30 Mayıs 2008 Cuma

Bitmez!..

Çarşı'nın Asi Ruh galasında açıkladığı şok kararın etkileri bünyeleri sarmışken tarihin görüp görebileceği en kötü yönetim olan Demirören ve ekibinin Beşiktaş'ın yıllardır kullandığı eğitim ve sosyal tesisi olan Çilekli Tesislerini kaptırdığını, hem de eski Beşiktaş yönetiminde olan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal tarafından ihaleyle satıldığını öğrendik. Günlerdir insanların gıkı çıkmıyor, acaba Çarşı kendini fesh etmeseydi bunu da onlardan mı bekleyecektik.
Muhalefeti olmayan, kongre üyesi tek kişinin bile sesini çıkarmadığı ortamda Çarşı mıydıki bu adamları görevden alacak, acaba eleştirinin dozu çok mu kaçtı?
Protesto edilince muhalefetin adamı-Beşiktaş düşmanı, protesto etmeyince yönetimin adamları, rantçı diye topa tutulan bu adamları nasıl harcayabildik bilmiyorum.
Yıllardır süre gelen iç karışıklıklar, yeni gelen internet çağı jenerasyonunun bozukluğu, başıboşluğu da birçok soruna neden oldu, fesih kararı yerinde ve zamanında oldu bana kalırsa.
Zamala taşlar yerine oturacaktır. Ömrünü Beşiktaş'a verenler için de hayat için bir soluklanma fırsatı doğacak, hesap kitap yapacaklardır elbette. Ama iliklerine işleyen Beşiktaş'ı terketmeyeceklerdir, kapalının sağında solunda konuşlanan Çarşı'nın birçok eski emekçisi gibi mutlaka orada bulunacaklar.
Zaman ne getirir neyi götürür bilinmez, tribünlerin toparlanması vakit alacaktır umarım bu süreç acısız sancısız geçer. Bu tribünü bu günlere getiren, genç yaşta vefat eden, sakat kalan, ya da bu yüzden hayatın dışında kalan abilerimize teşekkür etmek boynumuzun borcu.
Olayların Beşiktaş'ın en kötü zamanlarında gerçekleşmesi de büyük talihsizlik. En kısa zamanda Demirören'e yol verilip Beşiktaş'ı çapsızların elinden almak, geleceği belirsiz, geleneklerinden duruşundan sürekli feragat eden bu kulübü birilerinin artık çıkıp sahiplenmesi gerek.
Direnmek gerek!..

29 Mayıs 2008 Perşembe

25th Hour - Spike Lee

Can you change your whole life in a day?


Amerika'daki Afro Amerikalıların yaşamlarına, ırkçılığa, arka sokaklara, büyük siyahi lider Malcolm X'in hayatına mercek tutan filmlerin ardından Spike Lee'nin kitlelere en çok ulaşan belki de her kesimden beğeni toplayan tek filmi 25. saat.

Film, 11 Eylül enkazının gölgesinde, hapse girmeden son 24 saatini yaşayan kahramanımız Montgomery'nin bu süreçteki gel-gitlerini, kendisiyle, babasıyla, çevresiyle yüzleşmesini konu alıyor.
Başrolde Edward Norton karakter yaratmadaki muhteşem hünerini gösterirken, özellikle film ilerledikçe Monty'nin yaşadığı psikolojiyi, şüpheleri, endişeleri, pişmanlıkları ve en çok da korkuyu adeta izleyenlerin içine işliyor.

Başrolde diğer isim ya da unsur da 11 Eylül, enkaz kaldırma çalışmalarının yapıldığı sırada çekilen filmde sık sık filmdeki karakterlerin enkaz manzarası altında tartıştıklarını görüyoruz.
11 Eylül sonrası herşeyden şüphe duyan, korku toplumu haline getirilen Amerikan halkının psikolojisini belki de sinema tarihine geçen Norton'un ayna karşısındaki şahane sahnesiyle görebiliyoruz;


Monty: Well, fuck you, too. Fuck me, fuck you, fuck this whole city and everyone in it. Fuck the panhandlers, grubbing for money, and smiling at me behind my back. Fuck the squeegee men dirtying up the clean windshield of my car. Get a fucking job! Fuck the Sikhs and the Pakistanis bombing down the avenues in decrepit cabs, curry steaming out their pores, stinking up my day. Terrorists in fucking training. SLOW THE FUCK DOWN! Fuck the Chelsea boys with their waxed chests and pumped up biceps. Going down on each other in my parks and on my piers, jingling their dicks on my Channel 35. Fuck the Korean grocers with their pyramids of overpriced fruit and their tulips and roses wrapped in plastic. Ten years in the country, still no speaky English? Fuck the Russians in Brighton Beach. Mobster thugs sitting in cafés, sipping tea in little glasses, sugar cubes between their teeth. Wheelin' and dealin' and schemin'. Go back where you fucking came from! Fuck the black-hatted Chassidim, strolling up and down 47th street in their dirty gabardine with their dandruff. Selling South African apartheid diamonds! Fuck the Wall Street brokers. Self-styled masters of the universe. Michael Douglas, Gordon Gekko wannabe mother fuckers, figuring out new ways to rob hard working people blind. Send those Enron assholes to jail for FUCKING LIFE! You think Bush and Cheney didn't know about that shit? Give me a fucking break! Tyco! Worldcom! Fuck the Puerto Ricans. 20 to a car, swelling up the welfare rolls, worst fuckin' parade in the city. And don't even get me started on the Dom-in-i-cans, 'cause they make the Puerto Ricans look good. Fuck the Bensonhurst Italians with their pomaded hair, their nylon warm-up suits, their St. Anthony medallions, swinging their, Jason Giambi, Louisville slugger, baseball bats, trying to audition for the Sopranos. Fuck the Upper East Side wives with their Hermes scarves and their fifty-dollar Balducci artichokes. Overfed faces getting pulled and lifted and stretched, all taut and shiny. You're not fooling anybody, sweetheart! Fuck the uptown brothers. They never pass the ball, they don't want to play defense, they take five steps on every lay-up to the hoop. And then they want to turn around and blame everything on the white man. Slavery ended one hundred and thirty seven years ago. Move the fuck on! Fuck the corrupt cops with their anus violating plungers and their 41 shots, standing behind a blue wall of silence. You betray our trust! Fuck the priests who put their hands down some innocent child's pants. Fuck the church that protects them, delivering us into evil. And while you're at it, fuck JC! He got off easy! A day on the cross, a weekend in hell, and all the hallelujahs of the legioned angels for eternity! Try seven years in fuckin' Otisville, J! Fuck Osama Bin Laden, Al Qaeda, and backward-ass, cave-dwelling, fundamentalist assholes everywhere. On the names of innocent thousands murdered, I pray you spend the rest of eternity with your seventy-two whores roasting in a jet-fuel fire in hell. You towel headed camel jockeys can kiss my royal Irish ass! Fuck Jacob Elinsky, whining malcontent. Fuck Francis Xavier Slaughtery my best friend, judging me while he stares at my girlfriend's ass. Fuck Naturelle Riviera, I gave her my trust and she stabbed me in the back, sold me up the river, fucking bitch. Fuck my father with his endless grief, standing behind that bar sipping on club sodas, selling whisky to firemen, cheering the Bronx bombers. Fuck this whole city and everyone in it. From the row-houses of Astoria to the penthouses on Park Avenue, from the projects in the Bronx to the lofts in Soho. From the tenements in Alphabet City to the brownstones in Park slope to the split-levels in Staten Island. Let an earthquake crumble it, let the fires rage, let it burn to fucking ash and then let the waters rise and submerge this whole rat-infested place.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Sokak Sanatçısı Banksy vol.3

İngiliz Robert Banks, nam-ı diğer Banksy, politik, kültürel, ahlaki göndermeleriyle, modern pop çağına dair yaptığı çalışmalarla güzel çalışmalarına yenilerini ekliyor;





26 Mayıs 2008 Pazartesi

Yaşasın Birliğimiz FiskoBirliğimiz

İşte hala yemeyen duymayan varsa şahane hizmet;
FiskoBirlik Fındık Ezmesi: Kavanoz Kavanoz devrilesi, komalara girilesi manyak gıda ürünü.
Ortalama marketlerde bulunabilecek, fıstık ezmesiyle karıştırılması hata olacak olan kaşık kaşık acımadan yenen, gerektiği durumlarda ekmeğe de sürülüp afiyetle yenesi şey.
Şu an yazarken klavye salya içinde kaldıysa suçlusu bu merettir... evet kesinlikle...

Nostalji

Eskilerden bir film karesi;
Güzel insan Sadri Alışık, Ayşecik ve Bediaa seslenişleriyle hatırladığımız, sinemamızın renkli karakterlerinden olan Horoz Nuri yani Vahi Öz.

25 Mayıs 2008 Pazar

Cannes ve Mutlu Son

Az önce kapanış töreniyle noktalanan 61.Cannes Fİlm Festivali'nde Nuri Bilge Ceylan beşinci uzun metraj filmi Üç mAymun ile En İyi Yönetmen ödülünü kazandı.
Ödülü alırken söylediği, "Ödülü tutku içinde bağlı olduğum, benim yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum" sözleriyle de gönülleri fethetti.

Sean Penn'in jüri başkanlığında gerçekleşen festivalde herkesin dile getirdiği gibi zaten festivalin ruhunda da olan politik duruş diğer festivaller ve oscardan farkını ortaya koydu.
Che rolüyle Benicio Del Toro'nun ödül alışı, İtalyan siyasetçilerin içyüzünü çıkaran İtalyan yapımı ve yine son dönem Napoli çöp hadiseleriyle gündeme gelen İtalyan mafyasını filme alan İtalyan filmi ödül aldı.
Altın palmiyeyi de Fransa'nın çok kültürlü coğrafyasının yansımalarını, bir okul üzerinden ve öğrencilerden yansıtan Fransız filmi kazandı.

Festivalden akılda kalan diğer husular geçtiğmiz yıl Yaşamın Kıyısında ile En İyi Senaryo Ödülü alan Fatih Akın'ın da festivalde ödül vermesi, Maradona ve Kusturica'nın festivale katılışı ve Diego'nun şovu, Robert De Niro'nun ayakta dakikalarca alkışlanması, Sean Penn'in yataktan kalkıp gelmiş tadındaki dağınık görüntüsü, Natalie Portman'ın şahane güzelliği falan filan...
Herşeyiyle Oscardan yada diğer festivallerden daha gerçek ve duruşu olan bambaşka bir festival olduğunu tekrar tekrar gösterdi Cannes açıkçası, tabi başında Robert Redford'un bulunduğu Sundance Fİlm Festivali'ni, popüler kültürün ve 11 Eylül sonrası korkunun esir aldığı Amerika'da bağımsız filmlerle ayakta duran bu festivali de saymazsak ayıp olur...

Nuri Bilge Ceylan'a dönecek olursak, zaten Uzak ile taçlanan kariyerinde En İyi Yönetmen ödülünü de katarak mütevazı sinema yolculuğuna devam ediyor.
Zeki Demirkubuz'un hayatında ve filmlerinde Dostoyevski etkisini açık bir şekilde ifade ederken Nuri Bilge Ceylan'da hayatında ve sinemasında Çehov'un büyük etkisini her fırsatta dile getiriyor
Ülkemizde bu tarz durağan, minimal filmler 50 bin gişeyi geçmese de, eğer sinema bir sanatsa bu işi özellikle fotoğrafçılıktan gelen muhteşem görüntüleriyle ve avantajıyla bu işi çok iyi yaptığı kesin.


Ayrıca daha 1 gün önce yine bangır bangır bağırılan Eurovision saçmalığının 50 katı ülke tnıtımını 2 dakikada bu film ile yaptık. Ne müzikal açıdan ne kültürel açıdan bir kalitesi olan, alınacak oyların zaten belli olduğu al gülüm ver gülüm şeklindeki o dandik yarışmanın -ki Mor ve Ötesi'nin katılması üzütü kaynağıdır- koparttığı gümbürtüye hala kananlar varsa yazık gerçekten...