24 Ekim 2011 Pazartesi

Shine

 

Yine kıyamayıp doğru zaman ne zmaansa artık o anı bekleyip izleyeceğim arkadaş dediğim ve sonunda izleyebildiğim mükemmel film Shine.
Konusunu falan okuyanlar öf pöf diyebilir ki o yüzden bu tür işlere hiç girmem. Yok klasik müzik, pitano, Rachmaninoff falan geçiyo lan filmde kaçın diyenler olacaktır ama çok şey kaçırır izlemeyen a dostlar.
Geoffrey Rush sen nasıl bir insansın dedirtiyor artık oyunculuk mevzuunda hayvani işler yapmış adam ağzın açık izliyosun ve gık demeden. Hikaye temelde aslında çok tanıdık. Otoriter hatta manyaklık derecesinde takıntılı baba figürü ve kendi çizgisinde gidemeden babasına boyun eğen, zincirlerini kırmak isteyen sessiz evlat, bir dahi David'in hikayesi.
O kadar çok nokta, sahne, mevzu varki anlatılması gereken izleyiciye bişey kalmaz harbiden ben çok sevdim filmi, iki tane sahne şimdiden best of'uma girdi bile. David'in çocukluk döneminde bahçede babası ve kardeşiyle takıldıkları esnada annesinin camdan baktığı sahne inanılmaz etkileyiciydsi ve bir de sonlara doğru çıplak şekilde trambolinde kulaklığı takılı hop hop zıplarkenki sahne müthişti sayın abim.
Karman çorman bir yazı oldu ama tekrar izlenesi filmlerden biri olarak akıl defterime çoktan not ettim, çok sevdim be abi.
Geoffrey Rush olayı da bizim eşekliğimiz, abiyi tanıyoruz ediyoruz sağlam oyunculuğundan şüphe yok lakin yeteri kadar tanımadığımız da gerçek. Bir nevi Tuncel Kurtiz'in gudik dizilerde insanlar tarafından tanınması ne kadar trajikse bizlerin de Geoffrey abiyi Karayip Korsanlarından falan tanımamız bir o kadar trajik...

Hiç yorum yok: