Sia da kimin nesi ola ki diyenler için, Zero 7 adlı şahane gruba sesiyle hayat vermiş, ardından solo projelerle ve birbirinden güzel şarkılarıyla mest etmiş hatun kişidir. Kendisinin albümleri şarkıları hararetle tavsiye olunur aynı şekilde Zero 7'nin de...
Sia'nın en şahane parçalarından biri Breath Me ki daha iyisi yapılamaz dediğim Six Feet Under dizisinin olağanüstü finaline de bu şarkı eşlik etmiştir, hem Sia'nın orjinal klibi hem de Six feet Under finalindeki haliyle huzurlarınızda;
help, i have done it again
i, have been here many times before
hurt, myself again, today
and, the worst part is there's no one else to blame
be my friend
hold me, wrap me up
unfold me, i am small, and needy
warm me up and breathe me
ouch, i have lost myself again
lost, myself and i am nowhere to be found
yeah, i think that i might break
lost, myself again, and i feel unsafe
"herkesin inandığı bir şey var bu .mına kodugumun hayatında, benimki de sensin..."
19 Eylül 2008 Cuma
17 Eylül 2008 Çarşamba
O küfürü yuttuk mu?
Geçen hafta gazeteler dahil her ortamda ayrıntılarıyla açıklanan Terim'in bıyığını öpeyim konulu küfür hezeyanı her nedense üzeri örtülüp diğer skandallarının yanına gönderiliyor. Bir milli takım artık bu kadar itici hale getirilebilirdi heralde. Açıkçası birçok kişi gibi benim için de milli takım pek bir şey ifade etmiyor, haklı olduğumuz durumda gerzekçe hareketlerle rezil olduğumuz İsviçre skandalı-Terim'in 5 numralı futbolcunun ayağına basmasını emrettiği görüntüler, şu anki takım kaptanı olan Emre adlı vatandaşın basın tribününe çektiği el kol hareketleri, daha önceden çıkan milli takım içinde jeep tartışmaları ve bıyığını öpeyim mevzusu ne durumda olduğumuzun, ikiyüzlülüğümüzün açık göstergesi heralde.
Blogun her daim misafiri, güzel insanCem Dizdar hislerimize daha açık tercüman olmuş, sözü ona bırakalım;
O küfürü yuttuk mu?
17.9.2008
Gittikçe ironik bir hal alıyor bu ülkede yaşamak. Kaçabileceğimiz bütün delikler bir bir tıkanıyor. Sadece futbola bakmak bile ‘düşürüldüğümüz’ hali anlamamız için yetiyor da artıyor. Yeni federasyon başkanı Mahmut Özgener’in söylediklerini okuduğumda “Türkiye’de futbol ancak böyle bir bakışa emanet edilebilirdi” diye düşündüm. Özgener, önemli bir sorunun altının çizmiş ve demiş ki; “Bu hafta tribünlerde çok fazla küfür vardı. Taviz vermeyeceğimiz en önemli olaylardan biri de küfür(dür).” Rapora gerek duymayacakmış Özgener, görüntüleri gözleriyle görmüş, gereken yapılacakmış.
Ben de bu okuduğum bu haberin yanında bir fotoğraf gördüm. Şöyleydi... Özgener, İtalyan yaka gömleğine çizgili lacivert takımına uygun bir kravat oturtmuş Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’in elini sıkıyor. Tahmin edersiniz, Terim neden bilinmez ama, yine yay gibi gergin.
O Terim ki, daha üç beş gün önce aradığı gazetecinin bıyığından girip anasından, avradından çıkmış biri. Üstelik küfür ettiği gazeteciden özür dilemeyi de ısrarla reddetmiş. Tribündekilere “Küfür etmeyin” diyen Özgener’in sıktığı el işte bu el. Koyu renk İtalyan elbiselerin, kahverengi pabuçların, kolu kıvrılmış Façonnable gömleklerin içindeki bir küfürbazın eli. Bu el hepimizi, çocuklarımızı, maça gidenimizi, gitmeyenimizi temsil edecek, başarısına hepimizin sevineceği milli takımın başındaki insanın eli. O Terim ki, bir çok maçta çocuklarına ve eşine küfür edildiğinde en çok canı acıyan ve haklı olarak isyan eden biri.
Aynı toplantıda ülkemizin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da, belli ki küfür ettiği için özür dilemeyi bir tür erdemsizlik sayan Terim’e destek veriyor açık açık. Ne bir ceza, ne bir kınama, ne bir ima! Haberin altındaki diğer fotoğrafta kartondan bir milli takımın yanında durmuş, yüzümüze gülüyorlar öylece, alay eder gibi.
Yaşlı bir kadına, bir adamın eşine, bir çocuğun annesine edilen küfürleri duymazdan geliyor Başbakan. Çünkü o da yabancısı değil küfürün. ‘Tescilli bir küfürbaz’ gazeteciyi yurtdışı gezilerinin çoğunda yanı başından eksik etmiyor ne de olsa. İşin iktidar tarafı böyleyken bakıyorum ülkenin hatırı sayılır gazetecileri/yazarları/yorumcularına, onlar da ‘hiç olmamış gibi’ yapıyorlar. Çoğu, sandalı açıktan dolandırıyor limana girerken, “Şu konu kapansa da biraz hoca ve hakem çekiştirsek” havasındalar. Aklına en güvendiklerim Mehmet Demirkol ile Uğur Meleke bile konuya yaklaşmayıp ‘Terim, bir takım mı çalıştırsın, iki mi?’yi tartışalım istiyorlar. Sorarım size ahlakın, vicdanın kapı dışarı edildiği bir ülkede, bu tartışılmadan bir başka futbol tartışması yapılabilir mi? Basın tribününe dönüp ‘nah’ yapan, neredeyse her milli maç öncesi ‘hır çıkaran’ küfürbaz futbolcuyu gözümüzün içine baka baka Milli Takım kaptanı yapan Terim’e iki takım yetmez. En az 5 takım, bir de voleybol takımı verilsin, hepimiz rahatlayalım, olsun bitsin. Siyasi literatürün bugünlerdeki popüler sloganlarından biriyle bitireyim; “Bu konu daha çok su kaldırır.” Hafta içi devam edeceğiz.
Blogun her daim misafiri, güzel insanCem Dizdar hislerimize daha açık tercüman olmuş, sözü ona bırakalım;
O küfürü yuttuk mu?
17.9.2008
Gittikçe ironik bir hal alıyor bu ülkede yaşamak. Kaçabileceğimiz bütün delikler bir bir tıkanıyor. Sadece futbola bakmak bile ‘düşürüldüğümüz’ hali anlamamız için yetiyor da artıyor. Yeni federasyon başkanı Mahmut Özgener’in söylediklerini okuduğumda “Türkiye’de futbol ancak böyle bir bakışa emanet edilebilirdi” diye düşündüm. Özgener, önemli bir sorunun altının çizmiş ve demiş ki; “Bu hafta tribünlerde çok fazla küfür vardı. Taviz vermeyeceğimiz en önemli olaylardan biri de küfür(dür).” Rapora gerek duymayacakmış Özgener, görüntüleri gözleriyle görmüş, gereken yapılacakmış.
Ben de bu okuduğum bu haberin yanında bir fotoğraf gördüm. Şöyleydi... Özgener, İtalyan yaka gömleğine çizgili lacivert takımına uygun bir kravat oturtmuş Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’in elini sıkıyor. Tahmin edersiniz, Terim neden bilinmez ama, yine yay gibi gergin.
O Terim ki, daha üç beş gün önce aradığı gazetecinin bıyığından girip anasından, avradından çıkmış biri. Üstelik küfür ettiği gazeteciden özür dilemeyi de ısrarla reddetmiş. Tribündekilere “Küfür etmeyin” diyen Özgener’in sıktığı el işte bu el. Koyu renk İtalyan elbiselerin, kahverengi pabuçların, kolu kıvrılmış Façonnable gömleklerin içindeki bir küfürbazın eli. Bu el hepimizi, çocuklarımızı, maça gidenimizi, gitmeyenimizi temsil edecek, başarısına hepimizin sevineceği milli takımın başındaki insanın eli. O Terim ki, bir çok maçta çocuklarına ve eşine küfür edildiğinde en çok canı acıyan ve haklı olarak isyan eden biri.
Aynı toplantıda ülkemizin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da, belli ki küfür ettiği için özür dilemeyi bir tür erdemsizlik sayan Terim’e destek veriyor açık açık. Ne bir ceza, ne bir kınama, ne bir ima! Haberin altındaki diğer fotoğrafta kartondan bir milli takımın yanında durmuş, yüzümüze gülüyorlar öylece, alay eder gibi.
Yaşlı bir kadına, bir adamın eşine, bir çocuğun annesine edilen küfürleri duymazdan geliyor Başbakan. Çünkü o da yabancısı değil küfürün. ‘Tescilli bir küfürbaz’ gazeteciyi yurtdışı gezilerinin çoğunda yanı başından eksik etmiyor ne de olsa. İşin iktidar tarafı böyleyken bakıyorum ülkenin hatırı sayılır gazetecileri/yazarları/yorumcularına, onlar da ‘hiç olmamış gibi’ yapıyorlar. Çoğu, sandalı açıktan dolandırıyor limana girerken, “Şu konu kapansa da biraz hoca ve hakem çekiştirsek” havasındalar. Aklına en güvendiklerim Mehmet Demirkol ile Uğur Meleke bile konuya yaklaşmayıp ‘Terim, bir takım mı çalıştırsın, iki mi?’yi tartışalım istiyorlar. Sorarım size ahlakın, vicdanın kapı dışarı edildiği bir ülkede, bu tartışılmadan bir başka futbol tartışması yapılabilir mi? Basın tribününe dönüp ‘nah’ yapan, neredeyse her milli maç öncesi ‘hır çıkaran’ küfürbaz futbolcuyu gözümüzün içine baka baka Milli Takım kaptanı yapan Terim’e iki takım yetmez. En az 5 takım, bir de voleybol takımı verilsin, hepimiz rahatlayalım, olsun bitsin. Siyasi literatürün bugünlerdeki popüler sloganlarından biriyle bitireyim; “Bu konu daha çok su kaldırır.” Hafta içi devam edeceğiz.
16 Eylül 2008 Salı
400 Darbe
“Hafızası zayıf yetişkinler dışında ergenlik kimsede tatlı hatıralar bırakmaz.” (F. Truffaut)
Büyük usta Truffaut'un Fransız Yeni Dalgasını başlatan filmi olarak bilinen, sinema tarihine ve belleklere kazınmış şahane olduğu kadar naif finali ve büyümek, ergenlik ve baş gösteren aile sorunları, toplum dışına itilmek ve özgürlük gibi birçok mevzuya parmak basan siyah-beyaz efsane...
Büyük usta Truffaut'un Fransız Yeni Dalgasını başlatan filmi olarak bilinen, sinema tarihine ve belleklere kazınmış şahane olduğu kadar naif finali ve büyümek, ergenlik ve baş gösteren aile sorunları, toplum dışına itilmek ve özgürlük gibi birçok mevzuya parmak basan siyah-beyaz efsane...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)