2 Ocak 2008 Çarşamba

Meşin Yuvarlak ve Kalem


"Beyond the touchline there is nothing".
Jaques Derrida


Edebiyatın futbol klasikleri

Homeros'dan Umberto Eco'ya, Nabokov'dan Albert Camus'ye top üzerine yazılmış en güzel yazılar.

İspanyol yazar Manuel Vazquez Montalban, futbol için ‘‘çağımızın laik dini’’ diyor. Futbol yüzyıl başında şair ve yazarlara uzak değildi. Daha sonra kimi aydınlar onu küçümsediler, şeytanlaştırdılar. Ama o devir geride kaldı. Fransa'da yayınlanan ‘‘Edebiyat ve Futbol’’ adlı kitap, bu spor üzerine dünyanın en büyük yazarları tarafından kaleme alınmış en güzel metinleri bir araya getiriyor.


Albert Camus

TAKIMIN KAPTANI

Avlu iki kamp arasında bölünmüştü, kaleciler her iki uçta sütunların arasında yerlerini aldılar, köpüklü kauçuktan kocaman bir top ortaya kondu. Hakem filan yoktu; ilk tekmede çığlıklar ve koşuşturmaca başladı. Sınıftaki en iyi öğrencilerleonların eşitiymiş gibi konuşan Jacques, bu alanda da Tanrı'dan sağlam bir kafa yerine güçlü bacaklar ve uzun bir soluk almış olan en kötü öğrencilerle iyi anlaşıyor ve onlardan saygı görüyordu. Bu noktada ilk kez doğuştan yetenekli olduğu halde futbol oynamayan Pierre'den ayrılıyordu: Pierre Jacques'dan daha çabuk büyüyor, daha narin, daha sarışın bir hale geliyordu. Jacques'ın büyümesi ise gecikmişti; bu yüzden ‘‘cüce’’, ‘‘yerden bacaklı’’ gibi lakaplar kazanmıştı, ama aldırmıyordu ve top ayağında, art arda bir ağaçtan, bir rakipten korunarak kendini kaybetmişcesine koşarken, avlunun ve hayatın hükümdarı gibi hissediyordu kendini.


Vladimir Nabokov

KALECİ: YALNIZ KARTAL

Cambridge'de yaptığım bütün sporlar arasında futbol benim için hep karışık bir dönemin ortasında rüzgarla süpürülmüş bir açık alan gibiydi. En büyük tutkum kalecilikti. Rusya'da ve latin ülkelerinde bu soylu sanat her zaman özel bir itibar sağlar. Kaleci, rolü nedeniyle kenarda, tek başına, geçit vermez olduğu için, coşkulu çocuklar sokakta peşinden ayrılmaz. Tapınma nesnesi olarak boğa güreşçisi ve usta pilotla yarışır. Bluzu, kasketi, dizlikleri, şortunun cebinden gözüken eldivenleri onu takımın diğer oyuncularından ayırır. O yalnız kartal, esrarengiz adam, son kurtarıcıdır. Kalenin önünde, parmaklarının ucuyla bir saldırıyı yıldırım gibi defetmek için gösterişli bir dalış yaptığında, bu anı yakalamak isteyen fotoğrafçılar saygıyla diz çöker...

Futbol, 20. yüzyılın belki de en büyük toplumsal yeniliklerinden biri olarak ortaya çıktığında, büyük yazarlar ve şairler ona karşı ilgisiz kalmadılar. Fransız yazar Henry de Montherlant ‘‘Yalnız Adamın Duyguları’’ adlı şiirinde kaleciyi, İspanyol şair Rafel Alberti ‘‘Platko'ya Övgü’’ adlı şiirinde Barselona takımının ünlü oyuncusunu göklere çıkarmışlardı.

Ancak entelektüellerin büyük çoğunluğu yıllarca futbolu küçümsediler; hatta onda şeytansı bir yan buldular. Bu aydınlara göre kitlelerin isyanı futbol yüzünden sıradanlaşıp silikleşiyor ve stadyumlara hapsoluyordu. Ama son yıllarda yazarlar, sosyal bilimciler ve düşünürler futbolu başka bir gözle ele almaya başladılar.

Geçtiğimiz yıllarda, Alman milli takımını 1954'de dünya şampiyonluğuna taşıyan efsanevi antrenör Sepp Herberger'in (1877-1977) yirminci ölüm yıldönümüydü. Almanya'da bu vesileyle sayısız kitap yayınlandı. Tarihçi Christiane Eisenberg'in yönetiminde bir grup araştırmacının yazılarından oluşan ‘‘Fussball, soccer, calcio’’ adlı kitapta, Alman milli futbol takımının bu ülke için özel bir önem taşıdığı belirtiliyordu. Yazarlara göre, Alman seyirciler, diğer ülkelerin aksine kendilerini çeşitli yerel takımlardan çok, milli takımla özdeşleştiriyordu. 1954'de Almanya'nın Dünya Kupası'nı kazanması, ülkenin II. Dünya Savaşı'nın ezikliğini, bölünmenin yarattığı travmayı atlatmasında, ulusal bir kimliğe kavuşmasında büyük rol oynamıştı. Bu zafere imza atan Sepp Herberger de, haklı olarak Alman bilinçaltında ülkenin yeni kurucusu Konrad Adenauer'dan hiç de aşağı kalmayan bir efsaneye dönüşmüştü...

Hiç yorum yok: