyorum!
  • Sana değil, rakibime isyanım!
  • Allahım, ofsayta düşürme hiçbir kulunu!
  • Gol yarası gol yarası, en derin yaraymış meğer!
  • Hadi ordan sarkık libero!
  • Bir formama, bir de sana domuz gibi hasretim!
  • Gollerim taraftarın, kalbim senin Lüleburgazlı'm!
  • Üç büyükler diye diye bir meçhule gidiyorum!
  • Şenol Güneş balçıkla sıvanmaz!
  • Hiç olmazsa prensipte anlaş benimle Borisya Dortmuntlu'm!
  • Eleştiriler yapıcı olmalı bebeğim!
  • İsmim Ergün Penbe ama kaderim sarı-kırmızı yazılmış!
  • İbrahim Üzülmez ise Bülent de Korkmaz uleyn!
  • Sağlı sollu kontrataklarla geliyorum peynir gözlüm!
  • Nöşetel Samaks'ı ne çabuk unuttun liselim!
  • Aşkımız ebedi, rekabet ezeli!
  • Top filelerle kucaklaştı ama biz kucaklaşamadık fındık beyinli'm!
  • Aşk uzun bir maraton, sana da yeter bana da!
  • Orta-şut karışımı bakma bana!
  • Kaleyi cepheden gören bir yerlerde buluşalım!
  • Uzaktan seveceğim, yalnız Erman hoca bilecek!
  • Bir UEFA Kupası'na bir de sana doyamadım birtanem!
  • Sensiz her saniye deplasmanda gibiyim!
  • Köşe gönderine adını yazdım!
  • Bir senin, bir de Hakan Şükür'ün alternatifi yok on yedili'm!
  • Hadi top bizi sevmedi, sana ne oldu nankör kedi!
  • Maradona'yı da bir ana doğurmadı mı!
  • Bu aşk penaltılara gider!
  • Hava güneşli, Hami Mandıralı, Mustafa Denizli, ben ise çok yalnızım!