11 Kasım 2009 Çarşamba

Billy Elliot


Belki defalarca televizyonda gösterilmiştir ama ona rağmen saklı hazinelerden biridir Billy Elliot.
Çocuk aklımızla izlerken çoğu şeye kafa basmadan izleyip geçerdik, yıllar sonra tekrar izlendiğinde ise bambaşka bir filmle karşı karşıya kalırız tıpkı Billy Elliot örneğindeki gibi.
Maden işçisi ailenin alt sınıfa ve genel çevre tipine aykırı çocuğu Billy'nin rüyasını yaşıyoruz filmde, çok komik sahneler olduğu gibi bir o kadar da hüzünleniyoruz. Başkalarına göre komik bile olsa bir ideali olan Billy'nin Newcastle semalarına otobüs yolculuğuna giderkenki babası ve abisiyle uğurlanması sahnesinde boğazı düğümleniyor insanın.
Daha önce keyifli şekilde bahsettiğimiz The Full Monty filminde olduğu gibi İngiltere'nin yakın tarihteki krizlerinden, grevlerinden ve maden işçilerinin ayaklanmasından da filmde epeyce bahsediliyor, hele Billy'nin abisinin ve işçilerin polisten kaçtıkları, The Clash'in London Calling adlı efsane parçasıyla koşturdukları sahne de ayrı bir güzel. Thatcher'in politikalarını ve bir sahnede de konuşmasını duyuyoruz ki gayet insani olan grev gibi haklara, işçi sınıfına, çalışanlara bakışın üst sınıflarca her ülkede aynı şekilde algılandığını tekrar anlıyoruz.



Ailenin yoksulluk içinde grevle süren hayatının yanında bir çocuğun varoluşunu kanıtlaması, anne figüründen uzak yalnız hayatını, kendini bir şeye adayarak nasıl atlatmaya çalıştığını izliyoruz yönetmen Stephen Daldry'nin kamerasından.
Başroldeki, Billy, babası ve dans hocası rolündeki şahsiyetler şahane oynayıp filmi gerçek kılarken, müzikleriyle, mütevazı insani hikayesi, sınırlı imkanlarla da büyük işler yapılabileceğini gösteren filmdir kendisi...
Ayrıca bir ilki de gerçekleştirdi yanılmıyosam, filmden romana transfer olan ilk eser galiba. Gneelde bunun tersi olur bilindiği gibi romandan sinemaya uyarlanırken bunda tam tersi yaşanmıştır.

London Calling

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bir ara alışkanlık yapmıştım sürekli filmi açıp sadece bu sahneyi izleyip kapatıyodum:)