"herkesin inandığı bir şey var bu .mına kodugumun hayatında, benimki de sensin..."
18 Şubat 2009 Çarşamba
Scarlett Johansson
Kendisiyle ben ve birçokları için tanışma anı Godfather serisiyle sinemada ustalığı pekişen Francis Ford Coppola'nın yönetmenlikte ilk çağlarını yaşayan kızı Sofia Coppola'nın şahane filmi olan Lost in Translation ile olmuştu. Yine pek sevdiğimiz usta aktör Bill Murray ile birlikte memleketlerinden uzaklarda, yalnız iki insanı, iletişimsizliğin tavan yaptığı bir yerde harika anlatıyordu bizdeki adıyla Bir Konuşabilse.
Ağır ilerleyen, hayat koşturmacasında biraz durup sorular sorabilen, çıkarımlar yapabilen insanları buluşturan naif bir filmdir, can'dır...Film senaryo dalında oscar alsa da diğer festivallerde ve Bafta'da Murray ve Scarlett'e birçok ödül getirdi.
Filmde Amerikan sinemasının çok başvurduğu bir yol olan farklı olanı göze sokma özellikle de uzakdoğulularla dalga geçme babında benzer sahneler olsa da Lost in Translation'da aksine filmi itici kılmayan aslında epey güldüren sahneler olmuştu iti raf ediyorum ayrıca...
Bill Murray'in mimikleriyle dahi güldürebilen oyunculuk dersinin yer aldığı, uzakdoğuya reklam filmi için gelmiş bıkkın bir adam rolünde reklam çekimlerinde yaşananlarla filmde zaman zaman kopartmıştır.
Bu filmden önce Coen Biraderlerin güzelim filmi The Man Who Wasn't There'de rol kaan ablamızın esas çıkışı Lost in Translation ile oldu. Meşhur resimden yola çıkılarak yapılan İnci Küpeli Kız'da yine son dönemlerinin aksine fazlasıyla doğal ve şahaneydi. Ardından daha önce uğruna özel topicler açtığımız, hakkı verilmeyen A LOve Song for Bobby Long'da Pursy rolüyle Travolta ile mükemmel bir ikili olmuşlardı. Şimdiye kadarki süreç Johansson'un bana kalırsa en doğal olup en başarılı filmleriydi zamanla olaylar gelişir, popüler filmler gelir laki onlar da boş filmler değildir. Woody Allen'ın yeni dönem çetrefilli filmi Match Point, The Island, Scoop, The Prestige, The Other Boleyn Girl ve son olarak sinemalarda gösterim bulan Vicky Cristina Barcelona. Onu yine ilk olarak göreceiğimiz proje ise Sin City'nin yaratıcısı, büyük sanatçı Frank Miller'in yine Sin City'yi atmosferi ve çizgileriyle andıran The Spirit. Yazar ve çizer Will Eisner'İn 40'lı yılların kült çizgi serisi The Spirit gösterim şansı bulduğu yerlerde ise tam bir hayalkırıklığı olarak tanımlanmış şu ana dek. Kara film atmosferini yakalayan, Frank Miller'in Sin City ile sinemaya aks eden çizgi roman estetiğine rağmen yeterli bulunmamış, bakıp görelim efenim.
Scarlett için popüler filmler güzelliğinin de etkisiyle yağmur gibi yağsa da bir oyuncu olarak oynadığı filmlere bakarak seçici davrandığını görebiliriz ki bu da ayrı bir sevme nedeni olabilir.
Scarlett Johansson, Tom Waits şarkılarının cover'larından oluşan 'Anywhere I Lay My Head' bir albüm de çıkarmıştı ki kavır'lar pek beğenilmese de popüler holivud aktrislerinden farklı olduğunu bir kez daha kaıtlaması adına şık bir hareketti.
Bu, Johansson'un ilk şarkıcılık deneyimi değil. Genç oyuncu geçen yıl bir yardım kampanyası kapsamında yayımlanan 'Unexpected Dreams: Songs From the Stars' adlı albümde de Gershwin kardeşlerin ünlü 'Summertime' şarkısını yorumlamıştı.
Dileğimiz daha çok bağımsız yapımlarda yer alsın, slikon işine falan hiç girmesin, hiç yaşlanmasın diyeceğim ama onu hep Lost in Translation ile hatırlayacağımdan da kuşkum yok öte yandan...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Tom Waits in Falling Down adlı eserini çok iyi okumuştu hem de başka bir usta David Bowie ile söylemişti hala dinlerim.Çok da iyi bir oyuncu güzelliğinden ve seksiliğinden de bahsetmeme gerek yoktur heralde.Ben Mathc Point adlı filmindeki performansını da çok beğenmiştim bu arada
http://www.fashionsquad.com/wp-content/scarlettscarlettscarlett.gif böyle bişiy de var. ilginizi çekermiş gibi geldi :)
Yorum Gönder