22 Ekim 2010 Cuma

Camus & Futbol

Albert Camus bir futbol âşığıydı. Bir arkadaşı bir gün ona, "Bir seçme şansın olsaydı, futbolu mu, tiyatroyu mu seçerdin?" diye sormuş, hayatta hep ters köşeye yatmaktan bıkmış olan Albert Abi de aforizmayı patlatmış, gerisini kendisinden dinliyoruz;



"Hiç tereddütsüz futbolu seçerdim. Futbol bir düdükle başlar, bir düdükle biter. Halbuki hayat zamansız bir doğumla başlar ve ansızın ölümle biter.
Ne zaman doğup ne zaman öleceğinizi bildiğiniz bir hayat düşünün. Bu hayatı basit ve sade yaşamak istemez miydiniz? Böyle bir hayatta öncelikleriniz gün gibi berrak olmaz mıydı?


Albert Camus

Porto Maçı ve Yeşil Dev

 

Tamamen tecrübe işi dedirten maç oldu Avrupa karşılaşmalarının belki de en en önemli olanı ardından.
Porto öyle bir takım ki ulan hiç oynamadı adamlar dedirtirken topu topu 4-5 kere ciddi-organize atakla hücum edip, savunma böyle yapılır dersi verip deplasmanda geniş geniş kazanan bir takım.
Sen de 90 dakika elli bin tane pas yapıp doğru düzgün dişe dokunur pozisyona giremeden yırtınıp durursun.
Eksikler, bir dünya sakat oyuncu, takımın sezon başı ritmini kaybetmesi gibi nedenler tabi mühim. Keza Hakan'da Zapo'da Nobre'de ısrar edilmesini aklım almıyor. Tabata'da bunların içinde ama dün iyilerden biriydi denebilir.
 Hakan'ı hep savundum lakin onu oynatmak artık kaybetmek anlamına geliyor, yakın çekimlerde surat halinden durumunu anlamak mümkün, bitmiş halde, özgüven sıfır, sürekli hata yapıyor, Cenk bir an evvel kaleyi devralmalı daha da geç olmadan.

Sezon başı bazı oyunculara yol verildiyse bile yetersiz, hala ikinci sınıf oyuncuların çokluğu takımı etkiliyor özellikle ciddi maçlarda basit bireysel hataların çokluğu bağırıyor artık adeta.
Bir önceki Porto'nun İnönü macerası yine hüsranla kapanmıştı bizler için ama bu kadar rahat kazanamaamışlardı, son dakikada kontra ataktan Q7 atmıştı yanılmıyosam, maçın ardından da formasını kapalıya forlatmıştı. Dün de bener şeyler Hulk da yaşansa da adam hakkaten fiziğine göre mükemmel bir oyuncu, sürati, son goldeki topa vuruşu inanılmaz. Gideceği yer Beşiktaş olmaz orası kesin.



Pazartesi Kayseri maçı çok önemli bence kazanabilirsek bu kötü gidişe dur deme, biraz toparlanma adına  mühim, üst üste mağlubiyetlere rağmen yıllardır Beşiktaş'ın kişiliksiz, korkak, silik futboluna dayanamayanlar bu seneki iyi niyeti, mücadeleyi gördüklerinden en azından içleri rahat, sağlık olsun diyebiliyorlar, Schuster yeter ki Rijkard gibi geri dönüş yapmasın çünkü gidişat aynı geçen yılki Galatasaray'a benziyor, ligi erken açma, sezon başı oynanan manyakça futbol, harika sonuçlar ve ardından gelen çöküş dönmei, sakatlıklar vesaire...

Tribünler açısından maç başı güzel sinyaller vardı lakin ilk golü biz yediğimizde genelde hemen çöküyoruz hele ki tansiyonu yüksek, önemli maçlarda. Eskilerden Bayern Münih maçını hatırlarım adamlar çok rahat kazanmıştı ama ses hiçbir zaman böyle sönük kalmazdı aksine inadına bağırılırdı, şimdi tezahurat eden sayısı bu gibi durumlarda 100'ü geçmiyo benim gördüğüm, hadi hayırlısı karamsar olmak için henüz erken, bir umut yaşatan insanı:)

21 Ekim 2010 Perşembe

Nostalji - Sabahlama


Biz göremesek de büyüklerin dillerin düşürmediği, bolca cefa çekilen, büyük ihtimalle futboldan en çok zevk alınan, bazı şeylerin kıymetinin olduğu güzel zamanlar.
Fotoğrafta da olası derbi öncesi sabahlayan taraftarlar, birbirine sarılmış, kendinden geçmiş bedenler, kafalardan düşmeyen çizgili bereler, kaşkollar... Şahane...

19 Ekim 2010 Salı

Ashes to Ashes - Life on Mars Sonrası

 Gene Hunt: Kimse kimseyi tanımaz Bolly...Bu yaşamın büyük yalanı, yaşadığımızı hayal etmektir...


 Life on Mars dizisinin, en'ler arasına giren güzelim İngiliz yapımının devamı niteliğindeki BBc dizisidir kendisi.
Bu kez başrolde role cuk oturmuş Sam Tyler yerine Alex Drake ablamız vardır, 2007'de açılır dizi, benzer bir durum yaşayıp 1981'de açar gözlerini. En başlarda acayip garipseyip Sam Tyler karakteri özlense de bölümler ilerledikçe bu duruma alışıyor insan. Polis merkezindeki ekip ve en önemlisi Gene Hunt fenomeni ve saflıkta sınırları zorlayan Chris dahil hemen tüm kadro korunmuş. Birçok sahnenin evsahibi olan pub yerini Luigi'nin italyan restoranına bırakmış, bira da aynı şekilde şaraba...Bu da eksi bir puan olsa da Manchester'daki küçük olaylar yerine Londra'nın olaylı, çetrefilli sokakları, yine birbirinden güzel müzikleri, dönemin ruhunu, zaman zaman politik durumları resmeden, harika şekilde kendine has İngiliz mizahı ve şahane diyaloglarıyla izlenmeye değer, izledikçe güzelleşen yapımlardan.



Yine arabalar, bolca sigara dumanı, sulu şakalar, futbol, bol miktarda alkol dizide yardımcı rollerde mevcut.
Dikkat çeken en önemli şeylerden biri de yine Life on Mars gibi diğer güzzel bir David Bowie şarkısının adı olması, açıkçası bu David Bowie hayranı kimdir yapımcı falan mı, meraklar içindeyim. Velhasıl bağımsız olarak da izlenebilir ama Life on Mars başkaydı be abi, o bir hatmedilip ardından Ashes  to Ashes yeterli dozda alınırsa kendinizi İngiliz aksanıyla sağa sola küfrederken falan bulabilir insan kendini, aman dikkat...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Rufus Wainwright - cigarettes and chocolate milk

İtalya'nın güzel insanlarından Nanni Moretti'li "Caos Calmo" filminin ve bir çok dizinin de soundtrack listesinde çoktan yerini almış şahane parça, Rufus abiden kanlı canlı;

''bir yanı kalbi kırık bırakmak, çok akıllıca değil''

rufus wainwright  - cigarettes and chocolate milk

17 Ekim 2010 Pazar

Burcu Esmersoy + Hayko Cepkin

                                        

Burcu Esmersoy ve Hayko Cepkin hoşbeşinden şahane fotoğraflar çıkmış gerçekten. Bildiğim kadarıyla Burcu apla cimbomluydu lakin fotoğraflarda çok başarılı, hiç sırıtmamış, semtin çocuğu sanki:)








Peki, Erman Toroğlu’nun ‘Her konuyu bu kadar düşük bir seviyeye indirgemesi’nin alıcı bulmasına ne diyeceksin?
Bu iş yine burada böyle maalesef. Yani bu tip konuşmalar gaf ismi altında ilgi topluyor ve alıcı buluyor. İnsanlar bayılıyor bunlara. Erman Toroğlu’nun ilk kez yaptığı veya söylediği şey değil ki bu. Keza Mehmet Ali Erbil örneğinde de durum aynı. Bunları yadırgayıp sonra başka bir ambalajla bize geri sunulduğunda, “Ne kadar güzel harika” deyip geri alan bir milletiz. Hani transseksüelliğe bu kadar karşı olup, sokakta gördüğünde tepki koyup garipseyen, “Olur mu ya erkek adam döner mi? Erkek adam kadın olur mu?” diyen toplumuz. Ama sonra Bülent Ersoy’u ‘Diva’, ‘Zeki Müren’i de ‘Sanat güneşi’ ilan ediyoruz. Çelişki toplumuyuz, bundan güç alıyoruz. Kaos hayatımızın parçası. Türkiye bağımlısı olmamızın sebebi bu. Sürekli olay, tartışma ve hareketlenme var hayatımızda. Adrenalin bağımlısıyız bir nevi. Burada hep ikilem var. Aklını kullanacaksın hep. Ancak bu şekilde kurtulursun, hayatta kalırsın.

O MU BU MU?
Arda Turan mı olmak istersin, Erman Toroğlu mu? Arda Turan tabii ki.
Mesut Özil mi, Nuri Şahin mi? Mesut Özil.
Karl Marx mı, Karl Lagerfeld mi? Karl kim? Marx tabi ki!
Kenan Sofuoğlu mu, Kenan İmirzalıoğlu mu? Sofuoğlu tabii ki!
Sergen Yalçın mı, Mehmet Demirkol mu? Sergen Yalçın.
Guti mi, Quaresma mı? Guti.
Quaresma mı, İbrahim Üzülmez mi? İbrahim!
Sabri Sarıoğlu mu, Aysun Kayacı mı? Feridun Düzağaç!

Bu Taraftarın Kalbi Solda

 “Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz.”  menotti



Bağış Abi'nin bugünkü yazısı...tıpkı diğer yazıları gibi okumaya layık sayın abim. Kendisiyle tanışmış, az da olsa muhabbet etme şansı bulmuştum, zaten ekranda göründüğünden farklı olması mümkün değil içi dışı bir denir ya klişe bir söz de olsa vallahi doğru.
Bahsi geçen taraftarlar ne yazıkki çok azınlıktalar, çoğu kişi için futbol bir deşarj alanı, hayatın acısını çıkarma sanatı, bilet ve çeşitli illegal yollardan yolunu bulma olayı. Bilinçli olanlar, bir şekilde örgütlenip güzel işler yapanlar bizim tribün ve adana demir dışında ne yazıkki çok az sahneye çıkabiliyorlar, eşkiya düzeni, kafaya davul tokmağı atma düzeni, acayip bir rant var ortada, evet azlar...gerçi önemli olan az da olsa varlar...
Sağı solu geçtik geçtiğimiz günlerde Almanya'daki taraftarların birleşip haklarını aramaları, yine İtalya'da Ultras grupların birçok kez biraraya gelip sorunları, haksızlıkları hep bir ağızdan dile getirmeleri gibi birçok örnek varken bizde biraraya gelme yalnızca cenazelerde oluyor ne yazıkki. Gerçi ülkede hangi alanda hakkımızı aradık, yapılanlara dur dedikki futbolda yapacağız demek geliyor ama belki futbol bunun için iyi bir yol olur, bir takım şeyleri, refleksleri harekete geçirir umudu içindeyiz...
 
 Bu Taraftarın Kalbi Solda - Bağış Erten

Futbol kültürü ve edebiyatı takipçilerinin dilinden düşmez bir laf vardır: “Futbol asıl olarak işçi sınıfı sporudur.” Tarih böyle diyor olabilir, ama artık bazı kulüplerin sezonluk biletiyle on yoksul aile geçiniyor ve ortalama bir lig maçı bileti pek çok işçinin günlük yevmiyesinden fazla. Yani artık futbol (Karabük mucizesini saymazsak) işçilere uzakta. Ama işte, endüstriyel futbol dört bir yanı sarıp sarmalarken bile ona çelme atmak mümkün olabiliyor.

Bilmeyen, duymayanlar için kısa özet geçelim. 15 Nisan’da Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’nın (TÜMTİS) UPS kargoda başlattığı sendikal örgütlenme çabaları yüzünden pek çok işçi işinden oldu. 1 Eylül’de onlarca ülkeden işçiler Türkiye’deki UPS işçileri için sokağa çıktı, seslerini bizim topraklara duyurmaya çalıştı. Fakat malum ülke gündemi çok yoğun, kulaklar ağır işitiyor. Bu yüzden sesi gür çıkan birilerinden destek istemiş UPS işçileri ve Forza Livorno’nun aracılığıyla taraftar gruplarıyla temasa geçmişler. FenerbahCHE, Tek Yumruk Galatasaray, Halkın Takımı Beşiktaş, Altay YSKA, Adana Demirspor ve Sakaryasporlu, Göztepeli, Kartalsporlu taraftarlarla temas sağlanmış. İş büyümüş, taraftar gruplarının direnişe ziyarete gitmesine varmış. Hoş-beşten sonra kurmuşlar taştan kaleleri ve işçilerle taraftarlar futbola başlamış. 2-2 bitmiş maç. Golleri de dayanışma usulü paylaşmışlar. Tıpkı dünkü yürüyüşteki gibi.




Derbide ve direnişte son durum
İlginç bir fotoğraftı dünkü. İşçilerden Fenerbahçeli Deniz ve Galatasaraylı Uygun bir yandan derbiyi konuşuyordu, diğer yandan direnişin 165. gününde gelinen noktayı. Demirsporlular Çav Bella’yı söylüyor, vuvuzelalar işçilere destek için ötüyordu. Türkiye’de spor sendikasının öncüsü eski milli futbolcu Metin Kurt da oradaydı. “Atılan hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek” diye bağırmak için… Demek ki neymiş; “Futbol asla sadece futbol değildir” lafından sıkılsanız da bu gerçek kolay değişmiyormuş. Arjantinli efsane teknik adam Menotti boşa mı konuşuyor: “Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz.”