31 Ocak 2009 Cumartesi

Keane - Somewhere Only We Know


Keane İngiltere menşeili alternatif bir rock grubu. Özellikle solistleri Tom Chaplin'in sesi ve ön planda oluşuyla ilk başlarda ben de bu herifin ismi Keane heralde der dururdum. Grup Beatles, R.E.M ve The Smiths gibi efsanelerden feyz aldığını söylese de genel rock gruplarından farkları gitar yerine piyanonun baş rolde oluşu ve solistlerinin duru sesinin de etkisiyle daha soft işler yapmaları.
Genel rock dileyicisinin hafif tabir edebileceği gibi genele hitap etme açısından grubun avantajı bu olmuştur. Rock severler de ilgi göstermiştir, biz de zmana zaman dinleriz akşam saatlerinde özellikle pek de güzel olur:)

Sırasıyla Hopes and Fears (2004),Under The Iron Sea (2006),Perfect Symmetry (2008) grubun son haliyle ve KEane ismini almasıyla çıkan albümleri.
Somewhere Only We Know ise ilk albümlerinin çıkış parçası ve Uk genelinde çokça beğenilip isimlerini duyuran şarkı olup benim de çok sevdiğim şarkılarından.
Yine aynı albümden bir diğer hit şarkıları Everybody's Changing de tavsiye edilesi...


This could be the end of everything
So why don't we go, somewhere only we know


30 Ocak 2009 Cuma

Goodfellas & The Sopranos


Henry Hill: You're a pistol, you're really funny. You're really funny.
Tommy DeVito: What do you mean I'm funny?
Ya motherfucker! I almost had him, I almost had him.

Martin Scorsese'nin en sevdiğim filmlerinden biri olmakla birlikte mafyavari film türüne yanilikler getiren, onlarca filme ilham kaynağı olurken The Sopranos gibi şahane bir dizinin de temelini oluşturuyor diyebiliriz rahatlıkla. Yukarıdaki diyalog ise filmde bir an için kanı donduran ardından güldüren Joe Pesci'nin performansıyla doruğa çıkan 10 numara sahnelerden...
Beni rahatsız eden tek şety Scorsese gibi sürüyle filmi sinemaya armağan etmiş, kült filmlere imza atmış, çoğu zaman hakkı yenmiş bir adamın oscarı bir uzakdoğu uyarlaması olan The Departed ile kazanmasıdır ki Akademi denen güruhun seçimlerini zaten anlamak zor oluyor. Karar aşamasında lobiler, büyük film şirketlerinin baskıları, propagandaları birçok sinemasal unsurdan baskın çıkabiliyor.


Filme dönecek olursak Goodfellas alışılageldik şekilde şiddeti alevlendiren, kışkırtan bir mafya filmi değil, kanlı sahneleri bol lakin bu olaylar sonucu olabilecekleri çok net açıklıyor; ya ölürsün ya da kodesi boylarsın, ya da filmde kahramanımızın başına geldiği gibi itirafçı olup ömür boyu saklanarak yaşarsın... Mafya ve organize suç dünyasının temelleri özellikle bu tarz filmler için, New York'un arka sokaklarına yerleşmiş İtalyan asıllı vatandaşların harekete geçmesiyle başlar. Kendi mahallelerinde bir hiç olan gençler aidiyet duygusu ve kendini güçlü hissetme gibi gayet insani nedenlerle abilerinin arasına karışır, olaylar gelişir.

Goodfellas ve Coppola ustanın üçlemesi The Godfather birçok nedenlerle benzerlerinden ayrılıyor. Bu filmlerde canlandırılan ‘karanlık’ kahramanlar, ahlaki ve estetik açılardan kötü örnek olsalar da ‘ailesine ve dostlarına ölesiye bağlı’ kişilikler olarak takdirimizi kazanıyorlar.
Aynı husus bu mirası da alarak The Sopranos dizisiyle daha da açılıp, geliştirildi ve her ne kadar film endüstrisini eleştirsek de Amerikalıların dizi, tv show mevzusunda aştıklarının
göstergelerinden biri oldu.

Goodfellas filminde rol almış 27 aktörün The Sopranos'ta görev alması, anlatım biçimi, kahramanın açık taraflarını net gösterişiyle, psikopat ve bir o kadar komik karakterleriyle birbirine benzerliklerinin saymakla bitmeyeceği iki yapım. Tek fark The Sopranos'ta klasikleşmiş New Yorkşehri ve atmosferi New Jersey' taşınmıştır.
Goodfellas'ta Robert De Niro diğer filmlerine nazaran ikinci planda kalırken surat ifadesiyle bile oyunculuğun kitbını tekrar yazıyor lakin bu filmin yıldızları baş kahramanımız Ray Liotta ve birçok filmde sıyırma rollerde karşımıza çıkan Joe Pesci kesinlikle.
Sayfal

27 Ocak 2009 Salı

Sen Ne Dilersen

"daha kaderinin, yaşadığın kadarını biliyorsun

Çok değil sadece birkaç yıllık bir Cem Başeskioğlu filmi. Hem senaryo hem de yönetmen koltuğunda gördüğümüz Başeskioğlu aslında yabancı değil. Kült filmlerimizden Gece Melek ve Bizim Çocuklar gibi filmin yanında yine Türk sinemasının gurur duyması gereken filmlerden Büyük Adam Küçük Aşk filmlerinde de görev üstlenmiştir. Bu filmle benzerliği Yıldız Kenter'in de bu filmde rol alması ve Büyük Adam Küçük Aşk'ta kafamıza kazınan "Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdır" tadında repliklerle de benzerlik gösteren şahane bir film.
"bize bir mucize lazım"
Bir kere daha gösteriyor ki Fikret Kuşkan manyak bir adam-oyuncu. Her filminde farklı tadlar almamak, keyiflenmemek mümkün değil. Fazlasıyla dramatik bir filmde karın ağrıtacak derecede bile güldürebilen bir usta oyuncu. Sen ne dilersen filminde de bir türlü yolunu çizememiş, abisiyle sokaklarda yaşayan, otobüs duraklarında kestiren, tüm kaybetmişliğine rağmen hayatın farklı yönlerini keşfetmiş, komik bir karakter. Camiden ayakkabı çalayım derken cemaat tarafından yakalanışı, kilisede zangoçtan dayak yemesi gibi bomba sahneler mevcut ki görmek lazım.
Oyuncu kadrosunda Yıldız Kenter, Işık Yenersu, Haldun Boysan gibi ağır bombalar ve niceleri mevcut. Fazla konuya girmek manasız, dvd'si raflarda mutlaka paylaşım forumlarında farklı formatlarda da bulunabilir, reklam ve pazarlaması yapılmamış, kıymeti bilinmeyen ve keşfedilmeyi bekleyen filmlerimizden...

Arşivcinin Seyir Defteri

Arşivde bulunup, epeydir izlemek isteyip de izleeymediğim bazı filmlere kavuştum sonunda;

"kibir en sevdiğim günahtır"

İlk olarak Şeytanın Avukatı, tekrar izleyip tadına varayım dediğim haklı çıktığım şahane film.
Keanu Reeves'in henüz çok daha parlak yüzüyle genç, hırslı ve duruşma kaybetmeyen yerel bir fenomen haline gelen bir avukat olarak karşımıza çıkarken, filmin adı her ne kadar izleyiciye bazı şeyler çaktırsa da şaşırıp kendimizden geçtiğimiz sahneler oldukça fazla. Al Pacino yine alışılageldik muhteşem performansı, surat ifadesi ve mimikleriyle filmi alıp götürürken Charlize Theron da film başı ve sonunda başkalaşım geçiren başarılı bir performans çiziyor. Yıllar sonra izlendiğinde belki de çok daha iştahla izlenebilen, şeytan-dünya-sistem-tanrı-din-iç hesaplaşmalar gibi birçok şey üzerinden düşünmeyi-sorgulamayı başaran bir film.

Rebel Without a Cause

Bizde Asi Gençlik olarak bilinen, erken yaşta hız tutkusuyla vefat eden ikon James Dean'in en çok konuşulan filmi denebilir. Eski Amerikan klasiklerinin bir benzeri gibi görünse de konusu, anlatımı ve karakterleriyle benzerlerinden ayrılıyor. Kendisini, evreni anlamaya, anlamlandırmaya çalışan Jim karakteri etrafında baba-oğul, aile ilişkileri, birbirini dinlemeyen insan modeli, iletişimsizlik, aşk, topluluk psikolojisi, yalnızlık ve sevgi arayışı gibi pek kıymetli hususlara değinip abartmadan başarılı diyaloglar ile akılda kalan, takdire şayan bir film efenim.

The Mighty Celt
Trainspotting filminde arıza Begby karakteriyle hayatımıza giren sevilesi insan Robert Carlyle'ın tıpkı Carla's Song ve 28 Hafta Sonra daki gibi yine başarılı performansının kotardığı mütevazı bir İrlanda filmi. Henüz açılışında sınırda İngiliz çucukların attığı taşlar nedeniyle kafalarında kask ile top oynamaya çalışan çocuklarla açılışı yapan, hikayeyi daha insani boyutta anlatmaya devam edip naif bir film görüntüsü çiziyor. İngiltere ile savaşan bir dava adamıyken, savaşı da sevgilsiini de bırakıp giden yıllar sonra döndüğünde kimse tarafından hoş karşılanmayan bir adam Carlyle'ın oynadığı karakter. Çok başarılı olmasa da güzel vakit geçirilen, İngiliz tarzı filmleri sevenlere tavsiye edilesi bir film.

Üç Maymun

Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi, Cannes'de en iyi yönetmen ödülünü de aldıktan sonra gişe olarak da diğer filmlerinin biraz da olsa ötesine geçmiş, ortalama sinema izleyicisi tarafından yine sıkıcı bulunmuş filmi. Görüntü, hikaye ve oyunculuk anlamında yönetmenin tarzını oturttuğu film olmuş bana kalırsa. Oyuncu babında Ahmet Rıfat Şugar ilk filmi olmasına rağmen en başarılı isim, yine fotoğraf tadındaki enfes kareler, tren sahneleri, yerine göre davranan, yerine göre 3 maymunu oynayan, çelişkilerle dolu günümüz insanını bir aile üzerinden tasvir eden bir film.

Ironman
Robert Downey Jr. isminin en çok kazananlar listesinin tepesine çıkmasına neden olan film. Hollywood'un üretimsizlikten artık sıkça başvurduğu tekrar çevrim ve süper kahraman filmlerinin son dönem örneklerinden. Bu gibi nedenler yüzünden beklentim az olduğundan belki hiç de fena gelmeyen bir yapım. Silahın anlamı, akıbeti ve silah ticareti konularında söyledikleri de başarılı olmuş. Kötü adam rolünde her role girip fark yaratan başarılı aktör Jeff Bridges yine filmde akılda kalan şeylerden biri olmuş. Onun dışında yine ekşın dolu, özel efktlerin abartılıp sıkmadığı orta düzeyde bir film olmuş.

Being There

Sinema denince aklıma Charlie Chaplin ve Peter Sellers gelir ilk olarak. Sellers'İn The Party'si ve Being There filmini izlemeyenler ise bana kalırsa çok şey kaybetmiştir. Hele ülkemizde komedi diye sunulan çöp'lerin ardından Peter Sellers'in fazlasıyla ölçülü, surat ifadesiyle bile yarılabileceğiniz komik filmi komedi anlayışına, komedi filmi nasıl olur sorusuna doğrudan bir cevap gibi. Jerzy Kosinski'nin romanından uyarlanan, Sellers'in oyunculuk dersi verdiği gerçek bir başyapıt.

25 Ocak 2009 Pazar

Tim Reder'den İngiliz Futbolu Kareleri

Deplasman takımının 1-0 üstünlüğüyle sona eren ilk yarının habercisi misali çıkan çocuk ve skor tabelası...

Brentford'lu top toplayıcı çocuk kendisine gelmesi muhtemel bir topu ya da futbolcularla paylaşmayü hayal ettiği gol anı'nı beklemekte...


Kafesteki Aslan kostümüyle, deplasmana gelmiş bir Birmingham taraftarı


Sunderland'in 1898'de Liverpool karşısında galibiyetiyle başlayıp 99 yıl mücadele ettiği Roker Park Stadyumunun vedası da bir diğer Merseyside ekibi Everton'a karşı yine galibiyetle son bulmuştu. 97 yılında Sunderland Stadium of Light'a taşınarak yeni bir sayfa açmıştı. Fotoğraflarda hem galibiyetin coşkusu hem de koskoca bir tarihi arkalarında bırakmanın hüznü var sanki.

Tim Reder'den Futbola Dair

Tim Reder'in İtalya futbolu, ultra'lar, İngiliz Futbolu, bayanlar futbolu gibi birçok alanda çektiği fotoğraflarının yer aldığı Calcissimo adlı kitap ülkemizde bulunmasa da bazı fotoğraf karelerinden görebildiklerimize göz atabiliyoruz ancak...

Vicenza taraftarlarının Sampdoria maçında hararetle ve yüzlerine bakacak olursak biraz da zor şekilde seyrettikleri, kitlendikleri an'lardan olsa gerek.



Roma takımının bayrak isimlerinden, 72-84 arası sayısız maçta formasını ıslatmış efsanelerden biri Agostino Di Bartolomei. Sadece 3 şampiyonluğu bulunan Roma'nın 82-83 sezonunda 2.şampiyonluğuna imza atan aktörlerden biriydi. Taraftarların gönlünü süslediği kadar Roma'daki dükkanları da süslediği açık...