11 Kasım 2009 Çarşamba

Billy Elliot


Belki defalarca televizyonda gösterilmiştir ama ona rağmen saklı hazinelerden biridir Billy Elliot.
Çocuk aklımızla izlerken çoğu şeye kafa basmadan izleyip geçerdik, yıllar sonra tekrar izlendiğinde ise bambaşka bir filmle karşı karşıya kalırız tıpkı Billy Elliot örneğindeki gibi.
Maden işçisi ailenin alt sınıfa ve genel çevre tipine aykırı çocuğu Billy'nin rüyasını yaşıyoruz filmde, çok komik sahneler olduğu gibi bir o kadar da hüzünleniyoruz. Başkalarına göre komik bile olsa bir ideali olan Billy'nin Newcastle semalarına otobüs yolculuğuna giderkenki babası ve abisiyle uğurlanması sahnesinde boğazı düğümleniyor insanın.
Daha önce keyifli şekilde bahsettiğimiz The Full Monty filminde olduğu gibi İngiltere'nin yakın tarihteki krizlerinden, grevlerinden ve maden işçilerinin ayaklanmasından da filmde epeyce bahsediliyor, hele Billy'nin abisinin ve işçilerin polisten kaçtıkları, The Clash'in London Calling adlı efsane parçasıyla koşturdukları sahne de ayrı bir güzel. Thatcher'in politikalarını ve bir sahnede de konuşmasını duyuyoruz ki gayet insani olan grev gibi haklara, işçi sınıfına, çalışanlara bakışın üst sınıflarca her ülkede aynı şekilde algılandığını tekrar anlıyoruz.



Ailenin yoksulluk içinde grevle süren hayatının yanında bir çocuğun varoluşunu kanıtlaması, anne figüründen uzak yalnız hayatını, kendini bir şeye adayarak nasıl atlatmaya çalıştığını izliyoruz yönetmen Stephen Daldry'nin kamerasından.
Başroldeki, Billy, babası ve dans hocası rolündeki şahsiyetler şahane oynayıp filmi gerçek kılarken, müzikleriyle, mütevazı insani hikayesi, sınırlı imkanlarla da büyük işler yapılabileceğini gösteren filmdir kendisi...
Ayrıca bir ilki de gerçekleştirdi yanılmıyosam, filmden romana transfer olan ilk eser galiba. Gneelde bunun tersi olur bilindiği gibi romandan sinemaya uyarlanırken bunda tam tersi yaşanmıştır.

London Calling

Bir Fotoğraf


Bu fotoğrafı yeni görme şansım oldu, tam asker olduğum günkü derbide çekilmiş o yüzden ıskalamışız.
Geçmiş yıllardaki Inter-Milan maçında Inter taraftarlarının manyaması ve onlarca meşalenin yanıp tutuştuğu, ortalığın dumana boğulduğu maçtaki Rui Costa ve Materazzi'nin pozlarına benzerlik dikkatimi çekmedi değil...

R.I.P. Enke


Trajik haber bomba gibi düştü yüreklere. Futbolcular mevzubahis olunca sanki insan değillermiş gibi bir izlenim oluşuyo, onların duyguları, sorunları, gel-gitleri, kafa karışıklıkları olmazmış gibi. Onlar gözlerde hep çok para kazanan, lüks içinde yaşayan dünyanın en şanslı kişileri!..
Ölüm şekli de bunda ayrı bir etken, söylenene göre kendisini trenin önüne atması falan gerçekten insanı düşündüren, o noktaya getiren nedir dedirten bir olay...

8 Kasım 2009 Pazar

Kana Kana İçmek


Mey içkiye ait halis mulis yerli likörlerin adını Hare olarak değiştirmesinin ardından muhteşem tadlar raflarda yerini almıştı, bunlardan kafaya oynayan en güzeli belki de fotoda görüleceği üzere; Kremalı-Türk Kahveli likördür elbette.
Bunlar çeşit çeşit olup beyaz çikolatalı mocha gibi pek güzel çeşitleri de mevcut.
Baileys gibi ülkemizde haddinden fazla fiyata satılan leziz ürünlere ulaşamayanlara yarı fiyatına gayet kaliteli ve enfes bir lezzet. Baileys ve kahlua türü içki sevenlerin dertlerine derman olacaktır. sütle karıştırınca daha bir güzel oluyor türevleri gibi bknz: white russian
yarasın...

6 Kasım 2009 Cuma

Nostalji #2


Eskilerin vazgeçilmezi. Hala yanına yaklaşan dizi geçen senelere rağmen bir iki tanedir, bu dizi var olduğu için diğerleri çekilmiştir. O da Ekmek Teknesi, İkinci Bahar gibi yine semt havası kokan, sıcak diziler tıpkı kendisi gibi.
Çengelköy'e gittiğimde ilk aklıma gelen dizideki meşhur kahveydi. Sümer Tilmaç'la heyecanlı heyecanlı konuşmasıyla kendimize gelirdik, Fiko ile bir gülüp bir içimiz burkulurdu, Sermet karakterine çok gülerdik, Alim enteresan çocuktu, Yeni Türkü çalardı fonda, hey yavrum hey...
Fiko rolüyle Şevket Altuğ efsaneler arasına hepten karışmıştır. Sinemamızda ve dizi dünyasında en hatrı sayılır işlerde bulunmasına rağmen kendisinin hakkı verilmemiştir diye düşünüyorum. Kemal Sunal'lı eküri filmleri, Hababam Sınıfı, başlı başına başka bir topic nedeni diğer bir efsane Perihan Abla bile bu adamın hakkının verilmediğinin kanıtıdır. Tıpkı dizideki rol arkadaşı, muhteşem rollerin kadını Perran Kutman gibi. Yerleri kalbimizde zuladır, o ayrı...

5 Kasım 2009 Perşembe

Kontrolü Kaybetmek


Wolfsburg maçı bitti, şampiyonlar ligi ceketi büyük geldi haliyle özümüze dönerek acı çekmeye devam ediyoruz.
Staddan yükselen siktir ol git başkan tezahuratını duyunca aklıma direk ertesi gün bunun başkan ve yalakaları tarafından kullanılacağı tahminimde yanılmadım. Toplam 20 saniyelik tezahurat yüzünden diğer tüm yapılanlar silinip gidiyor ne yazıkki. Tüm stadın protestoya eşlik etmesi, maç boyu kısır futboldan, ne idüğü belirsiz sistemsiz Beşiktaş'ı daha fazla bekleyemeyenler 2.golün ardından artık patlama yaşadı adeta.
B uakadar yüzsüz bir adam görmedim diyeceğim ama yaşadığım şehrin belediye başkanı olan şahıs da bir o kadar yüzsüz-pişkin bir adam, bu ikisi hayatımızı karartmaya iliklerimizi kurutmaya and içmiş sanki misyonlarını başarıyla sürdürüyorlar.
Wolfsburg maçını yorumlayan spiker çok net özetlemiş; Beşiktaş takımı doğaçlama oynuyor, ne yaptığı belirsiz diye. Maç başladı gol bağıra bağıra geldi. Sağlı sollu ataklar ve her gelişlerinde etkili oldu adamlar ki süper bir takım olmayan, alman disipliniyle belli bir sistem dahilinde oynayan bir takım Wolfsburg. Maçın ilk 11'i açıklandığında zaten herşey ortadaydı.

Hala sen şampiyonlar liginde sağ bek! İbrahim Kaş, sol kanat İbrahim Üzülmez, Uğur İnceman, top ezme ustası Serdar Özkan, hayattan ve Beşiktaş'tan bezmiş görüntüsüyle Bobo, yıllık 2.2 milyon euro kazancı ve özellikle bu seneki sıfır performansıyla Nobre, kafada Beşiktaş'ı bitirmiş Tello, alay konusu olan dümdüz adam Fink gibi futbolcularla ancak bu kadar olur. Beşiktaş'ı hala yükseklere oynamaya iten de formasıdır- taraftarıdır. Bu haliyle zaten oyuncu kalitesiyle yıllardır sıradan bir takım kimliği taşıyor. Bu adamlarla başarı da sağlanmaz mı olabilir tabi ama belli bir sistem, düzen dahilinde belli çapta başarı kazanabilirsiniz Lucescu gibi örneklerde olduğu gibi.
Berbat bir top oynuyoruz onu önce söyleyelim, kimin nerde oynadığı ne yaptığı belirsiz. Bu yönetim olduğu sürece sistemsiz, şekilsiz, sıradan, antipatik bir takım olmaya, bitip tükenmeye mahkumuz o kesin...

Maç sonu Wolfsburg'un aslında kendimizi protesto amaçlı alkışlamamızı bir derece anlıyorum, maç başlarken fuck you diye bağıranların maç sonunda salyalar akıtarak Wolfsburg şakşakçılığı yapması, futbolculardan forma isteyip alması gibi şeyleri ise aklım almıyor, deli oluyorum aynı zamanda. Abartılı şeyleri seviyoruz, kontrolden çıkan, sinir harbi yaşayan, takımını kaybeden, sevgisini yavaş yavaş yitiren bünyelere de insan kızamıyor tabi bu şartlarda...

Yazgı #2

Sinem :Benimle evlenmek ister misin?

Musa: Benim için fark etmez; ama sen istiyorsan
evleniriz.

Sinem: Peki, beni seviyor musun?

Musa: Bilmiyorum.

Sinem: Öyleyse neden evleneceksin?

Musa: Bunun bir önemi yok, istersen evleniriz.

Sinem: Evlilik ciddi bir iştir.

Musa: Değildir.

Sinem: Bu teklifi başka bir kadın yapsaydı kabul
eder miydin?

Musa: Ederdim herhalde.

Sinem: Peki sence ben, seni seviyor muyum?

Musa: Bunu hiç düşünmedim.

Sinem: Seninle evlenmek istiyorum.

Musa: Ne zaman istersen.

Sinem: Benim gitmem lazım.
Bu saatte nereye gittiğimi merak
etmiyor musun?

Musa: ....

**

savcı: senin icin sessiz ve icine kapanik biri diyorlar... ne dersin?
musa: konuscak fazla seyim yoktur,o yuzden susarim.
savcı: bundan iyi neden mi olur..
..
savcı: ne zamandır tanışıyorsunuz?
m: uzun zamandır..
savcı: ne kadar uzun?
m: bilmiyorum bikaç yıl olmuştur
savcı: iş arkadaşı olarak mı,sevgili olarak mı?
m: sevgilim değildi kendisini pek tanımam
savcı: tanımaz mısın,tanımaz mıydın?
m: ikisi de
savcı: insan tanımadığı biriyle evlenir mi?
m: evlenir
savcı: belki de haklısın.. o zaman nasıl evlendiniz diye sorayım.
m: o istedi
savcı: kimdir nedir hiç merak etmedin mi?
m: etmedim
**
savcı: annenin öldüğü sabah...hep yaptığı gibi seni uyandırmamış,kahvaltı da hazırlamamış..yaa nooldu
bu kadına diye merak etmedin mi?
m: uyuduğunu düşündüm
savcı: biri şimdi karın olan işarkadaşlarınla yemekte konuşmuşsunuz ama.
m: konuştuk
savcı: gidip bi bak demişler?
m: dediler
savcı: ee?
m: gidip bakmadım
savcı: neden?
m: bilmiyorum üşendim heralde
savcı: gece de eve geç gitmişsin
m: çalıştım
savcı: belki bişey olmuştur diye hiç aklına gelmedi mi?
m: gelmedi
savcı: peki öldüğünü anlayınca naptın?
m: bişey yapmadım
savcı: hiç bişi mi?
m: böyle bir durumda napılır bilmem,patrona söylemek için sabahı bekledim
savcı: patronun naim tuğlacı'ya
m: evet
savcı: peki sabaha kadar naptın,uyudun mu?
m: geceyarısına kadar oturdum.sonra koltukta sızmışım
savcı: yani uyudun
m: evet uyudum
savcı: ağladın mı?
m: ben ağlamam
savcı: neden?
m: bilmiyorum,ağlamam işte
savcı: ne düşündün,naptın,yani uyumadan önce?
m: bişi düşünmedim..televizyon seyrettim,sonra 2 defa da sütlü kahve yapıp içtim
savcı: sütlü kave içtin?
m: evet
savcı: anneni sever miydin?
m: evet,herkes gibi
savcı: ölümüne üzüldün mü?
m: üzüldüm
savcı: ama eşine sevindiğini söylemişsin
m: evet,buna benzer birşey söyledim ama bu başka bişey
savcı: nasıl?
m: anlatması zor,yani nasıl anlatacağımı bilmiyorum
savcı: anlıyorum,ama sen yine de anlatmayi bir dene
m: dediğim gibi,anlatması zor
savcı: bi dene bakalım.. biz de anlarız belki
m: insan sevmesine sever annesini ama sıkılır bazen,ya da yalnız olmayı ister,yani ölmesini
istemez ama,böyle,böyle de olsun ister,yani,bunun gibi bişi
savcı: ölünce de sevindin
m: bunun gibi bişi,ya da rahatlama
savcı: anladım..yani gerçekten anladım..
hukuk fakültesini son sınıftan terk etmişsin
m: evet
savcı: niye bitirmedin?
m: hatırlamıyorum sıkıldım heralde
savcı: doğru,sıkıcıdır gerçekten.. tanrı'ya inanır mısın?
m: hayır
savcı: başka şeylere?
m: ne gibi?
savcı: ne bileyim başka inançların olabilir,satanislik filan gibi..
m: ben hiçbişeye inanmam

2 Kasım 2009 Pazartesi

Tom Waits Day


Sesine, gırtlağına kurban olduğumuz Tom Waits abinin kulak paslarını silen iki güzel parçası, alayına gitsin;
İlki Jim Jarmusch'un Down by Law filminin de soundtracki olan, tadından yenmeyen albümü Rain Dogs albümünün incilerinden, enfes parça "Jockey Full Of Bourbon"
Diğeri de benim favorim olan, hala dinlememiş olanlar için son şans diyebileceğim:)
enstrümental, içerisinde hüzünü de coşkuyu da barındıran olağanüstü eseri "Russian Dance"
önce yükle-sonra dinle. hiç bitmesin...

Jockey Full Of Bourbon


russian dance

1 Kasım 2009 Pazar

Yazgı


Zeki Demirkubuz'un fragmanlardan anladığımız kadarıyla en çetrefilli, en çok emek harcayıp kendi tarzından da biraz ödün vererek yaptığı son filmi Kıskanmak önümüzdeki günlerde-6 Kasım itibariyle vizyona girecek. Nergis Öztürk'ün bütünleştiği karakter için bile izlenmeye değer gibi duran filmi sabırsızlıkla beklerken, ustanın 2001 yılında Albert Camus'un başucu kitabı "Yabancı"sından uyarladığı Yazgı filminden akıllara kazınan repliklerle noktayı koyalım.
Kitapta vurucu şekilde başlar ki "Annem ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum" diyerektan...
Oyuncu bazında Serdar Orçin iyi bir tercih olduğunu kanıtlamıştır bu filmle ayrıca.


Sinem :Benimle evlenmek ister misin?

Musa: Benim için fark etmez; ama sen istiyorsan
evleniriz.

Sinem: Peki, beni seviyor musun?

Musa: Bilmiyorum.

Sinem: Öyleyse neden evleneceksin?

Musa: Bunun bir önemi yok, istersen evleniriz.

Sinem: Evlilik ciddi bir iştir.

Musa: Değildir.

Sinem: Bu teklifi başka bir kadın yapsaydı kabul
eder miydin?

Musa: Ederdim herhalde.

Sinem: Peki sence ben, seni seviyor muyum?

Musa: Bunu hiç düşünmedim.

Sinem: Seninle evlenmek istiyorum.

Musa: Ne zaman istersen.

Sinem: Benim gitmem lazım.
Bu saatte nereye gittiğimi merak
etmiyor musun?

Musa: ....

30 Ekim 2009 Cuma

Nostalji #1

Özellikle büyüdükçe ve işler boka sardıkça insanoğlunun nostalji damarı çok sık tutmaya başlıyor. Boyna dillerden düşmeyen eski günler temalı konuşmalar, iki-üç arkadaş toplanıp lise yıllarında ne kadar piç olunduğu ve yapılan sıyırmalık örnekleriyle atılan kahkahalar, bi ilhan irem vardı noldu ya tadında hoş sohbetler falan...
Ben de bu grubun içinde var olan sık sık dillendiren, her konudaki kötü gidişe paralel sık sık kullanan biri olarak hafiften geçmişe splanmak, geçmişle yaşamak iyi hoş da bazen abartılıp yaşadığın günü kaçırıyomuş gibi buruk bir tad da bırakmıyor değil, bilmiyorum...

Nostalji ögelerinden 1 numero, evimizde olmayan ama komşu çocuğunun birinde mutlak bulunup, çoluk-çocuğun akın ettiği, ev sahibi annenin börek-çörek ve limonatadan oluşan menüyü yetiştirmekte zorlandığı, özellikle sıcaktan top oynananamayacak derecede etkilenip, gölgenin inmesini beklediğiniz zamanlarda vakit öldürülen asrın buluşu:)
Hele fotoğraftaki başlığı görüp bugünü de kıyaslayınca komik geliyo adama, bir o kadar da garip.
Sık sık aklıma o zamanın gözdesi akülü araba kazanmak için günde 5-10 tane çokomel yiyip onun o parlak jelatinini derslerde tırnak yardımıyla düzleyip, yarışmaya katılmak için zarfa koyup postaladığım günler geliyor, bir hoş oluyorum efem...

26 Ekim 2009 Pazartesi

Nefes Açılımı


Açılım falan yok, korkmayın ey insanoğlu:)
Bu aralar nerdeyse trend oldu bu açılım kelimesi, içini o kadar boşalttılar ki göstermelik politikalarla hakkaten gündelik hayatta açılım kelimesini kullananın kafasında kiremit kırası geliyor insanın.
Son terörist grubun teslimi sonrasında ise infial diyebileceğimiz bir ortam yaratıldı ki artık kavramlar alaşağı edildi hakkaten. Kim terörist, kim şehit, filmde yüzbaşının dediği gibi kim katil kim kurban belli değil.
Uzun zamandır dönen fragmanların yarattığı merak duygusuyla geçtiğimiz günlerde izledik Nefes'i.


Daha o günlerden teknik açılardan sinemamıza yeni şeyler katacağı, başarı kazanacağı belliydi.
Açıkçası görüntüleriyle, efektleriyle, kamera kullanımı, vuruluş anında kameraya sıçrayan kanlarıyla bile izlenmeye değer bu filmi.
Bir neden daha var ki beni bitiren kısım sonlardaki bence haddinden fazlaca uzatılan, adamı kıvrandıran sahneler değil filmin ilk kısmında askerleri birer birer perdede gördüğümüz analarıyla konuşma sahneleri oldu ki hakkaten yumruk gibi oturdu boğazıma. Filmi başarılı kılan husuların başında zaten bu konuda çıkanHakan Evrensel'in "Güneydoğudan Öyküler" kitabından esinlenişi ve temel alması, uzman kadrolarla 2 yıl gibi sürede sıkı tempoda ve gerçek atmosferde çalışılıp oya gibi işlenmesinin yanında fazlasıyla gerçekçi oluşu. Oyuncularının tanınmamış oyuncular olması pazarlama ve gişe açısından handikap gibi görünse de çok başarılı bir seçim olmuş o kesin.

Sadece karakol baskınında iki askerin davranışları irdelenebilir, Kubrick'in Full Metal Jacket'i ve benzeri savaş karşıtı filmlerdeki sahneleri andırmadı değil ki bu davranışlarda sonuçta insan faktörü-olağanüstü koşullar ve savaş gibi nedenlerle savunulabilir çok doğal olarak. Ama filmdeki birliğin komanda birliği olması benim gibi şüpheci adamları kıllandırmıyor değil, bu kadar kilolu ya da çok çabuk düşecek zayıf karakterler komanda olabilir mi bilmiyorum lakin komando da insandır en nihayetinde bilmiyorum. Hem söyleyip hem çürütmeye çalışıyorum kendimi, efsane şarkıcılarımızdan gençkan'ın dediği gibi'kendimi kontrol edemiyorum:)


Nihayetinde sinemamız için güzel bir çalışma olmuş, filmin özünde mesaj kaygısını fazla gütmeden seyircinin gözüne sokmadan ilerleyen film sonunda Atatürk büstünü taşıma ve arkada yazan sloganla son bulsa da başta Yüzbaşısı, bomba karakter İbo'suyla, götür beni gittiğin yere diyen güzel finaliyle, dans eden, pencere dışında şov yapan adamları, a..koduğumun bakkalı repliğiyle fazlasıyla güldürmeyi de başarmış, 20 küsür yıldır iliklerimize kadar yaşadığımız olayları ilk işleyen, çok hassas bir mevzuya güzel noktalardan değinerek duygu sömürüsü yapmadan, "savaşın galibi yoktur" diyen standartlarımızı ilerleten fazlasıyla etkileyici, sinemadan çıkıp karanlık sokaklarda ilerlerken başınız önde düşündüren ve bu etkiyi epeyce sürdüren güzel bir film olmuş.

Derbi Sonrası


Şunu söylemek lazım ilk olarak günlerden önce başlayan hengamesiyle, tartışmalarıyla, hazırlıklarıyla, maç günü birden tavana vuran tansiyonuyla, maç içindeki stresi, gol sevinçleri, maç sonraları, koreografileri-tribün şovları, kazananı ve kaybedeniyle kabul etmek lazım ki Fenerbahçe - Galatasaray maçı ülkedeki en can lıcı spor olayı.
Tabi bunu haddinden fazla budaklandırıp yok dünyanın ikinci sayılı derbisi, bizi dünya izliyor diyip işi boşuna şişirenler de fazlasıyla mevcut ki açıklananlara göre sadece İspanya'da bir kanal canlı yayınlanmış. Tabi bunda pazarlama konusunda yetersiz oluşumuz da büyük handikap, sırf ismiyle bile en azından balkan ülkelerine, komşu ülkelerine rahatlıkla pazarlanabilecek bir derbi en nihayetinde ki birçok şeyde olduğu gibi satmayı beceremiyoruz.
Futbol kalitesi açısından özellikle son yıllarda maçlardaki kalite epeyce düşmüş durumda, eski derbiler daha bir keyifliydi, daha bir futbol vardı sanki. Şimdi ise daha maç başlamadan futbolcular arasındaki kavgalar, atılan envai çeşit malzemeler, yarılan kafalar, küfürlü pankartlar-sloganlar daha bir ön planda. Bu derbiden sonra da hala bir Fnerli var mıdır ki bizim stadda küfür yok, hede yok hödö yok diyecek. Bir fotoğraf gördük ki hele maç öncesi sokaklarda biriken sarı-laci'ler ve bir demire asılmış ananın a.. yazılı sarı-kırmızı pankart. Artık rekabetin, derbinin de bir tarafına koyuyo bazıları.


Misal bizde de anti-fenercilik yıllardır çok revaşta, takımına bağırmayan adamlar bir manitam olsa diye tezahurat başladı mı birden salyalarını akıta akıta bağırmaya başlar, stad inler, gerçek bu ne yazıkki. Yine semtte üst geçite asılan bazıları anılarıyla, bunlardan fenerli olanlar analarıyla anılır gibi iğrenç pankartlar da asıldı geçmişte, umarım son bulur demekten başka bir şey gelmiyor elden.
Yine geçmişte çok yaşanan bi hadise; şimdi yok Seba mükemmeldi, ulan Seba'yı bile küfür edip gönderdiniz diyen çok saygıdeğer rakip tribün taraftarları o dönemde Süleyman'ın miki kalkmıyo diye bağırırken yine piç süleymanı, bilmemne çarşısı diyerek zevkten dört köşe oluyorlardı.

Değinmek istediğim husus artık işin iyice zıvanadan çıkmış olduğu gerçeği. Artık küfür de edilirken rakip takımın en değer verdiği efsanelere kadar gitti iş, ali sami yen'de olduğu gibi, artık zaten tribünler tad vermezken, bilet fiyatları uçuk denecek duruma gelmişken bu hususlar üstüne sos tadında olup insanı soğutmaya devam ediyor.

Maça dönecek olursak, maçın en büyük hatası Elano gibi ne yaptığı anlaşılmayan, sahada gezen bir adama 81 dakika tahammül edilmesidir. Bence bunun bir açıklaması yok, yani tek bir olumlu hareketi olmayan, savunmaya yardım etmeyen, rakip nefes aldırmazken tek bir ikili mücadeleye girmeyen, ofansif anlamda da vasatı aşmayan bir performans varken gidip kötü gidişatına rağmen Arda'yı erken çıkarması büyük hata diye düşünüyorum. İlk 11'de Elano tercihi yerine Kewell ile başlaması, ikinci yarıda Kewell'in bilinen maç sonu düşüşü gerçekleşirse de değişiklikle halledilebilirdi diye düşünüyorum.

Galatasaray savunması da özellikle Kazım gibi hızlı bir rakiple karşılaşınca hele ki ani atılan ve Fenerin başarıyla gerçekleştirdiği uzun toplarda ne kadar bocaladığını gördük. Bizden cimboma gittiğinde yalandan yaygara koparanların, Gökhan Zan sevgisini de gözden geçirmelerini salık veririm. Çünkü bu adamın düzelme ihtimali sıfır. Hala topla çıkmayı beceremeyen, kafasını kullanamayan bir savunmacı, hava toplarında ortalama bir başarısı ve bolca sakatlık ihtimaliyle tam bir bomba görevi yapmakta. Keza rambo lakaplı Servet yine çok silikti dün akşam. Biraz Ayhan'ın çabaları biraz Mustafa Sarp bunlar dışında dişe dokunur performans yok. Rakip tarafından en korkulan adam Keita ise sahada yok, üzerine göstere göstere kırmızıyı yedikten sonra zaten umutların çoğunu tüketti takımı adına.

Fenerbahçe ise klasik derbideki iç saha mücadelesiyle, rakibi bunaltan, baskı yapan, boş alan bırakmayan, her adamıyla mücadeleci bir takımdı dün ki buna Kazım, Vederson, Alex, Emre, Gökhan Gönül, Christian ve özellikle Lugano'yu not düşmek gerek. Özellikle hırçınlığıyla bizleri sinir eden bir adam olsa da rakip olarak, Fenerbahçe için büyük bir kazanç bu sene tekrar kazandırılması. Her yere koşturan, her topa basan, sık sık rakip kalede gol arayıp bir şekilde topla buluşan, her yönüyle rakip takım için tehlike arz eden bir adam.
Velhasıl Glatasaray'da Kadıköy stresi bariz yaşanırken, Fnerbahçe'de kendine güveni daha da güçlendirdi, derbilerdeki psikolojik rolün önemi daha da tartışılacaktır ilerleyen günlerde.

22 Ekim 2009 Perşembe

Gidin!..

2007 tarihli Suluşaka adlı albümleriyle müzikseverleri sevindiren, alternatif arayan kulaklara can simidi olmuş gruplardan Peyk, tıpkı Sakin gibi...
Daha önce değinmiştim ama albümlerinde boş şarkı yok, az çok meraklı insanoğullarına halen dinlemedilerse tavsiyemdir.
Albüm için çekilen üçüncü ve son klip olan Gidin adlı şarkıyı takdim ederim;

kapıyı cekin gidin
beni bırakın gidin
kilidi vurun ardıma
yalnızlık kalsın kapıda
kazansan ne kaybetsen ne
gurururun savaşı mı
yalnızlıktır ganimetin
sakla onu boş odanda
ne kendine acı ne ona
şehirler o olur sen kacarsın
kalbim ölü bulundu dün sabah
ben bu aşkın ızdırabını

bana bu şarkıyı yazdıran
bana uc maymun yaptıran
beni bu iciren sunger gibi
ben bu aşkın ızdırabını

ne kendine acı ne ona
şehirler o olur sen kacarsın
kalbim ölü bulundu dün sabah
ben bu aşkın ızdırabını..

..kilidi vurun kapıma
iyiyim böyle gidin




Şu adresten de diğer enfes şarkı olan Ah İstanbul adlı esere ulaşınız derim...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Wolfsburg Ardından


Maç tazesiyle biterken 1 puana üzülsek mi sevinsek mi hallerindeyiz ki kırmızı karttan önce de topa hakim olduğumuz dakikalarda bu maçı alabileceğimizi görmüştük.
Aslında hoca 70 gibi İSmail ve Tabata değişikliklerine gidebilirdi hem yaratıcı oyuncu hem de kanatlar babında faydalı olurdu kanaatindeyim.
İlk yarı çoğu bölümde keyfi top oynadık özellikle Ekrem Dağ, İbrahim Kaş başta olmak üzere...
Bunlara fazlasıyla sıradan oyunuyla Fink'i de eklemek şart bana kalırsa ve tabi defansif anlamda idare etse de hücuma sıfır destekli İbrahim Üzülmez. Bu gibi nedenlerden ofansif anlamda birşeyler üretmeden uzak, pozisyon vererek ilk yarıyı tamamladıktan sonra topu ayakta tutmanın, pas yaparak hızlı çıkan, ara paslarıyla da rakibe korkulu anlar yaşatan bir takım görüntüsü verdik.
Maçın en önemli artısı Ferrari gibi bir adamın soluk almaksızın bir Graffiti bir de Dzeko'yu durdurması, hemen her topa doğru hamleler yapması, Nihat'ın giderek form tutması, Bobo'nun eski günlerine yakın oyunu gibi ayrıntılardı.
Ve umut veren de uzun zaman sonra bir Avrupa maçında Beşiktaş'ın eski silik, sürekli kapanıp dan-dun vuran takımdan karakterli bir oyun ortaya koyan, hızlı çıkan, bol bol kaleyi yoklayan bir takım görüntüsü vermesiydi.
Herşeye rağmen alırdık lan bu maçı diyenler pek çoktur eminim, hele 93'te kaleciyle karşı karşıya kalınacak pozisyonda hakemin ofsayt düdüğü içimizdeki kıpırtıları öldüren bir karar olarak hayal kırıklığı yarattı.
İçerde oynayacağımız Wolfsburg maçında Graffite gibi bir adamın olmayışı avantajken, Dzeko ve Misimovic gibi isimlere de dikkat edilmeli. Tabi haftalardır süren kargaşa ortamı, tribünlerin ruh hali ki bu maçta yer-gök inleyecek gibi bir his var, şart olan galibiyet için önemli hususlar, hadi hayırlısı...

Sahne Arkası: Godfather

Coppola hocamızın Mario Puzo'nun kelimeleriyle hayat verip bu eseri beyazperde de görümemizi sağlayarak vazgeçilmezimiz haline gelmesinin ardından, tüm kapılar yönetmene açılmış oluyor, 72'de ilk filmin ardından araya şahane The Conversation filmini sıkıştırarak ilerlerken, kendisinin de biraz gereksiz bulduğu, açıkça itiraf ettiği üzere büyük baskılar ve film şirketlerinin öncülüğünde tam 16 yılın ardından 3. film çekilir. İlk ve ikinci filmde bitmeyen entrikalar, şarıl şarıl akan kanların ardından üçlemenin son ayağının ağır ağır ilerleyişi ve belki de hazin sonun etkisiyle part 3 hiç sevilmez, şahsen bu filmi tamamlayıcı olarak görür, çok da şikayet etmem. Hatta son film Vatikana getirdiği eleştiriler, derin ilişkileri su yüzüne çıkarışıyla boş beleş bir film olmadığını gösterir. Al Pacino zaten hiçbir şey olmasa, boş boş baksa bile film boyunca izlenecek adamdır ki yine filmi alıp götürür. Yönetmenin biricik kızı, yeni nesil yönetmen olan ve Lost in Translation ile arz-ı endam ederek bizi bizden alan Sofia Coppola da bu filmde Baba'nın gözbebeği kzıını oynar oynamasına ama oyunculuğu pek ışık vermemiştir. Marlon Brando ise kendine has usüllerle ve uydurduğu çene yapısıyla karaktere can vererek gözümüzde bir kat daha büyümüş, daha da sevdirmiştir kendini...
Mevzubahis bu şahane eser olunca yazdıkça yazası geliyor insanın ki bir türlü topiğin konusuna gelemedik.
Daha önce bir iki yerde görüp arşive kattığım, reddedemeyeceğiniz bir teklif olaraktan Godfather serisinin görülmeyen an'ları;

Mafya ailesi lideri Vito Corleone- Marlon Brando ‘nun vuruluşu ve Fredo’nun çaresiz bakışları.

Yönetmen Francis Ford Coppola ve Marlon Brando

Coppola ve çocukları-hemen arkalarında De Niro

Marlon Brando film arasında piyano çalarken

Vito Corleone’nin oğlu Sonny (James Caan) infaz sahnesi hazırlığı yapılırken.

“Sonny’nin şakası “, Brando, Salvatore Corsitto ve Coppola



ve “Baba” nın yaratılışı

3 Ekim 2009 Cumartesi

Sulukule Song

“İstanbul’la ilgili, sizin şehrinizle ilgili üzücü bir sey söylemek istiyorum... Sulukule ile ilgili... Sulukule’de olanlar başka birçok yerde, dünyanın her yerinde oluyor. İnsanları yerlerinden sürüp daha fazla McDonalds, daha fazla otel zinciri mi istersiniz, yoksa tarihinizi, kültürünüzü korumak, sürdürmek mi? Seçim sizin... ” Eugene Hutz

Pek sevdiğimiz Eugene abimizin önderliğindeki Gogol Bordello sözde kentsel dönüşüm adı altındaki kültürleri,renkleri kıyım ve tek tip insan yaratma peşindeki yeni dünya düzeni adamlarının projeleri kapsamında geçirilen dozerlere tepkilerini göstermişlerdi. Tıpkı yönetmen Tony Gatlif gibi ki yabancılar bizden daha ilgi gösterip tepkilerini koymuşlardı kültürümüzü koruma konusunda. Burada ve şurda fazlasıyla bahsetmiştik mevzudan.

Kültür Başkenti demek! bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri "money". Mahalleleri, yeşil alanları korumak gibi dertleri yok. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lalelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, "kapitalizmin başkenti" anlamına geliyor.
Tony Gatlif


Eugene abimiz duydukki geçtiğimiz aylarda Sulukule şarkısı bestelemiş, şarkıyı patlatmış, biz de geri kalmayalım koyalım dedik, şu adresten daha uzun ama ses kalitesi düşük versiyonu dinlemek mümkün; http://www.youtube.com/watch?v=pO7cwm98vB8
şarkının sözleri de ahanda aşağıda:

STRETS OF SULUKULE
ARE DOWN DOWN DOWN
URBAN PROGRESS BULLIES
TRY TO STEAL ITS CROWN
TILL FIRST NOTE A-RIPPLES
AND STREET BEATS ERRUPTS
NOW YOU SEE WHO'S HEART AND SOUL
IS BANKRUPT
NOT THESE SMILES NOT THESE EYES
TIRED OF TRUTH THEY'RE TIRED OF LIES
DO YOU BELIEVE BY THE SWORD ALL DIE
WHEN MAHALADOS ARE JUST TRYING TO GET BY
EDUCATE THY NEIGHBOOR (AH AH HA)
EDUCATE MY FRIEND THY NEIGHBOOR EY
EDUCATE THY NEIGHBOOR (AH AH AH)
EDUCATE MY FRIEND THEY NEIGHBOOR EI EI EI
EDUCATE THY NEIGHBOR
BOUT THE URBAN PLOT
TO PAVE OVER CULTURE
FOR NEW PARKING LOT
EDUCATE THY NEIGHBOOR
BOUT ATTROCITY
THEY BULDOZE AS IF YOU CAN BUY
THOUSAND YEARS OF HISTORY
NOT THESE SMILES NOT THESE EYES
TIRED OF TRUTH THEY'RE TIRED OF LIES
DO YOU BELIEVE BY THE SWORD ALL DIE
WHEN FAVELADOS ARE JUST TRYING TO GET BY
EDUCATE THY NEIGHBOOR (AH AH HA)
EDUCATE MY FRIEND THY NEIGHBOOR EY
EDUCATE THY NEIGHBOOR (AH AH AH)
EDUCATE MY FRIEND THEY NEIGHBOOR EI EI EI

Sulukule sokakları
Yerle bir, yerle bir, yerle bir
Kentsel dönüşüm kabadayıları
Çalıyor Sulukule’nin tacını
Çıkarken daha ilk nota
Başlıyor sokağın ritmi
İşte o zaman çıkıyor ortaya
İflas eden kimin ruhu, kimin kalbi
Ne bu tebessüm, ne de bu gözler
Gerçek yorgunu, yalan yorgunu
İnanıyor musun, emir kesebilir mi demiri
Mahalleli taştan çıkarırken ekmeğini
Uyandır komşunu
Uyandır dostum komşunu
Uyandır komşunu
Uyandır dostum komşunu
Uyandır komşunu
Kentsel dönüşüm tuzağına
Yeni bir otopark adına
Kültürün üstüne dökülen asfalta
Uyandır komşunu
Uyandır katliama
Üstümüzden geçiriyorlar buldozerleri
Satın alabilirlermiş gibi binlerce yıllık tarihi
Ne bu tebessüm, ne de bu gözler
Gerçek yorgunu, yalan yorgunu
İnanıyor musun, emir kesebilir mi demiri
Favelalar taştan çıkarırken ekmeğini
İster bir kadeh Porto şarabı eşliğinde
İster fokurdatırken bir nargile
Uyandır dostum komşunu
İzah et ona, nedir hadise
İster poker çevirirken
İster sevişme ertesinde sigara içerken
Ağızdan çıkan sözün uyandırıcılığı
Sollar TV’yi ve dahi internet olayını
Benim nabzım Barrios atar
Benim nabzım Soweto atar
Benim nabzım Sulukule atar
Benim nabzım getto atar
Aklın kesiyor mu, emir keser mi demiri
Favelalar taştan çıkarırken ekmeğini
Uyandır komşunu
Uyandır dostum komşunu
Uyandır komşunu
Uyandır dostum komşunu