Boş bir iki saat dahi bulup filme sarılası geliyor insanın bu kışın sümük donduran ayazında.
Özellikle klasikler açısından eksikleri kapatmaya özen gösterirken bir yandan da son dönem kaçırdığım ya da sinemaya gitmeye değer görmediğim filmlere daldık bu aralar.
Wanted
Mark Millar'ın pek bilinmeyen daha doğrusu diğerleri kadar popüler olmayan çizgiromanı Wanted'in beyazperdeye uyarlanmış, aksiyon filmi nasıl olur'un cevabı niteliğinde.
Bu tarz filmleri çok sevmesem de kendi tarzını ortaya koyan orjinal işler olunca izlemeden olmuyor.
Yönetmen koltuğunda hacı sakallarıyla Timur Bekmambetov Day Watch ve Night Watch filmlerinin ardından kendisine teslim edilen proje için biçilmiş kaftan.
Öncelikle sağda solda yapılan yorumlara bakıyorum yok efendim kurşunlar falso alırmıymış falan filan. Bir kere bu çizgiroman uyarlaması en başta, bilindik tarzda olmasa da süper kahraman filmi. Yani süpermanin uçması ne kadar mantıklıysa ki zaten fantastik alemden, çizgiromandan bahsediyoruz bu arkadaşların kurşunları, hal ve hareketleri de o kadar normal.
Wanted çizgiroman olarak ve başkahramanına baktığımızda Örümcek Adam'a daha çok benziyor, hatta Wesley Gibson karakteri çok daha hayatın içinden-kaybeden bir karakter. Bu açıdan filmi daha da izlenirliğini arttırıyor. Aksiyon sahneleri gayet başarılı, Angelina abla haddinden fazla çekici, Morgan Freeman zaten aynı çizgide, başroldeki sıradan vatandaş konumunda seçilen James McAvoy ise çok başarılı, karakterin gelişimini, kaybeden loser halini izleyenlere rahatça geçiriyor.
Wanted güzel bir uyarlama olmuş lakin diğer çizgiroman uyarlamaları gibi çizgiromanı elimize alıp okumak ardından filmi izlemek çok daha keyifli olacaktır keza filmde mutlaka kullanılmayan birçok olay, karakterler, hede'ler çizgiromanlarda olmakta, her sayfayı çevirişte o kağıt kokusuyla insanı kendinden geçirmekte efenim... Özellikle Frank Miller'ın muhteşem çizgileriyle Sin City serisi kitapları hararetle tavsiye edilenzi...
Chiko
Türk işi Scarface olarak lanse edilmiş, Berlin'de tanıtılıp Altın Ayı kovalamıştı geçtiğimiz yıl.
Yapımcı koltuğunda ve verdiği destekle Fatih Akın'ın bu filmin arkasında olup afişlerde Fatih Akın sunar yazması bile büyük artıdır yönetmen Özgür Yıldırım ve ilk filmi için.
Yönetmenin Fatih Akın ile ortak noktaları epeyce mevcut. İkisi de Hamburglu, gurbetçi dediğimiz Türk-Alman yönetmenler. Filme baktığımızda da Fatih Akın'ın en sevdiğim filmlerinden olan Kısa ve Acısız'a benzeyen birçok yönü de gözden kaçmıyor, yiine müziklere gösterilen ilgi ve alaka da aynı şekilde... Fatih Akın'ın favorilerinden meşhur Alaman oyuncu Moritz Bleibtreu'nun uyuşturucu baronu rolünde görmek de filmin artılarından.
Kenar mahallede sıfırdan imparator olma sevdasıyla uyuşturucu işine hızlı giriş yapan Chiko (İsa) ve kankası Tibet ile Curly'nin arkadaşlıkları merkezli anlatan bir dibe vurma hikayesi.
Hiç de fena olmayan hatta başarılı bir ilk film, özellikle başrolde Arda Turan'a benzerliğiyle dikkat çeken, Chiko yani İsa'yı canlandıran Dennis Moschitto ve kankardeşi Tibet rolünde Volkan Özcan çok başarılı, son sahnesi de ayrı bir güzel ve iç burkan cinsten...
Cat on a Hot Tin Roof
Bizdeki pek bilinen ismile !Kızgın Damdaki Kedi'.
Tennessee Williams'ın oyunundan Richard Brooks'un beyazperdeye aktardığı, mükemmel oyuncu ve oyunculukların filmi alıp götürdüğü başarılı bir klasik. Mekan açısından tek mekanda vuku bulmasına rağmen zerre sıkıcı olmayan, diyalogları ve akılda kalıcı replikleriyle fazlasıyla etkileyici bir film. Başrolde hastası olduğum Paul Newman ve Elizabeth Taylor oyunculuk dersi verircesine filmi film yapan unsurların başında geliyor keza Big Daddy rolünde Burl Ives hemen hemen her konuşmasında izleyenlere birşeyler çıkarmasını sağlayan çok başarılı oyuncular.
Riya, ikiyüzlülük, kendinden nefret etme hali ve alkolizmin bir bünyede buluşturduğu Brick Pollitt karakteri ise Paul Newman'ın herzamanki usta işi yorumuyla akıllara kazınıyor. Çıkarlara, aileye, para ve sevgi ikilemine, baba-oğul ilişkisinin temellerine, ölüme ve birçok kafa yorulası mevzuya dair pek dillendirilen ifadeyle bir başyapıt...
Caro Diario
Nanni Moretti'nin biyografik denilebilecek, yönetip-başrolde oynadığı filmdir.
Vespa üzerinde İtalya sokaklarında püfür püfür gezen vatandaşın fenomenvari hareketleriyle başlar, üç bölüme ayrılmış olan filmin ilk bölümü; vespa'mın üzerinde, ikincisi; Adalar, üçüncü bölüm ise doktorlar.
Vespa üzerinde gezerken çalan enfes şarkılar, Pasolini usta ve mezarına yapılan yolculuk ve saygı duruşu, pastanede televizyonda çıkan ve moretti'nin dükkanın ortasında mambo yapışı, adalarda futbol sahasında deli gibi futbol topunu havaya dikip peşinden koşturuşu, insanı ekran başına çivileyen birbirinden güzel manzaraları, vapurları ve hayat aşkıyla izlenmesi farz diye fetva verilmesi gerektiğini düşündüğüm film...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder