30 Ekim 2009 Cuma

Nostalji #1

Özellikle büyüdükçe ve işler boka sardıkça insanoğlunun nostalji damarı çok sık tutmaya başlıyor. Boyna dillerden düşmeyen eski günler temalı konuşmalar, iki-üç arkadaş toplanıp lise yıllarında ne kadar piç olunduğu ve yapılan sıyırmalık örnekleriyle atılan kahkahalar, bi ilhan irem vardı noldu ya tadında hoş sohbetler falan...
Ben de bu grubun içinde var olan sık sık dillendiren, her konudaki kötü gidişe paralel sık sık kullanan biri olarak hafiften geçmişe splanmak, geçmişle yaşamak iyi hoş da bazen abartılıp yaşadığın günü kaçırıyomuş gibi buruk bir tad da bırakmıyor değil, bilmiyorum...

Nostalji ögelerinden 1 numero, evimizde olmayan ama komşu çocuğunun birinde mutlak bulunup, çoluk-çocuğun akın ettiği, ev sahibi annenin börek-çörek ve limonatadan oluşan menüyü yetiştirmekte zorlandığı, özellikle sıcaktan top oynananamayacak derecede etkilenip, gölgenin inmesini beklediğiniz zamanlarda vakit öldürülen asrın buluşu:)
Hele fotoğraftaki başlığı görüp bugünü de kıyaslayınca komik geliyo adama, bir o kadar da garip.
Sık sık aklıma o zamanın gözdesi akülü araba kazanmak için günde 5-10 tane çokomel yiyip onun o parlak jelatinini derslerde tırnak yardımıyla düzleyip, yarışmaya katılmak için zarfa koyup postaladığım günler geliyor, bir hoş oluyorum efem...

26 Ekim 2009 Pazartesi

Nefes Açılımı


Açılım falan yok, korkmayın ey insanoğlu:)
Bu aralar nerdeyse trend oldu bu açılım kelimesi, içini o kadar boşalttılar ki göstermelik politikalarla hakkaten gündelik hayatta açılım kelimesini kullananın kafasında kiremit kırası geliyor insanın.
Son terörist grubun teslimi sonrasında ise infial diyebileceğimiz bir ortam yaratıldı ki artık kavramlar alaşağı edildi hakkaten. Kim terörist, kim şehit, filmde yüzbaşının dediği gibi kim katil kim kurban belli değil.
Uzun zamandır dönen fragmanların yarattığı merak duygusuyla geçtiğimiz günlerde izledik Nefes'i.


Daha o günlerden teknik açılardan sinemamıza yeni şeyler katacağı, başarı kazanacağı belliydi.
Açıkçası görüntüleriyle, efektleriyle, kamera kullanımı, vuruluş anında kameraya sıçrayan kanlarıyla bile izlenmeye değer bu filmi.
Bir neden daha var ki beni bitiren kısım sonlardaki bence haddinden fazlaca uzatılan, adamı kıvrandıran sahneler değil filmin ilk kısmında askerleri birer birer perdede gördüğümüz analarıyla konuşma sahneleri oldu ki hakkaten yumruk gibi oturdu boğazıma. Filmi başarılı kılan husuların başında zaten bu konuda çıkanHakan Evrensel'in "Güneydoğudan Öyküler" kitabından esinlenişi ve temel alması, uzman kadrolarla 2 yıl gibi sürede sıkı tempoda ve gerçek atmosferde çalışılıp oya gibi işlenmesinin yanında fazlasıyla gerçekçi oluşu. Oyuncularının tanınmamış oyuncular olması pazarlama ve gişe açısından handikap gibi görünse de çok başarılı bir seçim olmuş o kesin.

Sadece karakol baskınında iki askerin davranışları irdelenebilir, Kubrick'in Full Metal Jacket'i ve benzeri savaş karşıtı filmlerdeki sahneleri andırmadı değil ki bu davranışlarda sonuçta insan faktörü-olağanüstü koşullar ve savaş gibi nedenlerle savunulabilir çok doğal olarak. Ama filmdeki birliğin komanda birliği olması benim gibi şüpheci adamları kıllandırmıyor değil, bu kadar kilolu ya da çok çabuk düşecek zayıf karakterler komanda olabilir mi bilmiyorum lakin komando da insandır en nihayetinde bilmiyorum. Hem söyleyip hem çürütmeye çalışıyorum kendimi, efsane şarkıcılarımızdan gençkan'ın dediği gibi'kendimi kontrol edemiyorum:)


Nihayetinde sinemamız için güzel bir çalışma olmuş, filmin özünde mesaj kaygısını fazla gütmeden seyircinin gözüne sokmadan ilerleyen film sonunda Atatürk büstünü taşıma ve arkada yazan sloganla son bulsa da başta Yüzbaşısı, bomba karakter İbo'suyla, götür beni gittiğin yere diyen güzel finaliyle, dans eden, pencere dışında şov yapan adamları, a..koduğumun bakkalı repliğiyle fazlasıyla güldürmeyi de başarmış, 20 küsür yıldır iliklerimize kadar yaşadığımız olayları ilk işleyen, çok hassas bir mevzuya güzel noktalardan değinerek duygu sömürüsü yapmadan, "savaşın galibi yoktur" diyen standartlarımızı ilerleten fazlasıyla etkileyici, sinemadan çıkıp karanlık sokaklarda ilerlerken başınız önde düşündüren ve bu etkiyi epeyce sürdüren güzel bir film olmuş.

Derbi Sonrası


Şunu söylemek lazım ilk olarak günlerden önce başlayan hengamesiyle, tartışmalarıyla, hazırlıklarıyla, maç günü birden tavana vuran tansiyonuyla, maç içindeki stresi, gol sevinçleri, maç sonraları, koreografileri-tribün şovları, kazananı ve kaybedeniyle kabul etmek lazım ki Fenerbahçe - Galatasaray maçı ülkedeki en can lıcı spor olayı.
Tabi bunu haddinden fazla budaklandırıp yok dünyanın ikinci sayılı derbisi, bizi dünya izliyor diyip işi boşuna şişirenler de fazlasıyla mevcut ki açıklananlara göre sadece İspanya'da bir kanal canlı yayınlanmış. Tabi bunda pazarlama konusunda yetersiz oluşumuz da büyük handikap, sırf ismiyle bile en azından balkan ülkelerine, komşu ülkelerine rahatlıkla pazarlanabilecek bir derbi en nihayetinde ki birçok şeyde olduğu gibi satmayı beceremiyoruz.
Futbol kalitesi açısından özellikle son yıllarda maçlardaki kalite epeyce düşmüş durumda, eski derbiler daha bir keyifliydi, daha bir futbol vardı sanki. Şimdi ise daha maç başlamadan futbolcular arasındaki kavgalar, atılan envai çeşit malzemeler, yarılan kafalar, küfürlü pankartlar-sloganlar daha bir ön planda. Bu derbiden sonra da hala bir Fnerli var mıdır ki bizim stadda küfür yok, hede yok hödö yok diyecek. Bir fotoğraf gördük ki hele maç öncesi sokaklarda biriken sarı-laci'ler ve bir demire asılmış ananın a.. yazılı sarı-kırmızı pankart. Artık rekabetin, derbinin de bir tarafına koyuyo bazıları.


Misal bizde de anti-fenercilik yıllardır çok revaşta, takımına bağırmayan adamlar bir manitam olsa diye tezahurat başladı mı birden salyalarını akıta akıta bağırmaya başlar, stad inler, gerçek bu ne yazıkki. Yine semtte üst geçite asılan bazıları anılarıyla, bunlardan fenerli olanlar analarıyla anılır gibi iğrenç pankartlar da asıldı geçmişte, umarım son bulur demekten başka bir şey gelmiyor elden.
Yine geçmişte çok yaşanan bi hadise; şimdi yok Seba mükemmeldi, ulan Seba'yı bile küfür edip gönderdiniz diyen çok saygıdeğer rakip tribün taraftarları o dönemde Süleyman'ın miki kalkmıyo diye bağırırken yine piç süleymanı, bilmemne çarşısı diyerek zevkten dört köşe oluyorlardı.

Değinmek istediğim husus artık işin iyice zıvanadan çıkmış olduğu gerçeği. Artık küfür de edilirken rakip takımın en değer verdiği efsanelere kadar gitti iş, ali sami yen'de olduğu gibi, artık zaten tribünler tad vermezken, bilet fiyatları uçuk denecek duruma gelmişken bu hususlar üstüne sos tadında olup insanı soğutmaya devam ediyor.

Maça dönecek olursak, maçın en büyük hatası Elano gibi ne yaptığı anlaşılmayan, sahada gezen bir adama 81 dakika tahammül edilmesidir. Bence bunun bir açıklaması yok, yani tek bir olumlu hareketi olmayan, savunmaya yardım etmeyen, rakip nefes aldırmazken tek bir ikili mücadeleye girmeyen, ofansif anlamda da vasatı aşmayan bir performans varken gidip kötü gidişatına rağmen Arda'yı erken çıkarması büyük hata diye düşünüyorum. İlk 11'de Elano tercihi yerine Kewell ile başlaması, ikinci yarıda Kewell'in bilinen maç sonu düşüşü gerçekleşirse de değişiklikle halledilebilirdi diye düşünüyorum.

Galatasaray savunması da özellikle Kazım gibi hızlı bir rakiple karşılaşınca hele ki ani atılan ve Fenerin başarıyla gerçekleştirdiği uzun toplarda ne kadar bocaladığını gördük. Bizden cimboma gittiğinde yalandan yaygara koparanların, Gökhan Zan sevgisini de gözden geçirmelerini salık veririm. Çünkü bu adamın düzelme ihtimali sıfır. Hala topla çıkmayı beceremeyen, kafasını kullanamayan bir savunmacı, hava toplarında ortalama bir başarısı ve bolca sakatlık ihtimaliyle tam bir bomba görevi yapmakta. Keza rambo lakaplı Servet yine çok silikti dün akşam. Biraz Ayhan'ın çabaları biraz Mustafa Sarp bunlar dışında dişe dokunur performans yok. Rakip tarafından en korkulan adam Keita ise sahada yok, üzerine göstere göstere kırmızıyı yedikten sonra zaten umutların çoğunu tüketti takımı adına.

Fenerbahçe ise klasik derbideki iç saha mücadelesiyle, rakibi bunaltan, baskı yapan, boş alan bırakmayan, her adamıyla mücadeleci bir takımdı dün ki buna Kazım, Vederson, Alex, Emre, Gökhan Gönül, Christian ve özellikle Lugano'yu not düşmek gerek. Özellikle hırçınlığıyla bizleri sinir eden bir adam olsa da rakip olarak, Fenerbahçe için büyük bir kazanç bu sene tekrar kazandırılması. Her yere koşturan, her topa basan, sık sık rakip kalede gol arayıp bir şekilde topla buluşan, her yönüyle rakip takım için tehlike arz eden bir adam.
Velhasıl Glatasaray'da Kadıköy stresi bariz yaşanırken, Fnerbahçe'de kendine güveni daha da güçlendirdi, derbilerdeki psikolojik rolün önemi daha da tartışılacaktır ilerleyen günlerde.