2 Aralık 2009 Çarşamba

Bir Umut; Bizi Güldüren


Penguen'den Uykusuz'a geçişle beraber daha da belirginleşti ki vaziyet çoğu insan sırf bu adam biraz da Yiğit Özgür yüzünden dergiyi alır oldu.
Cem Yılmaz'ın bile Arog ile yaşattığı tam bir hayalkırıklığına rağmen bu iki adamın şimdiden yeri doldurulamayacaklar olduklarını düşünüyorum. Cem Yılmaz da diğer komedyenlerimiz gibi politikaya girmeyen, suya sabuna dokunmayıp bir takım kişileri karşısına almayan birisi olmasaydı keşke dedirtse de...

Umut başkan ayrıntılar ve harbiden lan dedirten mükemmel tespitleriyle uzun süredir konuşuluyor, internet aleminde karikatürleri gönderilip kikir kikir gülünüyor.
Montla sıç karikatüründen sonra daha bi seviyorum sanki bu adamı, aynı şekilde yazılarını da.
Hemen hemen her ortalama ailenin evinde bulunan çek yatları, arkasında bugün doğanlar için isimler bulunan takvimleri, bol baklava desenli kazakları, sözüm ona modern! toplum insanına dair ince yalnızlık tanımları, mahalle köşelerini mesken tutmuş-çok bilmiş dayı'ları, çocuk olma ritüellerini bize tekrar yaşatıyor, çok sevilmesi bazılarının hoşuna gitmiyor olsa gerek bir o kadar da eleştiriliyor. Bir de Feridun Düzağaç ile az uğraşırsa tam olacak:)


Yalan kültürlerle özgür olduğunu zannediyor insanlar. Evine IKEA aldığında mutlu oluyor. Devlet verse ona karşı gelir. Komünist sistem gibi herkesin evinde IKEA var. Sistem satışı engellemediği sürece senin her şeyi yapmana izin veriyor. Liberallik o. Satış hayatı en çok engelleyen şey. O şey satılacaksa sen ahlaksızlık da yapacaksın, her şeyi yapacaksın. Mühendisliği de öyle bıraktım. Her gün takım elbise giymek Kürt açılımından daha büyük bir sorun bence. Eskiden 16 saatmiş çalışma saati. Solcuların ayaklanmalarıyla sekiz saate iniyor. Bertrand Russell, 'dört saat' diyor. Artı değer diye bir sorun var. Marx'ın tek derdi o. Halay malay, kekik kokulu dağlar değil. Hayatından çalınan dört saati nasıl geri alabileceksin?


Karamazov Kardeşler'deki babayı sevmiştim. Çok gülüyordum okurken. İlk Yeraltı'ndan Notlar'ı okumuştum aslında. Dilini sevmiştim, rahat yazıyor. Arada karışıyor da romana; "Ben böyle bir adam görmedim sevgili okurlar," falan diye. Yeraltından Notlar'daki adamın ruh hali, o kaçma duygusu, her şeyden utanması falan, "tam benim gibi adam," demiştim. "Gezerim," demiştim Dostoyevski'yle gelse.

Hiç yorum yok: