8 Aralık 2007 Cumartesi

The Elephant Man

Genetik bir bozukluk sonucu ucubeye dönen John Merrick'in enteresan hikayesi, Anthony Hopkins ve Johnt Hurt'un döktürdüğü Bir David Lynch şaheseri.
ve unutulmaz filmin unutulmaz repliği;


I am not an elephant! I am not an animal!
I am a human being! I am a man!..

The Doors - People Are Strange


1965'te kurulup kısa zamanda efsane olan tabi bir ikon haline gelmesinde vokalist ve sözyazarı olan Jim Morrison'un ve 1971 yılında-27 yaşında sır dolu ölümünün de büyük etkisi var.
Halen bizde de bazı sanatçılar için söylenen şehir efsanesi türden söylentiler Morrison için mübalağa dolu teorilerle konuşulmakta.
Bir de Morrison'un verdiği hepimizin bir yerde rastladığı misal ultras grupların tribünlerinde, pankart ya da atkılarında bulunan pozu var ki grup ve Jim abimiz kadar meşhurdur-bkz. yukarıdaki fotoğraf-

Doors grubunun adı ise Aldous Huxley'in meskalin adlı uyuşturucu bir maddeyle yaşadığı gerçek deneyimlerini anlattığı Algı Kapıları isimli kitaptan esinlenmiştir.

Özellikle Light my Fire, L.A. Woman gibi grupla özdeşleşmiş parçaların yanın da yine onlarca coverı yapılmış Riders on the storm ya da People Are Strange gibi kült eserlere imza atmışlar.
Grubu sürükleyen sesiyle, bedeniyle hayat veren Morrison'un ölümüne rağmen grup daha sonra kendi başına albüm yapmaya kalktıysa da olmamıştır.

Val Kilmer / The Doors filminden

Sinema sektörü de trajik ölüm ve efsaneleşen gruba kayıtsız kalamamış Oliver Stone yönetmenliğinde biyografik bir film yapmışlar özellikle Val Kilmer Jim Morrison rolünde inanılmaz benzerliği ve soundtrackinde bizzat kendisinin okuduğu şarkılarla herkesi fazlasıyla şaşırtmıştı.

velhasıl genç yaşta göçüp giden oyuncu ya da şarkıcıların katlanarak büyüyen , söylentilerle efsaneleşen örneklerine çok rastlıyoruz Kurt Cobain, Jim Morrison, James Dean ve yine uyuşturucu yüzünden ölmüş Janis Joplin gibi...
klibimizi de alttan verelim ince ince;

The Doors - People Are Strange

6 Aralık 2007 Perşembe

Quentin Tarantino ve Suç Filmlerine Bakış


İnsanlar tuhaf bir şekilde çağlar öncesinden beri şiddet gösterilerine ilgi duymuşlar (Antik Roma veya eski Fransa’da giyotin gösterileri) ve haz almışlardır, bir anlamda da içlerindeki nefreti bastırmaya çalışmışlardır. Şiddetin beyaz perdeye yansımasıyla da her zaman seyirci bulmuş ve izlenilmeyi başarmıştır. Sinemada tabi yönetmenden yönetmene şiddetin sunumu farklılık göstermiştir ki Quentin Tarantino nerdeyse bir çığır açarak kitleleri etkileyebilmiştir.

Klasik gangster filmleriyle başlayan suç filmleri “kara film” (film noir) denilen türün doğuşuyla birlikte bambaşka bir hal almıştır. Gangster filmlerindeki tekdüzelik yerini savaşın ve sosyal durumun değişimlerini, özellikle de kadının yeri ve getirilerini bünyesinde barındıran kara filme bırakmıştır. Cinayet ve şiddet tüm zamanlarda bu türün can damarı olmuştur ve günümüzde de kanlı sahneler daha da artarak devam etmektedir. Bütün bu suç öğeleri aslında Amerikan toplumunun şiddet eğilimi ve suçlarda artışın yani toplumun aynası olmuştur denebilir. Tarantino’nun filmleri ise dış gerçeklikten çok düşgücünü yansıtmaktadır.


Öncelikle kendisinin ve filmlerinin hastası olduğum Quentin
Tarantino’yu hafiften tanıyalım;

1963 doğumlu yönetmen,senarist,yapımcı ve oyuncu. Kendi tarzını yaratan ve kabul ettiren nadir adamlardan. Filmlerinde kaybetmiş ve görülmeyen kişileri suç unsurlarıyla harmanlayıp yaşamda önemli kılmak en temel işidir. Tabi bunları yaparken bazen aşırı kanlı işlere imza atsa bile bunu nerdeyse şiirselleştirerek rahatsızlıktan öte zevkle izlenmesini sağlıyor. Ayrıca bunların yanında filmlerinin en büyük özelliklerinden olan ince esprileri de asla unutmuyor. Bütün bunlar da doğal olarak onu Amerikan Bağımsız Sineması’nın en marjinal kimliklerinden biri yapıyor.
Hiçbir filminde aman ben şunu anlatayım, şu konuyu dayatayım ya da felsefik şeyler peşinde koşayım diyen bir yönetmen değil

Quentin ağabeymizin sinema hayatına belki de etki eden şeylere bakacak olursak;

• İlk senaryosunu 14 yaşında yazmıştır
• 15 yaşındayken Elmore Leonard’ın “The Switch” romanını çalarken yakalandı ve onu eve teslim eden polis ilk suçu olduğu için sadece uyarmakla yetindi ama Tarantino daha sonra geri döndü ve aynı kitabı yeniden çaldı. Bu olay kitap Pulp Fiction’ın kaynağıdır aynı zamanda.
• Rivayet değildir: Pussycats adlı seks sinemasında yer göstericilik yaptı.
• Çalıştığı video dükkanı kapandığında, stokları Tarantino satın aldı.

FİLMOGRAFİSİ

Aktör olarak yer aldığı bazı filmler

*From Dusk Till Dawn
*Four Rooms
*Desperado
*Pulp Fiction
*Reservoir Dogs

Yazar olduğu bazı filmler

*Kill Bill
*Jackie Brown
*Pulp Fiction
*Natural Born Killers
*Reservoir Dogs

Yapımcı olduğu bazı filmler

*Kill Bill
*Four Rooms
*Killing Zoe
*Past Midnight

Yönetmen…

*Death Proof
*Kill Bill
*Jackie Brown
*Pulp Fiction
*Reservoir Dogs
*My Best Friend’s Birthday

\kaynak: Bir Quentin Tarantino ve bizzat ferdinand izlenimleri

Tarantino Films

Tarantino filmlerinden bir demet;

RESERVOIR DOGS (Rezervuar Köpekleri)

Oyuncular: Harvey Keitel, Tim Roth, Michael Madsen, Chris Penn, Steve Buscemi, Quentin Tarantino

Tarantino’nun ününün pekişmesini sağlayan film bu olsa gerek
Rezervuar Köpekleri’nde diğer filmlerinde olduğu gibi karmaşık bir film örgüsü ya da olaylar zinciri yoktur. Temel olarak iyi planlanmış bir soygun planı boka sarar çünkü tayfanın içinde bir polis vardır. Filmin konusundan çok her filminde olduğu gibi diyaloglar bizi bizden alır. Hele filmin başındaki garsona bahşiş verme hadisesi ve Mr. Pink kim olacak muhabbeti karın ağrıtacak düzeydedir. Tarantino’da filmde soygun sırasında öldürülen Mr.Brown rolündedir

**

PULP FICTION
Oyuncular: John Travolta, Samuel L. Jackson, Tim Roth, Uma Thurman, Bruce Willis

Üç ayrı örgü ile gelişen bir suç draması, sinema severlerin olmazsa olmazı. Travolta’nın kariyerini yeniden canlandıran film olarak da anılır.
En iyi özgün senaryo dalında Oscar aldığında Tarantino’nun ödülü almak için çıktığı sahnede kimseye teşekkür etmediği film.
Yine diyalogların filmdeki yeri, oyuncuların üstün performansı, enfes film müzikleri ve daha nicesi…

**

JACKIE BROWN
Oyuncular: Pam Grier, Samuel L. Jackson, Robert De Niro, Bridget Fonda, Michael Keaton


Belki de ustanın şiddetin dozunu en az kullandığı filmi Jackie Brown. Yine para dolu çantalar filmin kilit noktasını oluşturuyor. Altı oyuncu nakit yarım milyonun peşinde. Bir tek soru var… Kim kimi oynuyor?
Diğer filmlerine nazaran düşük tempoda seyretmesi sizi kandırmasın yine yönetmenin kendi stilini yansıttığı, kurgusuyla ve sağlam hikayesiyle etkilemeyi başarmıştır.

**

KILL BILL / Vol I & II
Oyuncular: Uma Thurman, David Carradine, Michael Madsen, Lucy Liu, Samuel L. Jackson, Sonny Chiba

Yönetmenin yıllar sonra tekrar merhaba dediği muhteşem yapıt, arşivimizin olmazsa olmazlarından artık.
Normalde tek film olarak çekilmesine karşın saatler sürmesi ve çok değerli sahneleri barındırması açısından iki bölüm halinde vizyona girmiş şahene seri.
Şiddetin ve kanın doruk noktasına ulaştığı, kimilerini rahatsız eden, kimilerini ise izlerken çılgına çeviren, yine muhteşem film müziği ve oyuncu kadrosuyla şapka çıkartılacak Tarantino yapıtı.
Uma Thurman’a hayran bırakan ve yönetmenin filmi onun için yaptım dediği bir intikam hikayesidir Kill Bill.
Filmin içinde ufak bir anime de mevcuttur, kungfu, hattori hanzo kılıçları, dövüş sahneleri bitiriyo adamı
Kill Bill hakkında konuşurken Çin kültürünü sevmesinin yanında etkilendiğini de açıkça söylüyor ve aksiyon sahnelerinde zaten bu ögelere rastlıyoruz.

**

DEATH PROOF

Oyuncular: Kurt Russell, Rosario Dawson, Vanessa Ferlito, Jordan Ladd, Rose McGowan

Tarantino'nun kadim dostu- kankası Robert Rodriguez ile birlikte 70'li yılların efsane istismar sineması örneklerine saygı duruşunda bulundukları "Grindhouse" projesinin Tarantino'ya ait kısmı Death Proof. Rodriguez ise Planet Terror filmine imza attı ki çoğu kişi bu filmi daha başarılı buldu.
Death Proof'ta Dublör Mike (Kurt Russell) katil arabasıyla birlikte özellikle kadın avcısı rolünde ve filmde oynayan hatun karakterler çok önemli bu filmde ki Tarantino'nun ayak fetişisti olduğunu kanıtlayan sahneler de gözden kaçmıyor:)



5 Aralık 2007 Çarşamba

Banksy Yaşıyor Savaşıyor

Sokak sanatçısı Banksy hususunda daha önce saplamalar yapmıştık,
son dönem artan popülerliği ile jet sosyetelerin bile gözdesi oldu ne yazıkki çizimleri kapışılırken o da bunu hayır kurumlarına bağışlayarak savuşturmaya devam ediyor.

İsrail'in intihar saldırılarını bahane ederek metrelerce inşa ettiği 'utanç duvarı'na 2005'te muhteşem çalışmalar yapmış, ardından birçok graffity sanatçısı da duvarın çeşitli yerlerinde çalışmalar yapmıştı.
Lakin Filistinlilerin büyük kısmı graffity ya da resimlerden rahatsız çünkü bunun duvarı bir şekilde kabullenmek anlamına geldiğini düşünüyorlar, varolmak direnmektir sözünü belleklerine kazımış bu insanların da fazlasıyla haklı oldukları bir gerçek...

Haberimiz Batı Şeria'dan, birçok sanatçının biraraya gelip eserlerini sunduğu çalışmalar içinde tabiki banksy öne çıkmış harika graffitileriyle; çelik yelekli güvercin, bir israil askerinin üstünü arayan kız çocuğu gibi yine 12'den vurulmuş göndermeler yapmış üstadımız, helal olsun diyor fotoları yapıştırıveriyoruz;





bunlarda eskilerden ortaya karışık;



Europass ve Meşin Yuvarlağın Yolculuğu


UEFA 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası resmi topu olan europass'ı geçtiğimiz günlerde tüm dünyaya tanıttı.
Hertürlü hava şartına dayanıklı, kontrolü ve yönlendirilmesi kolay, farklı ve ince dış yüzeyi ile ilk olarak kullanılan PSC-Texture teknolojisi kullanılan top üzerindeki halkalar da bir ton ıvır zıvırı simgeliyormuş.
Önemli olan geçtiğimiz turuvadaki gibi kalecilerin mağdur edilmemsi ya da şikayetçi olmamaları bence ki hemen hepsi yakınmıştı çok çabuk yön değiştiren hafif toplardan, bakalım nasıl sonuç verecek.

Adidas futbol topu üretimine 1963 yılında başlamış ve bu alanda öncü olmuş durumda şimdiye dek.
1970 yılından beri UEFA ve FIFA turnuvalarının resmi maç topu tedarikçisi olan ekip 2008 Afika Kupası'nın da tedarikçisi aynı zamanda.

Geçmişten günümüze futbol toplarına bakacak olursak özellijkle tango marka topları küçüklüğümüzde çok severdik tabi ancak yakınlarda olan tesislerde idmanlarda görebilirdik o ayrı;


1972 - adidas Telstar
Zamanının tüm diğer topları gibi adidas Telstar tamamen deriden yapılmıştı; ancak diğer topların aksine 32 adet el dikişi panel bulunuyordu (12 siyah beşgen ve 20 beyaz altıgen) ve zamanının en yuvarlak maç topu olma özelliğine sahipti.

Telstar'ın devrimci tasarımı, futbol tarihi yazdı. Bu top siyah beşgenlerle süslenmiş ilk beyaz toptu. adidas bugüne kadar üretilen tüm topların esasını Telstar'dan almıştır.

1976 - adidas Telstar II
Telstar daha önceki altın sarısı yerine yeni siyah amblemi ile ikinci defa ortaya çıktı. Daha az su emmesi için var olan DURLAST tabakası daha da geliştirildi.

1980 - adidas Tango
adidas Tango'nun ortaya çıkması ile futbol topu tasarımı başka bir devrim yaşadı. Bir defa daha adidas 'futbol topu tasarım klasiği' olacak bir şey yarattı. 'Üçlü' yirmi panel 12 benzer daire optik izlenim yarattı.

1984 - adidas Tango Mundial
Yeni deri olmayan yapısı topun daha iyi gidişini ve daha az miktarda su emmesini sağladı.

1988 - adidas Tango Europa
Yeni sentetik malzemenin kullanımı dayanıklılığı geliştirdi ve düşük su emiliminin en aza indirgenmesini sağladı.

1992 - adidas Etrusco Unico
adidas, siyah poliüretan köpüklü bir iç tabaka ihtiva eden ilk maç topunu yarattı ve böylece Etrusco Unico'u tamamen su geçirmez, hiç görülmemiş şekilde daha canlı ve daha hızlı hale getirdi.

1996 - Questra Europa
PU köpüğü ile üretilen resmi maç topunda ilk renkli dizayn uygulaması gerçekleştirildi. Yeni maç topu dokunuşta daha yumuşak (daha kontrol edilebilir) ve ayaktan çıktığında da daha hızlı bir hale geldi.

2000 - Terrestra Silverstream
Yeni köpük ile üretilen renkli maç topu daha iyi hale gelerek hız kazandı.

2004 - Roteiro
adidas devrim yaratan futbolu ortaya çıkardı. Termal ısıyla birleştirme teknolojisi, topu daha dayanıklı ve daha eksiksiz ve şimdiye kadar olduğundan daha duyarlı yaptı.

4 Aralık 2007 Salı

The Saint of Fort Washington


1993 yapımı düşük bütçeli, büyük ihtimalle son model popüler müzikler çalan o koca marketlerde bulunamayacak, raflarda şayet bulunabilirse en altlarda yer alması muhtemel bir film bizdeki müstesna çevirisiyle "Barınağın Meleği"

Başrollerde iki çok sevdiğim aktör Matt Dillon ve Danny Glover filmi sürükleyip götürürken, o salya sümük ağlatan, dram türünün tüm klişelerini kullanıp ödüle doymayan sömürü filmlerine bin basacak kalitede özgün ve mütevazılığıyla arşivin en güzel yerlerinden yerini ayırtmış olan filmdir.
Evsizlerin dünyasına eski bir fotoğrafçı-şimdinin şizofrenik genç adamı ve iş hayatına atılıp dibe vurmuş yaşlı herifiyle evsizlerin dünyasına bakışını atar, insanların doğallıklarıyla gülümsetirrken, hayatın drmatik yanlarını sunuşuyla da ağlatacak kıvama getirir adamı.
Muhteşem bir senaryosu ya da sinemada devrim yaratacak bir kurgusu falan yoktur keza, birşeyler empoze etmeye kalkmadan kapitalizmin birbirinden koparttığı insan ilişkilerini, dostluğu en güzel haliyle yansıtır beyazperdeye, hertürlü sıfat yakışır bu güzel filme sayın abim...

- Ruyalarinin degerini bil Matthew, baska bir seyin kalmadi cunku.

Beautiful China

from chinese artist/photographer Feng Jiang


3 Aralık 2007 Pazartesi

La Haine > Paris’te Göçmen Olmak


yere inmeme daha çok var...

Bu 50 katlı bir binadan düşen bir adamın hikayesi.
Adam düşene dek kendini avutmak için sürekli tekrarlar ;
-buraya dek her şey yolunda.
-buraya dek her şey yolunda.
-buraya dek her şey yolunda.

-değil-

La Haine
,
-bizdeki adıyla Protesto- oyuncu ve yönetmen Mathieu Kassovitz’in yazıp yönettiği ,Cannes dahil birçok yerden ödül almış, en önemlisi de aktif olan-her an patlayabilecek bir volkan misali göçmen sorununu, Fransa’nın gettolarını çok önceden en gerçekçi haliyle filme alınmasıyla defalarca izlenesi filmler arasına hızla nüfus etmiş filmdir.


Paris geçtiğimiz hafta yine karıştı, onlarca araç ateşe verildi, 70 civarı polis yaralandı. Olaylara sebep olan hadise ise bir polis aracına çarpan motosikletli 2 kişinin hayatını kaybetmesiydi.
Fransa bütün dünyanın gözü önünde bu sorunu görmzden geliyo ya da morfini basıp günü kurtarmaya devam ediyor ama göçmenlere insan gibi davranmadığı sürece çok büyük sorunlar onları bekliyor.

2 sene önceki yine banliyöde çıkan ve ülke geneline yayılan olaylarda 50 binin üzerinde araç ateşe verilmiş, olayları yatıştırmayan hükümet olağanüstü hal ilan etme aşamasına gelmişti.
Bu olayda da Paris gettolarında yaşayan iki genç, kendilerini sürekli rahatsız eden bir polisten kaçarken bir elektrik santraline sığınır ve elektrik çarpması sonucu hayatlarını kaybederler.
Bu olay tüm Fransa’ya yayılan, çeşitli etnik kökenlerden gelen, fakirlik ve itilmişlik paydasında birleşen bir sınıfın ayaklanmasına dönüşmüştür.

O dönemin İç İşleri bakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin gettodaki gençleri ‘pislik’ olarak nitelendirerek olayın büyümesine katkıda bulunurken Fransız yöneticilerin de bu insanlara bakış açısını gayet güzel göstermişti.

La Haine filmi 2005’teki Paris varoşlarında başlayan ayaklanmayı 10 yıl öncesinde görüp beyazperdeye yansıtmıştı. Cannes ve Cesar ödüllerini toplayan film, yükselen ırkçılık, sosyal sınıf farklılıkları ve Paris gettoları ile yöneten sınıfını temsil eden polis ile ilişkileri Fransızların yüzüne tokat gibi çarpmıştı tabi anlayana…

Filmde bir Afrika kökenli (Said), bir Yahudi (Vinz) ve bir siyahi (Hubert) üç arkadaşın gettodaki yaşamlarına bakış atarken, Siyah beyaz etkileyici kareleri, yerinde ve güzel müzikleriyle de izleyiciyi doyurmuştu. Özellikle Vinz karakterini oynayan Vincent Cassel arıza adam rolünde muhteşem performansıyla favori aktörler kategorisine ismini kazıdı ki bu kadar gerçekçi, gettodan birini canlandırabilecek başka aktör olabileceğini sanmıyorum. Cassel yine Gaspar Noe’nin çok konuşulan Irreversible (Geri Dönüş) filminde benzer özellikler taşıyan bir rolde de şahaneydi ki filmde ekürisi de gerçek hayatta sevgilisi olan ve birçok erkeğin yerinde olsam dediği tapılacak kadın Monica Bellucci idi.

Vinz (Vincent Cassel)

Filmi malum olayların 10 yıl öncesinden çizebilen yapısı ve öngörüsünden dolayı takdir etmemek mümkün değil.
Her toplumun içinde, aynı muameleyi yaptığı azınlıkların varlığıi onların yaşamına duyduğumuz merak ve hissedilen vicdan azabını resmetmesi nedeniyle belkide film uluslar arası alanda büyük kabul gördü, oldukça etkiledi. Tabi sorunuyla yüzleşemeyen, görmezden gelen Fransa dışında…

her toplum yere inmeme daha çok var diyerek insanlığı cazalandırmaya devam ediyor...

*bu arada arşivcilere özel not; filmin iki disclik dvd'si 1-2 ay içinde ülkemizde çıkacak muhtemelen, ilgilenenlere duyrulur.

La Haine trailer (1995)


Hubert'in penceresinden gettoda yaşam, hip hop falan filan...

2 Aralık 2007 Pazar

Torba Suat / Esnafspor


Hayat Futbola fena Halde Benzer

futbol şahsi beceri gerektirir ama aslında ayakla oynanan bir spordur.
aynı zamanda toplu halde oynanan bir oyundur.
dört doğru pas, % 90 goldür.
Hayat da öyle değil mi?..

> Sülale Boyu

Pilli Bebek - Siyah Beyaz


Özellikle Ankaralıların yakından tanıdığı, ilk albümü olan Uyandırmadan albümünü edinenlerin kendini şanslı saydığı ama bakıldığında bar grubu havasını pek atamamış, ilk yaptıkları işin üstüne birşeyler ekleyememiş grup Pilli Bebek.
Halen çeşitli barlarda, şenliklerde ya da farklı şehirlerde konserler veriyorlar, ikinci albümleri çıktıktan sonra bile ilki konuşulmakta olan grup çok ahım şahım işlere imza atmış olmasa da belleklere yerleşmiş birçok parçaya imza attı ki Hilal'in Şarkısı, Uyandırmadan, Sakarya, Berrak ve Fotoğraf gibi dinlemekten bıkmadığınız parçalardı. Bunlardan biri de Siyah Beyaz adlı şarkılarıydı;

Bu arada grubun resmi sitesi de ilgilenenler için budur:
http://www.pillibebek.com.tr/

Pilli Bebek - Siyah Beyaz