Dışavurumcu Alman Sineması

1900’lü yıllarda Fransa, Rusya, İsveç, Norveç, Çekoslavakya ve Polonya ile tek tük İngiltere ve Amerika'da görülen bu akım, gerçek anlamda kendini tüm sanatlardaki gelişmesiyle Almanya’da gösterir. Öncelikle resimde görülmüş, daha sonra heykel, mimari, edebiyat, tiyatro ve müziğe yansımıştır. 1919-1939 yılları arasında Almanya’da Alman dışavurumcu akımının etkisiyle Dışavurumcu Alman Sineması ortaya çıkar. Dışavurumculukta gölgeli bir ışıklandırma, gerçeküstü bir dekor, yapay rol yapma ve gerçek olmayan bir dünyada gezinen kameranın aşırı üslubu dikkat çeker. Filmlerde kaba ve barbar görüntüler hakimdir. Ölüm ve düşük yaşama ilişkin nesnelerle beraber, savaşın kızıştırdığı umutsuzluk ve erime bu dönemin konularıdır. Daha iyi bir dünya düşlenir. Bu düşle birlikte "gerçekçilik" bir kenara bırakılır, soyut ve metafizik olan önem kazanır. Görsel anlatım güçlüdür. Güncel hayat dikkate alınmamış ve "ben"in derinliklerine inilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde fantastik dünyaya ışık tutan belli başlı filmler şunlardır:Stellan Rye (Praglı öğrenci)Henrik Galeen (Golem)Otto Rippert (Homonculus)Robert Wiene (Doktor Caligari’nin Muayenehanesi)Bunlardan Doktor Caligari’nin Muayenehanesi’den kısaca bahsedecek olursak; Robert Wiene tarafından yönetilen bu film, dışavurumcu sinemanın başlangıcı ve psikolojik filmlerin ilk örneği olarak kabul edilir. Senaryosu Karl Mayer ve Hans Janwitz tarafından yazılmıştır. Filmde Dr. Caligari adlı birinin "Cesare"adlı bir genci hipnotize edip ona cinayetler işletmesi anlatılır. Film "öznelliğin" beyaz perdedeki yüzüdür. Görsel bir şöleni andıran filmde insanların öfke, şiddet, sevinç gibi duyguları dekorda yer alan simetrik şekillerle anlatılmaya çalışılmıştır.
Şairane Gerçekçilik

Şairane Gerçekçilik Fransa’da doğmuş ve en çok ilgiyi de bu ülkede toplamış bir akım. Akım "Şiirsellik" ve "Gerçekçilik" olmak üzere iki dinamik üzerine temellendirilir. Akımın şiirselliği; seçilen mekanlarda ve film karakterlerinin davranışlarında yatar. Islak caddeler, sisli limanlar ve kır kahveleri mekan olarak seçilmekle beraber, film karakterlerini asker kaçakları, umutsuz katiller ve yaptığı evlilikten mutlu olmamış kadınlar oluşturur. Filmlere marazi bir ruh hali hakimdir. Genellikle yasak ya da imkansız aşklar anlatılır. Akımın "Gerçekçilik" yönünü ise karakterlerin karşılarına çıkan, yaşamın katılığının simgesi olarak görülen polis ve gangsterlerin varlığıdır (Onaran, 1986:138). Akımın ortaya çıkmasında Jean Vigo, Marcell Herbier ve Julien Duvivier gibi yönetmenler etkilidir. Akımı temsil eden belli başlı filmler ise şunlar:Jean Vigo (Hal ve Gidiş Sıfır)Jean Vigo (Geçip Giden Çatana)
Yeni Gerçekçilik

1945 sonrası İtalya’da doğan bu akımda sinema yeni bir boyut kazandı. Jean Renoir’la birlikte "şiirsel realizm" tarzını benimseyen filmler yapılmaya başlandı. Bu akıma göre; gerçek hayat oluşumlarında kapıların dışında çekimler yapılmalı; bir belgeselle aynı tarzda olmalıydı. Yeni Gerçekçi yönetmenler kamerayı sokağa taşıyarak anti-stüdyo görüşünü oluşturdular. Doğal ışığı, oyuncuyu kullandılar. Melodramlar bir kenara bırakılarak, savaştan sonra zarar görmüş ülkelerin sokaklarına yöneldiler. Kamera ile en iyi şekilde eldeki anın gerçeğini yakalamaya çalışırlarken aktör ve aktristler de "doğaçlama" yaptılar. Öykü bırakılarak hayatın acı tecrübesine yakınlık kural haline geldi. Hikaye örgüsü olmaksızın bir olay olduğu gibi görüntüleniyordu. Fakirlik, işsizlik, savaş sonrası ekonomik kaos ve belirsizlik filmlerin başlıca öğeleriydi. Filmlerde son yoktu ve gelecek belirsizdi. İtalya’nın o günkü tarihsel koşulları nedeniyle insanların içine düştükleri trajedi ve boşluk filmlerde yaratılan boşluğun getirdiği acı ve belirsizlikle yansıtıldı. Bu akımın belli başlı yönetmen ve filmleri şöyle:Luchino Visconti (Ossessione/Tutku, La Terra Trema/Yer Sarsılıyor)Roberto Rosselini (Roma, Città Aperta/Roma Açık Şehir), Germania Anna Zero/Almanya Sıfır Yılı)Vittoria De Sica (Sciuscia/Boyacı ya da Kaldırım Çocukları, Ladri Di Biciclette/Bisiklet Hırsızları)
Yeni Dalga

Özgür Sinema

Yeni Sinema

Deneysel Sinema

Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü, deneysel film için "Sinemada alışılmışın dışında yenilikler deneyen film çeşidi" tanımını veriyor. Kantz ise deneysel sinemayı açıklarken "özgün ve gelenekselden ayrı çalışmalar yapan kişileri kapsar" der. Sabri Kaliç ise deneysel sinema adlı yapıtında, her yenilik getirmiş film deneysel filmdir diye açıklar. Deneysel sinema hakkında tanımlar birebir yapılanı açıklamaya yeterli olmadığı gibi, bu çalışmaları da adlandırırken bir karışıklık söz konusudur. Kaliç, deneysel sinemayı adlandırmak için; underground (yeraltı) sineması, avantgarde (öncü) sinema, independent (bağımsız) sinema ve experimental (deneysel) sinema gibi terimler kullanır. Deneysel filmleri tanımlamanın en iyi yolu, onların "tanım kabul etmez" oldukları gerçeğini görmektedir. Deneysel film çekimlerinden dünya sinemasından örnekler verecek olursak şu filmleri sayabiliriz:Tony Conrad (Flicker/Kırpışma, 1966)Andy Warhol (Sleep/Uyku, 1963)Louis Delluc (Fievre)Louis Bunuel (Un Chien Andolou/Endülüs Köpeği)Viking Eggeling (Diagonal Symphony/Çapraz Senfoni)
Diğerleri
Günümüzde sinema akımları artık bu kalıpların çok dışına taştı, daha alt başlıklarda kendini kendini ifade etmeye başladı. Neredeyse her yönetmen kendini ifade etmede yeni bir akımın temsilcisi oldu. Kullanılan dil giderek zenginleşti ve yaygınlaştı. Bu dil zenginliğine sinema endüstrisinin kalbi olan Hollywood değil, diğer ülkelerin sinemacıları da büyük katkılarda bulundu.Quentin Tarantino’dan Oliver Stone’a, Tarkovski’den Clint Eastwood’a sıralanabilecek birçok yönetmen kendi bireysel üsluplarıyla sinemaya damgalarını vurdular. Şiddet sinemada sık kullanılan bir anlatım aracına dönüştü ve bu çoğu kez eleştirilere uğradı ancak bu arada şiddetin destanını yazanlar da yok değildi. Yine Tarantino Pulp Fiction’da, Oliver Stone Platoon’da, Eastwood Unforgiven’de şiddeti estetize ederek derin etkiler yarattılar.Öte yandan Avrupa sinemasında birçok yönetmen kendi başına bir dil oluşturdu. İgmar Bergman da bunlardan biri örneğin. İsveç sinemasının bu büyük yönetmeni kendi üslubunu tüm dünyaya kabul ettirdi.(*) Prof. Dr. Alim Şerif Onaran. Sinemaya Giriş. Filiz Kitabevi
3 yorum:
Guzel bir derlemeymis.. karsi ciktigim noktalar var ama yorum bolumunden uzun uzun yazmak istemedim. Belki bir ara kendi blogumdan doserim bi yazi. Ne zamandir sinema yazmiyordum zaten, hatirlamama vesile oldu. Sagolasin
sen sağol ortega değerli yorumun için,
bu tür derlemelerde özellikle yenidönem sinema pek yer almıyo ne yazıkki, truffaut gibi auteur sinemacıların yetişmemesi, modernizmin-reklam olayı-tüketim çılgınlığının gölgesinde birkaç cesur adam dışında ne yazıkki sabun köpüğü filmler çıkıyo. Hollywood'un hali ortada, tekrar çevrimlerden, uzakdoğudan apartmalardan, zorlama film serilerinden kendini alamıyo heleki son zamanlarda. İş kısıtlı olanaklarıyla bağımsız sinemacıların omuzlarında...
sen de karalarsan iki kelam mutlu olur severek okuruz hocam, hörmetler
herseyi cok guzel bir sekilde aciklamissin. Sinema hakkindaki bu yazini zevkle okudum. Sevdigim diger Fransiz filmleri de burada.
Yorum Gönder