26 Şubat 2009 Perşembe

Arşivcinin Seyir Defteri


Carlito's Way


Üstad Brian De Palma'nın bana kalırsaa en başarılı filmi, haddinden fazla şişirilip, rapçilerin ve tkaım elbiseli delikanlıların favori filmi Scarface'ten de iyi hatta...
Henüz filmin açılışında aslında son sahnesini izlettirir yönetmen, ne dersek diyelim çok riskli birşey bu. Şöyle ki genel olarak izleyici filmin sonunda şaşırtılmayı, şok olmayı bekler, bu tarz filmler daha çok seyirci çekerken, filmin finalinin daha en başta verilmesi yürek ister arkadaş...
Al Pacino ile izlerken en çok özdeşleştiğimiz filmi oluyor Carlito'nun Yolu. Eski bir gangster, sokak adamı kendisini feda edip içeri girer. Çıktığında ise bambaşka bir admadır artık. Tası tarağı bırakıp, üç beş para biriktirip bu bataklıktan çıkıp itmek ister tabi yanında eski aşkıyla...
Özellikle eski sevgilisini yağmur altında bir binanın çatısında karşı tarafta bale yaparken izlediği sahne de belleklere kazındı şimdiden. Onun zamanı ile geçen zamandaki değişim de vurgulanıyor. Bizde de bunun karşılığı delikanlılık öldü, racon falan kalmadı şeklinde olabilir.
Al Pacino'ya güzelliğiyle eşlik edenPenelope Ann Miller da inanılmaz başarılı bir performans çıkartmış. Abartısız, yerinde oyunculuklar zaten filmi sevmenin ayrı bir nedeni ki bir de Sean Penn var ki akıllara zarar. Filmdeki en kıl, sevimsiz adamı canlandırıyor ki görmek lazım...
Carlito Brigante'nin ölmeden" önce bar kapanıyor, son içkiler, yoruldum yavrum" diyerekten gözlerini kapayışı Escape to Paradise tablosunun filmin sonunda canlanıp o şekilde bitmesi de apayrı bir tad bırakıyor.

Scarface
the world is yours

Yine Brian De Palma ve yine suç sözkonusu. Yukarda fazlasıyla abartılıyo dedik ama yine Al Pacino'nun mükemmel Tony Montana yorumunun da etkisiyle bir fenomen olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Scarface ilk dönem Amerikan suç filmlerinden biri olan yine aynı adlı filmin tekrar çevrimi. Tabi benzer hususlar var ama çokça değişiklik de yapılmış. Kahramanımızın binlercesi gibi Küba'dan yollanışı,Castro ve Komünizm'e savurduğu küfürler zaman geçtikçe Amerikan Rüyasının ne menem birşey olduğunu ona gösterir. Bu kez de oklarını Kapitalizme ve onun yarattığı boş insanlara yöneltir. Meşhur lokantadaki sahne şu şekilde gelişip gider kısaca; parmakla gösterip... "işte, kötü adam o" diyebiliyorsunuz. peki ama... bu size ne kazandırıyor? siz iyi misiniz? iyi falan değilsiniz. sadece saklanmayı, yalan söylemeyi iyi biliyorsunuz. benim öyle bir derdim yok. ben hep doğruyu söylerim. yalan söylerken bile. kötü adama iyi geceler dileyin bakalım!

Amerikan rüyasının yerlebir oluşunu izlerken aslında ufak bir adamın önlenemez büyük yükselişi ve hızla düşüşü anlatılır. Fonda da bilumum suçlar ve uyuşturucu bulunur, Al Pacino adına çalıştığı patronunun hatunu dahil ne istediyse elde eder ki burda da Michelle Pfeiffer bir alkolik ve keş karakterle Pacino'ya eşlik eder. Herşeyi tepe taklak eden ise derin bağlantıları ortaya çıkaran bir adamı hatır uğruna öldürecekken arabasına çocukları ve karısının binmesi üzerine bunu reddetmesi ve kaçınılmaz son gelir adım adım. Evindeki son sahne de enfestir, salyalar akkıta akıta sağa sola ateş ederek "say hello to my little friend" sözcüklerinin ardından sonlanır.
Kameralarla çevrili, milyonlar akıttığı kendi hükümdarlığında, hırsının kurbanı olup yanındaki insanları da uzaklaştırıp yalnız kalıp, hello der öbür tarafa...

Five Easy Pieces

Yönetmenliğini Bob Rafelson'un yaptığı 1970 yapımı JAck Nicholson'un yine yarıp geçtiği şahane filmdir kendisi.
Aynı dönemde çekilen The Deer Hunter, Dog Day Afternoon ve Taxi Driver gibi o dönemin karmaşıklığını yansıtan, gerçekten toplumla, insanla, sistemle sorunları olan insanların çektiği çok önemli filmlerden. Şimdiki Amerikan sinemasına bir de o dönemki sinemaya bakıyoruz ki aradaki uçurumu görmemek mümkün değil. Burda da burjuva bir ailede koca bir evde büyüyen kahramanımız baba-oğul hadisesinin de etkisiyle evden çekip gider, taşralarda orda burda proleter sınıfa geçmiş bir adamdır artık. Arkadaşları ve sevgilisi de kendi sınıfına uygun kişilerdir. Ama ne yapsa tatmin olmaz bu haliyle de karakter yoruma açıktır. Yılalr sonra babasının hastalığı nedeniyle eve döndüğünde ordan hala nefret ettiğini görürüz, aynı zamanda geçmişiyle yüzleştiğini, pişmanlıklarıı da. Kardeşinin arkadaşlarının evlerine gelip entellektüel muhabbetlerinden, aşağılamalarından sıkılıp ağızlarının payını verdiğinde de, sevgilisinin düşük zekalı sorularına da aynı şekilde fitil olan arada kalmış bir adamı oynar Jack Nicholson. Filmin sonudna da kendisini bir yere ait olmadığını görürüz, geçmişini temsil eden ceketini bırakıp bir kamyona atladığında...

Özellikle ağır işçi olarak çalıştığı ve her sabah trafikte gittiği yolda arabadan inip öndeki nakliye kamyonuna atlayışı ordaki piyanoyu çalmaya başlaması ve trafiğin açılmasıyla gelişen sahne ise mükemmel güzellikte. Nicholson'un her hareketi kızgınlığı, şakaları direk seyirciye geçiyor, tekrar tekrar hayran oluyoruz adama... Restoranda geçen ekmek, omlet karmaşası, garsonla yaptığı makara ve yine arabasına aldığı bir hatunun yaptığı şu insanlara baki şu pisliğe bak temalı uzun konuşmaları ise ayrı bir tez konusu olarak yerini aldı...

Ray

Efsane piyanist,jazz üstadı sanatçı Ray Charles'ın hayatınnı anlatıldığı, biyografik filmler kategorisinde değerlendirilebilecek başarılı bir film. Bir kere Ray Charles'ı canlandıran Jamie Foxx'un mükemmel performansı filmi 2 gömlek yukarı taşımış benzerlerine nazaran. Geçtişte Any Given Sunday ya da Collateral gibi başarılı filmlerde oynasa da bu denli büyük oyunculuk herkesi şaşırtmış akabinde osccarı da almıştı kendisi bu rolüyle.
Filmde küçüklüğünden, gözlerini kaybedişinden, annesinden, uyuşturucu ile olan ilişkisine, sorunlu evliliğine, kadınlara düşkünlüğüne kadar önemli detaylar efsane oluşu ve mükemmel parçalarla harika şekilde harmanlanmış. İtiraf etmeliyim ki filmi izleyen kadar bu kadar güzel şarkıları olduğunu bilmiyodum, tabiki akıllarda yer etmiş şarkılarını biliyoduk ama filmlerin güzel etkilerinden biri de bu şekilde oluyor işte, tekrar bir keşif, kazıma, derine inme operasyonu.
Filmde müzik sektörünün acımasızlığı, gözlerinin görmemesinden dolayı onu kullanmaya kalkmaları ve pek de dostu olmayışı içimiz burkarken, onu gerçekte serbest bırakıp star konumuna getiren Ahmet ertegün'ün belki de tek dostu olması, onda emeği çok olan ustaya da saygı babında olmuş, güzel olmuş. Filmde renkler, görüntüler şahane kullanılmış belirtmekte yarar var, Oyunculuk şahane, hikaye hiç de sıkıcı değil sürükleyici, müzikler desen 10 numara, hala izlemeyenler için sn uyarımdır:)

Hiç yorum yok: