18 Temmuz 2008 Cuma

Ah İstanbul

Son dönem rock grupları içinde eli yüzü düzgün, sağlam parçalar çıkaran gruplarından Peyk ve şahane şarkıları İstanbul...

Ah İstanbul
Sen de biraz tozutmuşsun
Üstün başın darmadağın
İstanbul, İstanbul, İstanbul

Peyk - İstanbul

Ajax - Arena


51,600 oturma kapasiteli Amsterdam Arena -Kapılarını 14 Ağustos 1996'da açan ve açıldığı yıllarda ilk olma özelliğini taşıyan yeraltı geçidi ve sürgülü çatı sistemiyle devrim yaratmıştı denebilir.
Halen büyük çaplı konserlerin düzenlendiği, toplantıların yapıldığı, futsal gibi turnuvaların da gerçekleştirildiği hani o dillerdne düşmeyen çok amaçlı bir stad.
Ajax'ın maçlarını eski günlerini aramasından olsa gerek pek izleyemesek de özellikle bir dönem hazırlık maçları sayesinde görebildiğimiz, kalearkalarındaki güzel graffitiler de şahaneydi.

İşte güzelim stad ve çevresinden göz doyuran kareler;




Sanat Filmi ve Sabun Köpüğü


Yaz gelip kapıya dayanınca sinema sektörü de artık klişe haline gelen "bu sıcakta sinemaya gidilmez" tadındaki sözlerin yerleşmesiyle olması gerekenden çok daha durgun geçiriyor bu dönemi.
Dağıtıcılar da buna paralel olarak abidik gubidik filmleri yaz sezonunda gösterime sokarak zaten bunu kanıtlıyorlar, keza dvd sektörü de o şekilde az film piyasaya sunuluyor.
Eğer futbol sezonu gibi düşünürsek sinema da hazırlık kampında denebilir ve geçtiğimiz sezonun değerlendirilmesinde yine bir türlü anlaşılamayan tartışmalar yine yaşandı.
Sinema ve sanat filmi kavramı, sektör filmleri çevresinde dönen bir nevi kısırdöngü.

Bu tartışmaları alevlendiren film ise Recep İvedik oldu ve sinema tarihimizin rekorunu kırması işi iyice alevlendirdi.
una karşılık sanat filmi diye adlandırılan genellikle festivallerde de gösterimi yapılan filmlerin misal Sokurov ustanın Alexandra'sı, Gus Van Sant'ın Paranoid Park'ı, Bob Dylan güzellemesi I'm not There gibi filmlerin hiçbirinin 5 bin izleyiciyi bile yakalayamaması sienamamız hakkında da genel fikirler sunuyor.

Açıkçası festival filmlerinin ve festivallerin her daim destekçisiyim ki İf gibi Mardin'de, Kars'ta halkla içiçe düzenlenen şahane festivaller yapılıyor son yıllarda.

Onun dışında İstanbul'da popüler filmler dışında film getirmeyen dağıtımcılara inat şahane Avrupa filkmleri gösteren Beyoğlu Sineması, Ankara'da Ankapol ve Kavaklıdere sinemalarının kapanacaklarını açıklaması gibi alternatif sunabilen, belli kemik bir izleyici kitlesine sahip sinemaların kepenk kapatması, izleyicilerin bir nevi popüler sektör filmlerine mahkum olması anlamına da geliyor.

Bu tarz filmlerin destekçisi olarak açıkçası popüler sinemayı da görmezden gelmek yanlış olur. Milyonlarca gişe yapan bu filmlerin gösterilmesi birçok sinemayı ayakta tutan belki de tek etken oluyor ki hele günümüzde alışveriş merkezlerinin sinemaları da batırdığı bir dönemde bu filmleri eleştirip, lanetlemek biraz fantaziye kaçıp gerçekleri görmemek gibi geliyor.
Recep İvedik konusunda ise neden bu kadar büyütüldü anlamak zor. Sonuçta sinema bir sanatsa eleştirilmesi doğru basit bir film, hiç bir derinliği, oyuncu kadrosu, bir derdi olmayan bir film ki bana kalırsa komik bile değil komedi bu kadar kolay değil açıkçası, sıradan bir film birçok vizyona giren sayısız filmlerden biriyken gösterilen büyük tepkilerinde rüzgarıyla belki de tabi Şahan'ın eski tiplemesinin de etkisiyle büyük kitleler tarafından izlendi. Sonuçta kazanan sinema sektörü oldu ona bakmak gerek.

Sabun köpüğü diye nitelendirilen, sinema jargonunda yerleşmiş bir terim olan bu terim genelde belli amaçlar doğrultusunda çekilmiş, pek derinlik arz etmeyen, zayıf filmler için kullanılmakta.
Sinema eleştirmenlerinin öfkelendiği husus bu kadar basit bir filmin 4 milyon küsür kişi tarafından izlenmesi oldu ama bir de toplumun gerçekleri var. Genel olarak küfüre, argoya olan düşkünlüğümüz malum keza sanat filmlerine giden kiişi sayısı da ortadayken ne yazıkki gerçekler görmezden gelinerek yeldeğirmenlerine karşı çarpışan kişiler olarak görünüyo eleştirmenler.


Sektörün kendini çevirebilmesi, salonların ayakta durabilmesi için popüler sinemanın varlığını görmezden gelmek aptallıktır bana kalırsa fakat insanlara yığınlardan farklı alternatif ortaya koyan Beyoğlu Sineması gibi yerlerin de ayakta tutulması, festivallerin desteklenmesi de şart ki isteyen istediği filmi izleyebilsin...

17 Temmuz 2008 Perşembe

Üç Nokta...


“Biz futbolcular, sürekli üzerimizde çok baskı olduğundan yakınırız. Baskı, ancak evlerine beş peso getirip çocuklarını geçindiremeyen insanların üzerinde olur. Binlerce dolar alıp, sahaya çıkıp oynuyoruz ve ağzımızı açınca stresten bahsediyoruz… Stres bu ülkede, sabahın altısında kalkanlar içindir, lanet olsun ki.”
Diego Maradona

16 Temmuz 2008 Çarşamba

Delgado & Ciro


Malum tabirle Tangocular diyarı Arjantin'in en ünlü rock yıldızlarından Ciro Martinez, geçtiğimiz haftalarda 20bin kişiye verdiği büyük konserde Mati Delgado'ya olan sevgisini üzerine giydiği 10 numerolu Delagado yazılı Beşiktaş formasıyla göstermiş.
Formayı nasıl edindiği muamma ama aralarında büyükj ihtimal sağlam dostluk olan bir ikili bunlar yoksa cola turkalı Beşiktaş formasını bulması yada gidip alması pek mümkün değil heralde.
Bu şık hareket hemen akıllara konserinde Galatasaray formasını giyen güzel varlık Manu Chao'yu da getirdi ki kendisi genelde Cezayir forması falan giyer, forma koleksiyonu olmasından şüphelendiğim bir şahıs:)



Delgado demişken şaka maka takım kaptanı şu anda. Onla alıp veremediğim yok aksine şahane tekniğine, karakterine hayranım zaman zaman oyundan düşüp kendini göstermese de ciddi potansiyel sahibi bir adam. Kaptanlık hususunda sorun Beşiktaş'ın artık kaptan yapacak bir adma bile bulamaması, en kötü dönemlerinden altın yıllara altyapıdan çıkardığı cevherlerle ulaşan bir kulübü yöneten şahısların tanımadığının bir göstergesi.


Flaş transferler, saçılan paralar hiçbir zaman iş yapmadı bu kulüpte. Büyük kulüplerin aralarındaki transferlerin başlangıcı olan Şenol-Birol'un Fenerbahçe tarafından alınması takım bitti denilirken altyapıdan çıkan Sanlı-Yusuf gibi yürekli adamlarla başlayan Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan yılları yaşatan özkaynak düzeni sayesinde yaşanmıştı.
Yine nostalji damarı tuttu, burada kesmek farz oldu...

Bang Bang!..


Son açıklanan raporlara göre Dünyada sivillere ait 650 bin silahın kayıp olduğu, bireysel silahlanmanın büyük suç örgütleri ve iç çatışmalar için de önemli bir kaynak olduğu vurgulanıyor.
Patlak veren iç savaşlar, Afganistan ve Irak gibi her daim karışık toprakları silah ticareti yapanların salyalarını akıtmaya devam ediyor. Bireysel silahlanma ve şiddet hakkında dünya çapında yeterli duruşa sahip bir milletten sözetmek mümkün değil. "Kınıyoruz" ya da "münferit bir olay, çok üzgünü" tarzında tanıdık açıklamalarla yetinilmesinde milyarlarca dolar dönen bir savaş ekonomisi olduğunu unutmamak gerek.
Dünya silah ticaretini konu alan Lord of War'da da çok güzel altı çizildiği üzere Dünyadaki en üyük silah satıcılarının aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olmaları ne kadar da ironik...

2008 raporunda yer alan verilere göre, dünyada 51 ülke hafif silah üretiyor. En önemli hafif silah ihracatçıları ABD, İtalya, Almanya, Belçika, Avusturya, Brezilya, Rusya ve Çin. En fazla silah satın alan ülkeler ise yine ABD, Suudi Arabistan, Kanada, Fransa ve Almanya.
Dünya çapında orduların elindeki yaklaşık 200 milyon silahın en az 76 milyonunun ihtiyaç fazlası olduğu belirtiliyor.


Özellikle 11 Eylül sonrası korku ve paranoya toplumu haline getirilen Amerika gibi ülkelerde silahlanmanın önüne geçmek imkansız durumda ki onların zaten bunu önleme gibi niyetleri yok, aksine silah alma bakkaldan şişe süt almak kadar basit neredeyse.
Bizde de hala abidik gubidik biz silah toplumuyuz, atalarımızın mirası gibi açıklamalarla anlamsız silahlanmayı savunan tipler mevcut. Ülkesinin en büyük başarısını bile silahla kutlayan, bürokratları maça bel altında silahla gelen, delikanlılığı emnaetiyle ölçen acayip bir toplumdan söz ediyoruz. Devlet de silahlanmayı teşvik etmeye devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl M.K.E. elindeki stokları tüketmek amacıyla 10 taksitle silah sattı, anahaberlerde ufacık oğluyla silah beğenmeye giden adamları gördü bu gözler.
Ülke genelinde toplam silah sayısının 7-10 milyon arası olduğutahmin ediliyor, heryer atış poligonu misali, iyimi...

15 Temmuz 2008 Salı

Before The Rain

circle is not round...
time never dies
...


1994 yapımı olağaüstü Milcho Manchevski filmi, Yağmurdan Önce...
Savaşın getirdikleri daha doğrusu götürdükleri, ülkemiz için de geçerli olan insan doğasındaki şiddetin boyutları, insanı yemininden anında çıkarabilecek büyük payda olan aşkı ve insanlığı bu kadar güzel perdeye aktarabilen başka film varmı bilmiyorum.
Filmde üç farklı hikaye: Kelimeler-Yüzler-Resimler birbirine bağlantılı şekilde anlatılıyor, öyle güzel kurgulanmış ki ne kadar çabalarsanız çabalayın sıraya koyamıyorsunuz. Zaten filmin düşündürdükleri yanında balyoz yemişe dönen izleyici için kurgu önemini yitiriyor.

Zaman Ölmez...Çember Yuvarlak Değildir...


Silahlı insanlardan kaçan Zamira, sessizlik yemini etmiş olan genç keşiş Kiril, İngiliz fotoğraf editörü Anne ve yılların ardından topraklarına dönen ödüllü Makedon fotoğrafçı Alexander çevresinde dönen hikayeler, insanlığın hikayesi, film kadar şahane müzikleri de cabası.
Sinemada çokça kullanılan yuvaya dönüş hikayesinden farklı olarak, Alexander'ın Makedonya'ya döndüğünde karşılaştığı, kardeşin kardeşi öldürdüğü, herkesin silahlandığı, hoşgörünün tarih olduğu kaos ortamı özellikle yıllarca kan kusturulan Balkan toplumunu da anlatır olmuş.
Sade ve yalın anlatımı, çarpıcı görüntü yönetimiyle, özellikle toplumsal yaralara duyarsız kalmayan, Balkan filmleri sevenler için bulunmaz nimet Before The Rain. Gelinen noktada "Barış bir istisnadır, kural değil" gibi iz bırakan sloganlarıyla da sağlam film olduğu kadar gerçekçi bir film...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Goal4Africa

Afrika'daki eğitim için düzenlenen epey kapsamlı bir organizasyon olan Goal4Africa, iki gün önceki yardım maçıyla kitlelere kendini duyurma amacına ulaştı.
Münih'te Allianz Arena'da düzenlenen karşılaşmada Gattuso, Ballack, Seedorf, Drogba, Gerrard, Eto'o, Ze Roberto ve Formula efsanesi Michael Schumacher de görev yaptı.
Kampanya bu şekilde organizasyon ve etkinliklerle 2010 DÜnya Kupasına kadar sürdürülmesi planlanıyormuş efenim...


Başlama vuruşunu Klinsmann ile Zico'nun yaptığı özel karşılaşma 90.yaşını kutlayan Nelson Mandela adına düzenlendi.
Motto olarak "Education for all...All for education" sözünü kullanan, Nelson Mandela ve Güney frika'da düzenlenecek Dünya Kupası'ndan ilham alan organizasyon kapsamında en son düzenlenen etkinlik ile hümanizmin, ayrımcılığa karşı duruşun, insan haklarının simgelerinden biri haline gelen Mandela'ya bir jest yapılmış...

13 Temmuz 2008 Pazar

Kurşuni Renkler

Uzun gecelerin kıymetlisi, keşfedilmeyi bekleyen bir zamanların Sezen Aksu parçası olmasına rağmen, Göksel'in ilk albümünde olağanüstü şekilde seslendirdiği şahane parça.
Şu sabun köpüğü müzik piyasasında kendine özgü bir tarzı olan, her daim güzel işlere imza atan nadide isimlerden olan Göksel'e de selam olsun...


Bir sabah saçlarımı okşayıp da rüzgar
İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz
Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden
Yeni bir yüz gösterecek üzülerek biraz
Yok olmaz erken daha
Biraz geç kalın ne olur
Hiç hazır değilim henüz
Ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha
Tanıdık değil bana güz
Yok olmaz dur
Dur gidemezsin
Gözlerimin rengi dur
Bulutlara dönemezsin
Yok alamazsın
Beni deli zaman
Ömrüme o kurşuni renkleri süremezsin
O gün başka renkte ağaracak biliyorum
Ve zorla değil ya o rengi hiç sevmiyorum
Ne olur sanki biraz daha zaman verseniz
Yıllar öfkenizi hiç mi hiç anlamıyorum