27 Nisan 2008 Pazar

The Legend of 1900

Kışın yazı, yazın kışı özleriz ama özlemek yerine yaşasak daha iyi olmazmıydı?

Cinema Paradiso'nun büyük yönetmeni Guiseppe Tortatore'nin bir diğer harikası...
1900'lü yıllarda Amerika'ya yolcu taşıyan bir gemide dünyaya gelen, onu farkeden gemi işçisi tarafından yetiştirilen, hayat boyu karaya ayak basamayan bir piyanistin masalsı hikayesi.
En yakın dostu olan gemi orkestrasının trompetçisi Max Tooney'e neden karaya ayak basmadığını anlattığı sahne görülesidir;

-Tüm bu şehir.. Asla bu şehrin sonunu göremiyorsun. İskeleden inmek üzereyken beni durduran, şehirde gördüklerim değildi Max, göremediklerimdi. Bu koca şehirde, bir "son" dan başka herşey vardı...Göremediğim o şey de, şehrin sonuydu. Piyanoyu ele alalım: Tuşlar başlar, tuşlar biter. Bilirsin ki onlardan 88 tane vardır. Onlar sınırsız değildir. Sınırsız olan sensindir. Ve bu 88 tuş üzerinde yapabildiğin müzik sınırsızdır. Beni geminin önüne getiriyorsun ve milyonlarca ama milyonlarca tuşu olan piyanoyu itiyorsun. Bu piyanonunsa tuşları sınırsız. Ama eğer, sınırsız sayıda tuşu varsa, o zaman o piyanoda çalabileceğin hiçbir müzik yoktur. Kara..Kara, benim için fazla büyük bir gemi Max..

Tim Roth


Filmde Tornatore etkisi kadar etkili sinemanın olmazsa olmazı film müzikleri konusunda aşmış isim olan Ennio Morricone'nin filmdeki parmağı anında hissediliyor. Filmi tamamlayan şahane müzikler ustanın herzamanki performansıyla çok başarılı kesinlikle.
Film için değinmeden geçilmeyecek diğer unsur ise başrolde 1900 adlı piyaniste hayat veren benim pek sevdiğim şahane adam Tim Roth. Rol yaptığını söylemek ayıp olur, adam birebir yaşarken filmin gerçekçiliği adına mükemmel bir iş çıkarıyor.
Ne uzun film, bu nasıl film ulan hani aksiyon? hiç ölen vurulan adam yok, film böylemi biter, konusu bile yok gibi abuk şeyler bu tür filmler için söylenebilir, he deyip geçiniz, mümkünse yalnız izleyip filmin tadına varınız efendim...

Hiç yorum yok: