28 Mart 2009 Cumartesi

Bira ve İnsan


Çağdaş değilim ben, ilkel severim seni
ya gazeteye sarar da içer ya da kasayla alırım seni
ferdinand düzağaç
:)











Blade Runner

"it's too bad she won't live. but then again, who does?"

Ridley Scott'un Alien ile bilimkurguya girişi ve yükselişinin ardından 82 yılında çektiği Blade Runner ile tavan yaptığı kült şaheser haline geilmiştir diyebiliriz.
Büyük usta Philip k.Dick'in bilimkurgu kitaplarının çığır açtığını söylemememk ayıp olur ki birçok film yazarın kitabından esinlenerek ya da uyarlanarak ete kemiğe büründü.
Blade Runner da Vangelis'in eşsiz müzikleri, geleceğe dair tekinsiz atmosferi, her daim karanlık sokakları ve karmaşasıyla, syberpunk unsurları, insanlığı sorgulayan meselesiyle kült olmuştur.
Bilimkurgu filmlerinde dozun kaçırılıp bazı şeylerin sürekli izleyenlerin gözüne sokulması çok sık rastlanan bir hadisedir. Blade Runner tüm atmosferi herşeyiyle verirken gösterişsiz ama bir o kadar da detaylı verirken 2019 Loas Angeles'ında yağmurun dinmediği ve güneş ışığına şahit olamadığımız bu dünyaya mükemmel şekilde tasvir eder. Özellikle Deckard'ın replicant mı insan mı olduğu yıllardır tartışılır, Harrison Ford değil der, yönetmen öyle der...
Filmin orjinal versiyonu yanında bir sürü versiyonu çıkmıştır lakin director's cut/yönetmenin kurgusu tavsiye edilir...


Filmde esas soru bizi insan yapan ya da insan olmadığımızı gösteren şey nedir? babında zihin didikleyen hadiseler...
İnsanların ayak işlerini yapmak üzere tasarladıkları android diyebileceğimiz replicatların daha donanımlı olması için onlara duygular, anılar sanal yolla enjekte edilirken neredeyse insan yaratılmış olur ve insan refleksleri gösterip başkaldırılınca da iş blade runner denilen keskin nişancılara kalır, olaylar gelişirken kahrmanımızın da hangi tarafta olduğu sıkça sorulur, insan olma gerekleri nedir, biz kimiz ulan dedirten sorularla cebelleşilir. En nihayetinde karşımızda çekildiği zamanın ötesine geçmiş, yakaladığı ve yaratılan atmosferi, şahane müzikleri, akılda kalan karakterleri en çok da kendine has tarzı ve havasıyla kendi türünün öncülerinden ve ilham kaynağı filmlerin başında gelen bir film.

Filmin sonunda çatıda geçen sahnede replicant Roy'un yağmur altında sarfettiği sözler sinema tarihinin en güzel sahnelerinden birinde vuku bulur;
"all those moments will be lost... in time... like tears in the rain..."

25 Mart 2009 Çarşamba

Leon'dan Nağmeler

leon : birini öldürünce hiçbir şey aynı kalmaz..hayatın sonsuza kadar değişir..hayatının geri kalanını bir gözün açık uyuyarak geçirmek zorunda kalırsın..

mathilda : uyku umrumda değil leon, ben aşk istiyorum ya da ölüm...


Luc Besson'un yapımcılığa başlayıp gudik filmler peşinde koşmadığı zamanların en güzel örneklerinden biri Leon. Tıpkı Derinlik Sarholuğu filmi gibi, bu filmde de olağanüstü müzikler, birbirinden güzel görüntüler kaşılarken insanı Jean Reno faktörü de önemlidir diğer Besson filmlerindeki gibi. Yine Subway filmi de punk karakterlerle metroda geçen enteresan filmdir. Yönetmenin son kayda değer işi 2005'te çekilen Angel-A filmidir, masalsı anlatımıyla Paris'e yine hayran bırakır, benim gibi seveni olduğu kadar sevmeyeni de mevcuttur.

Angel A

Leon filminden bahsedilecekse eğer Luc Besson'un 94'te Leon'a başlamadan 4 yıl önce çektiği ve başrolde karısını oynattığı Nikita filmine değinmeden olmaz. Leon filminin temeli bu filmde atılmıştır. Jean Reno'nun Nikita'da ufak da olsa yer aldığı "Temizlikçi" rolünün hemen hemen aynısını görürüz Leon'da. Jean Reno'nun karakteri mükemmel yorumlaması, en iyi arkadaşının hiç soru sormayan bitki olmassı gibi birsürü ayrıntı filmi daha da yukarı çeken nedenlerden. Zaten Jean Reno ve Gerard Depardieu olmasa son dönem Fransız iflmleri ya da yabancı filmlerdeki Fransız karakterleri kim canlandıracak bilmiyorum, bunlara bayan olarak güzel insan Juliette Binoche de eklenebilir.


Velhasıl Nikita da izlenirse güzel bir ikili oluşturuyor, izlenmemesi durumunda büyük kayıp yaşamıyor sinemasever bünyeler.
Temizlikçi hususu ince ama zekice bir hareket Nikita'dan gelen. Leon'da da Mathilda hayatını kazanmak için tam olarak ne yapıyorsun diye sorduğunda Leon ona temizlikçiyim diye karşılık verir, olaylar gelişir...

Gary Oldman

Yine şahane müzikler vardır ki bir tanesi hepimizin hayatında yer etmiştir. Sting ve Shape of my heart filmde öyle bir yerde çalar ki duvara çarpmış gibi olur insan. Yine Jean Reno'nun mükemmel performansı ve tabiki ileriye dönük sinyalleri henüz o yaşta veren Natalie Portman'ın kusursuz oyunculuğu filme ruh katan büyük nedenlerden. Yine Gary Oldman'ın manyak ötesi dedektif karakteri ne menem bir şeydi arkadaş, klasik müziği açıp enteresan hareketler yapan Oldman'ın oyunculuğu da aşmış işlerdendir kuşkusuz.
Artık başyapıt diye kolaylıkla andıracağımız ve yönetmene çağ atlatan Leon'un mükemmel replikleriyle ve filmden görüntüler eşliğindeki Sting parçasıyla bitirelim, daha fazla caz yapmadan...

Mathilda : Leon, sanırım bir şekilde sana aşık oluyorum.

Bu başıma ilk gez geliyor, biliyor musun ?

Leon : Daha önce hiç aşık olmadıysan, bunun aşk olduğunu nerden biliyorsun ?

Mathilda : Çünkü hissediyorum.

Leon : Nerede ?

Mathilda : Karnımda. Sıcacık. Hep orada bir yumru olurdu ama şimdi geçti.

22 Mart 2009 Pazar

2009 @ Türkiye

Kaşarlanmış politikacılarının içi boş ve popülist söylemlerinin, göz boyalamalarının ardındaki gerçek Türkiye işte bu acı fotoğrafta açıkça görülüyor. ÇArşaflı bir kadın marketlerin artıklarını attığı çöpten bozuk sebze alabilmek adına çokça efor sarfederken gerçeği anlayabilene tokat gibi çarpıyor.
Yok efendim borsa düşmüş, faiz çıkmış, sermaye kesimi huzursuzmuş... Çiftçinin geçtiğimiz yıllarda bitirilmesinin ardından bu kez de sanayi çökertildi, işsizler çığ gibi arttı, üretim diye bir şey kalmadı. Herşeye rağmen milletimiz de durmak yok yola devam demeye devam ediyor, oylar satılıyor, herkes kendini kurtarma yarışına sirip torpil peşinde koşarken temel felsefe 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' oluyor...