2 Aralık 2009 Çarşamba

Turkcell Totaliter Lig




Birikim'den Serkan Boyacıoğlu'nun ligimizin tek düzeliğine, tam anlamıyla klişeler yumağı olmasına, basının rolü ve bir çok nedene dayanarak kaleme aldığı yazısını paylaşmak istedim.
Yılların getirdiği kısırdöngü ligin başına süper koyunca değişmiyo ne yazıkki.
Hepimiz tarafız lakin olaylara bazen farklı yerlerden bakmak farz...


Lig üzerine bir yazı yazmaya karar verip İnternet’i biraz karıştırdığımda karşıma çıkan sitelerden birindeki ibare dikkatimi çekti: “Süper Lig’i Fenerbahçe kırk kere kazanmışken, Galatasaray otuz dokuz kere kazanmıştır.” Bunu İnternet üzerinden bilgi edinirken dikkatli olmayı gerektiren bir durum olarak alıp, “gerçekleri” bulmaya çalıştım. Sonunda ‘makul’ bir sonuca vardım: Seksen bir adet plaka kodu olan Türkiye’de bugüne kadar şampiyonluk arabasını süren vilayetlerin sayısı sadece ve sadece iki (rakamla 2) idi. (1)

Bugün yarım asrı geride bırakan ülkenin en üst düzey futbol liginde, şampiyonluğa üç İstanbul takımının (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray) dışında sadece Trabzon’dan (Trabzonspor) bir ortak gelmiş; onların da toplamda altıyı bulan şampiyonluklarının sonuncusu 1983-84 sezonunda gerçekleşmiş.(2) Demek oluyor ki elli yıllık lig tarihinin ikinci bölümünde, yani son yirmi beş sezonda şampiyonluk kupası hep aynı şehre gitmiş. Bu nedenledir ki ligimizi “Süper Totaliter Lig” şeklinde tanımlamakta bir sakınca yoktur. Sponsoru bir GSM firması olan ligimiz hakkında konuşurken pek çok ilin kapsama alanı dışında kaldığını görüyoruz. Kurulduğundan beri lige hiçbir sezon temsilci gönderemeyen iller bölgelere göre şöyle sıralanıyor: Akdeniz Bölgesi; Burdur, Hatay, Isparta, Osmaniye; Doğu Anadolu Bölgesi; Ağrı, Ardahan, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Hakkâri, Iğdır, Kars, Muş, Tunceli; Ege Bölgesi; Afyon, Kütahya, Muğla, Uşak; Güneydoğu Anadolu Bölgesi; Adıyaman, Batman, Kilis, Mardin, Şanlıurfa, Şırnak; İç Anadolu Bölgesi; Aksaray, Çankırı, Karaman, Kırşehir, Nevşehir, Niğde; Karadeniz Bölgesi; Amasya, Artvin, Bartın, Bayburt, Çorum, Düzce, Gümüşhane, Kastamonu, Sinop, Tokat; Marmara Bölgesi; Bilecik, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Yalova. (3)


Elli yıldır oynanan ligde her sezon bir alt ligden ortalama üç takımın bir üst klasmana çıktığını düşünürsek, terfi edilebilecek yaklaşık yüz elli koltuğun hiçbiri bu kırk üç ilde kayıtlı kulüplerce bir defalığına olsun doldurulamamış. Nüfusu yetmiş beş milyona dayanan, seksen bir ile sahip Türkiye’de en üst düzeydeki ligin hala on sekiz takımla oynanması -örneğin kırk altı milyonluk İspanya’da La Liga’daki ekip sayısı yirmidir- anlatmaya çalıştığımız eşitsizliğe katkı yapan bir etken olarak gözüküyor. Bu sonucu oluşturan nedenlerden ilki ise 1966-67 sezonunda Eskişehirspor, 1968-69 sezonunda Mersin İdman Yurdu ve Bursaspor’un katılımlarına kadar ligde sadece İstanbul, İzmir ve Ankara takımlarının bulunuyor oluşudur. Pek renkli olmayan lig tarihine baktığımızda ilk iki basamakta iki Anadolu takımının bulunduğu tek sezonun 1980-1981 sezonu olduğunu fark ediyoruz. (1.Trabzonspor ve 2.Adanaspor)(4)

1978-79 sezonunda o zamanki adıyla 1. Lig’de bulunan Kırıkkalespor (Kırıkkale 1989’da il olmuştu), şimdi Kardemir Karabükspor adıyla boy gösteren Demir-Çelik Karabükspor (1993-94 sezonunda en üst lige terfi ettiklerinde Karabük henüz il olmamıştı) ve 2003-2005 yılları arasında Süper Lig’de yer alan Akçaabat Sebatspor en üst lige çıkmayı başaran ilçe kulüpleridir. Elli yılda lige keyif katan bu olayları notlarımız arasına alıp mikrofonlarımızı tekrar İspanya’ya uzatalım. On yedi yönetimsel bölgeye ayrılmış ülkede on üç bölge önümüzdeki sezon için yirmi takımlı La Liga’ya temsilci göndermeyi başarmış:

Barcelona, Espanyol(Katalanya); Villareal, Valencia (Valencia); Malaga, Sevilla, Almeria, Xerez (Endülüs); Real Madrid, Atletico Madrid, Getafe (Madrid); Deportivo La Coruna (Galiçya), Mayorka (Balearic Adaları), Racing Santander (Cantabria), Atletic Bilboa (Bask Ülkesi), Sporting Gijon (Austrias), Osasuna(Navarre), Real Valladolid (Castile and León), Tenerife (Kanarya Adaları) ve
Real Zaragoza (Aragon).(5)

2009-2010 futbol sezonunda sadece yedi coğrafi bölgeye ayrılmış ülkemizin Süper Lig’inde Doğu Anadolu Bölgesi’nden hiçbir futbol takım yer almıyor. Akdeniz Bölgesi’nden bir tek Antalyaspor, Karadeniz Bölgesi’nden sadece Trabzonspor, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Diyarbakırspor ve Gaziantepspor, Ege Bölgesinden Denizlispor ve Manisaspor, Marmara Bölgesi’nden Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Kasımpaşa, Bursaspor; İç Anadolu Bölgesi’nden Ankaragücü, Gençlerbirliği, Ankaraspor, Hacettepe, Eskişehirspor, Sivasspor, Kayserispor ligin bu seneki yarışmacı kulüpleri.

Şimdi de şampiyonluk kazanan takımlar bazında bazı major liglerdeki duruma bir bakalım:

La Liga (İspanya) şampiyonluğunu kazanan kulüpler:

Real Madrid( 3), Barcelona(19), Atletico Madrid( 9), Atletic Bilboa(8), Valencia(6), Real Sociedad(2), Deportivo La Coruna(1), Sevilla(1), Reel Betis(1)

Bu verileri şampiyonluğun gittiği şehirler bazında alırsak, tablo Madrid (40), Barcelona (19), Bilboa (8), Valencia (6), Sevilla (2), San Sebastian (1) La Coruna(1) şeklini alıyor.(6)
İngiltere’ye geldiğimizde 1992’den bu yana Premier League adıyla oynanan üst düzey ligde on yedi yılda şampiyonlukların Blackburn, Manchester ve Londra gibi üç kente dağılmış olduğunu görüyoruz. Bu verilere Premier League öncesini dahil ettiğimizde ise yirmi dört değişik kulübün şampiyon olduğunu bilgisine ulaşıyoruz:

Liverpool(18), Manchester United(18), Arsenal(13), Everton(9), Aston Villa(7), Sunderland(6), Newcastle United(4), Sheffield Wednesday(4), Chelsea(3), Wolwerhampton Wanderers(3), Leeds United(3 ), Huddersfield Town(3), Blackburn Rovers(3), Preston North End(2), Tothenham Hotspur(2), Manchester City(2), Burnley(2), Derby County(2), Portsmouth(1), West Bromwich Albion(1), Ipswich Town(1), Sheffield United(1), Nottingham Forest(1)(7)

Yerleşim birimleri bazında ise dağılım şöyle olmuş: Liverpool(27), Manchester(20), Londra(18), Birmingham(7), Sunderland(6), Sheffield(5), Newcastle(4), Wolwerhampton(3), Leeds(3), Huddersfield(3), Blackburn(3), Preston(2), Burnley(2), Derby(2), Porstmouth(1), West Bromwich(1), Ipswich(1), Nothingham(1).(8)

“Bunlar üst düzey ligler, Türkiye’nin kendine has koşulları var” denilmesi ihtimaline karşı daha “bizden” yerlere uğramayı ihmal etmedik. Steau Bükreş ve Dinomo Bükreş egemenliğinde olduğunu hatırladığımız Romanya ligine bir bakalım dedik. Karşımıza çıkan tablonun en üstündeki bilgiler bize bu ülkede bambaşka iki takımın (CFR Cluj [2007-2008] ve Unirea Urziceni [2008-2009]) şampiyonluk kupasını müzelerine götürdüklerini söylüyordu.(9)

“İki büyükler”e sahip liglerden bir başkası Çekoslovakya ya da yeni adıyla Çek Cumhuriyeti ligiydi. Orada da tekel kırılmış, Sparta Prag ve Slavya Prag egemenliğindeki ligde adeta “kadife devrim” yaşanmıştı. Slovan Liberec (2001-2002 ve 2005-2006 sezonları) ve Banic Ostrava(2003-2004) kupayı Prag dışına taşımışlardı.(10)



Bizim lige dönecek olursak, şampiyonluğun elli sezonda sadece iki ile dağılmasını(!) bir kenara bırakalım ve ilk sezondan itibaren liderlik koltuğunda oturan takımların sıralandığı listeye bir bakalım:

1- Fenerbahçe 478 hafta
2- Galatasaray 441 hafta
3- Beşiktaş 347 hafta
4- Trabzonspor 184 hafta
5- Samsunspor 23 hafta
6- Sivasspor 22 hafta
7- Eskişehirspor 20 hafta
8- Bursaspor 19 hafta
9- Kocaelispor 19 hafta
10- Ankaragücü 14 hafta
11- Altay 13 hafta
12- Göztepe 13 hafta
13- Gençlerbirliği 9 hafta
14- Adanaspor 7 hafta
15- V.Manisaspor 5 hafta
16- Adana Demirspor 5 hafta
17- Hacettepespor 5 hafta
18- Sakaryaspor 5 hafta
19- İstanbulspor 4 hafta
20- Ankara Demirspor 4 hafta
21- Boluspor 3 hafta
22- Diyarbakırspor 3 hafta
23- Zonguldakspor 3 hafta
24- Karşıyaka 2 hafta
25- Mersin İdman Yurdu 2 hafta
26- Gaziantepspor 2 hafta
27- Altınordu 2 hafta
28- Bakırköyspor 1 hafta
29- Sarıyer 1 hafta (11)

Görüldüğü üzere şampiyon olan dört takım ve öteki takımların liderlik koltuğunda oturma sayıları arasında büyük bir uçurum var. Bunca sezonda “hah işte bu sefer oluyor” dedirten, kafaya oynamayı başarabilen takımların sayısı dahi yetersiz. Kocaelispor, Eskişehirspor, Gençlerbirliği, Göztepe, Adanaspor, Boluspor, Samsunspor, Gaziantepspor ve son olarak Sivasspor sistemi zorlamışlar ama neticede şampiyonluk meclisinde İstanbul takımlarının karşısında bir tek Trabzonspor -ötekileri temsilen- “Anadolu delegesi” rozetini takmayı sürdürmüş.

"ULUSAL" SPOR BASINI VE KISIR DÖNGÜ

Otoriter futbol ortamımızdan bahsederken Cumhurbaşkanlığı Kupası adıyla her yıl Ankara’da düzenlenen bir organizasyonun 1998 sonrasında aniden ortadan kaybolduğunu hatırlatmakta fayda var. Boşluğu doldurmak için 2006 yılından itibaren Süper Kupa adıyla bir düzenleme yapılıyor. Fakat bu kupa, UEFA’nın düzenlediği ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanan takımla ile UEFA kupası’nı (Bundan böyle yeni kurulan UEFA Avrupa Ligi kupasını kazanan takım olacak) kazanan takım arasında oynanan aynı isimli kupayı hatırlatıyor. Geleneğin olmadığı, önemsenmediği futbol ortamımıza yaratıcılık da uğramamış anlaşılan. İlki 1944 yılında oynanan ve Cumhurbaşkanlığı kupası ile eş zamanlı olarak sahneden kalkan Başbakanlık Kupası’nı ayrıca hatırlamalıyız. Futbol dünyamızda gelenek yok dedik. Başka bir örnekle devam edelim. Yıllardır oynanan bir turnuva Anadolu’da kısmen devam ediyor ama artık İstanbul’da yok. Türkiye Spor Yazarları Derneği Turnuvası’ndan bahsediyoruz: Basın dünyasının kendi adına oynanan bir turnuvanın yokluğuna pek tepki göstermemesine şaşırmamak lazım. “Büyüklerimiz ne derse o olur” anlayışının varacağı nokta bu idi zaten. Bu yazıyı okumanıza olanak sağlayan İnternet sağ olsun, bu tekelci anlayışın kırılmasına muazzam bir katkı sağladı. İnternet’in yaygınlaştığı İkibinler öncesinde herhangi bir sebepten yaşadığınız kentin dışına çıktığınızda ‘Ulusal’ basında şehrinizin futbol kulüpleriyle ilgili bir habere rastlama şansınız sıfıra yakındı. Tuttuğumuz kulüpler hakkında habere ulaşma sorunu taraftar siteleri, kulüplerin resmi siteleri, futbol blogları, çeşitli forumlar gibi yapılanmalarla çözüldü ama basının anlayışında bir değişiklik söz konusu olmadı. Gazetelerin spor sayfalarına bir göz atın, yüzde sekseni üç takımın egemenliğindedir. Maç haberleri verilirken vazgeçilmeyen bir durum, bu üç takımın maç kaybetmesi halinde bile kazanan takımının iyi oyununa değil, ligi domine eden İstanbulluların kötü performansına vurgu yapılmasıdır. Özel kanallardaki spor programcılığı ayrı bir yazı konusu, onu şimdilik bir yana bırakalım ama bir kamu kurumu olan TRT’de Süper Lig özetlerinin iki ayrı programla verildiğini hatırlatalım. Devlet televizyonu ‘Büyükler’in maç özetlerini ayrı bir programda yayınlarken, diğer takımların müsabakalarından kesitleri -gecenin epey geç saatlerinde- başka bir programda ekrana yansıtıyor.

Yukarıda örnekler verdiğimiz en üst düzey ligleri masaya yatırırsak özellikle doksanlardan sonra kendini gösteren endüstrileşen futbol olgusuyla paralel olarak şehirler, kulüpler arası dengesizliğin oralarda da artma eğilimi gösterdiğini görürüz. Ne var bazı futbol yorumcularının zaman zaman verdikleri şu ve benzeri beyanatlara katılmak hala mümkün değil: “Her ülkede büyük takımlar var. Örneğin İspanya’da Real Madrid ve Barcelona, İngiltere’de Arsenal, Liverpool ve Manchester United, Almanya’da Bayern Münih, Werder Bremen… Bunlar tıpkı bizdeki Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi hemen her sene şampiyonluğa oynayan kulüpler.” Burada gözden kaçan ya da kaçması istenen mühim bir nokta var oysa. Her ülke ligini domine eden takımlar elbette var ama ülke liglerine baskın gelen bu takımlar farklı farklı şehirlerden katılıyorlar yarışa. Spor basınının takım kayırmasının yanı sıra şablonlara sıkışıp kalma, araştırma yapmadan yazı yazma, haber hazırlama gibi hastalıkları da mevcut. Örneğin 1925 senesinde İzmir’de kurulan Göztepe’nin adı bazı haberlerde hala Göztepespor olarak geçebiliyor. Bu tarz haberciliğe bir başka örnek Beşiktaş’ın formasındaki ay-yıldızın eşsiz olduğunun ilan edilivermesi olmuştu zamanında. Karşıyaka ve Kasımpaşa gibi kulüplerimizin formalarında ay-yıldız taşıdıkları adeta unutulmuştu. Spor basınının tarafsızlıktan anladığı ise üç büyükler deniler takımlar karşısında tarafsız durabilmekten ibaret.

Basının kulüplere eşitsiz yaklaşımı ülkede yerel taraftarlık olgusunun güdük kalmasının nedenlerinden birisi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden Ahmet Talimciler, İzmir’de yaptıkları bir çalışmada çıkan sonuçları şöyle veriyor: “Dört yüz kırk altı kişiye önce başka bir takıma sempati duyup duymadığını sorduk; ‘evet’ diyenlerin oranı %56.7 (253 kişi) ‘hayır’ diyenlerin oranı ise %43.3 (193 kişi).”(12)

Çevremizde dönen futbol muhabbetine baktığımızda bu araştırmadan çıkan sonuçların pek şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz. Her gün medyadan muazzam bir beyin yıkama operasyonu yiyen futbol tutkunları çifte pasaportlu olmayı kabullenmiş gözüküyor. Ve bu kısır döngü ligimizin dünyadaki en renksiz liglerden biri olmasına yol açıyor.

Bir Umut; Bizi Güldüren


Penguen'den Uykusuz'a geçişle beraber daha da belirginleşti ki vaziyet çoğu insan sırf bu adam biraz da Yiğit Özgür yüzünden dergiyi alır oldu.
Cem Yılmaz'ın bile Arog ile yaşattığı tam bir hayalkırıklığına rağmen bu iki adamın şimdiden yeri doldurulamayacaklar olduklarını düşünüyorum. Cem Yılmaz da diğer komedyenlerimiz gibi politikaya girmeyen, suya sabuna dokunmayıp bir takım kişileri karşısına almayan birisi olmasaydı keşke dedirtse de...

Umut başkan ayrıntılar ve harbiden lan dedirten mükemmel tespitleriyle uzun süredir konuşuluyor, internet aleminde karikatürleri gönderilip kikir kikir gülünüyor.
Montla sıç karikatüründen sonra daha bi seviyorum sanki bu adamı, aynı şekilde yazılarını da.
Hemen hemen her ortalama ailenin evinde bulunan çek yatları, arkasında bugün doğanlar için isimler bulunan takvimleri, bol baklava desenli kazakları, sözüm ona modern! toplum insanına dair ince yalnızlık tanımları, mahalle köşelerini mesken tutmuş-çok bilmiş dayı'ları, çocuk olma ritüellerini bize tekrar yaşatıyor, çok sevilmesi bazılarının hoşuna gitmiyor olsa gerek bir o kadar da eleştiriliyor. Bir de Feridun Düzağaç ile az uğraşırsa tam olacak:)


Yalan kültürlerle özgür olduğunu zannediyor insanlar. Evine IKEA aldığında mutlu oluyor. Devlet verse ona karşı gelir. Komünist sistem gibi herkesin evinde IKEA var. Sistem satışı engellemediği sürece senin her şeyi yapmana izin veriyor. Liberallik o. Satış hayatı en çok engelleyen şey. O şey satılacaksa sen ahlaksızlık da yapacaksın, her şeyi yapacaksın. Mühendisliği de öyle bıraktım. Her gün takım elbise giymek Kürt açılımından daha büyük bir sorun bence. Eskiden 16 saatmiş çalışma saati. Solcuların ayaklanmalarıyla sekiz saate iniyor. Bertrand Russell, 'dört saat' diyor. Artı değer diye bir sorun var. Marx'ın tek derdi o. Halay malay, kekik kokulu dağlar değil. Hayatından çalınan dört saati nasıl geri alabileceksin?


Karamazov Kardeşler'deki babayı sevmiştim. Çok gülüyordum okurken. İlk Yeraltı'ndan Notlar'ı okumuştum aslında. Dilini sevmiştim, rahat yazıyor. Arada karışıyor da romana; "Ben böyle bir adam görmedim sevgili okurlar," falan diye. Yeraltından Notlar'daki adamın ruh hali, o kaçma duygusu, her şeyden utanması falan, "tam benim gibi adam," demiştim. "Gezerim," demiştim Dostoyevski'yle gelse.

1 Aralık 2009 Salı

15. Gezici Festival Yolda

4-10 Aralık 2009, Ankara
11-17 Aralık 2009, Artvin
18-20 Aralık 2009, Üsküp (Makedonya)

Gezici Festival yine Yollara düşüyor...
Geçtiğimiz yıl koskoca başkentten tek bir sponsorun çıkmaması sahiplenmemesi yüzünden Ankara'da gerçekleşmeyen festival bu sefer kısıtlı imkanlarla tekrar başkente dönüş yaptı.
Lakin bu sefer de Kars Belediye Başkanı değiştiği için festivale desteği kesmiş, sanata tüküren o çok saygıdeğer! başkanlardan biri olsa gerek. Yıllardır Kars'ta inanılmaz bir ortam gerçekleşiyordu, atölyeler, yönetmenler-oyuncular ve seyircilerle birlikte Kars'ı renklendiren adını duyuran böyle bir etkinliğe çomak sokmak açıkçası akıl almıyor...

Bilet fiyatları 6 tl, kısa filmler ücretsiz...

Festival programına şu linkten pdf formatı olaraktan ulaşabilir ilgilenenler;
http://www.gezicifestival.org/docs/program_web.pdf

Kısacık tanıtım filmi de aşağıda;