18 Kasım 2012 Pazar

Mos Def a.k.a Yasiin Bey


Mos Def sempatik bir arkadaştır müzikleri kadar sinemadaki performansı-birçok dizi ve filmde rol aldı- misal Be kind Rewind gayet hoş idi, keza dizilerde de aynen devam ediyor House'ta en güzel bölümlerin birindeyken Dexter'da boy gösterdi, ara ara görüyoruz, yakışıyor kerata her mecraya...

Sonradan müslüman olması ardından müziğine de yansımalarını görüyoruz, artık mos def olarak değil yasiin bey olarak anılmasını isterken bir yandan şarkılarında arabeskvari hatta oryantale varan ezgiler duymak mümkün.Yeni başlayanlar için Priority, Wahid, The Embassy gibi şarkılar tavsiye edilir...

Supermagic'te ise sample olarak Selda Bağcan'ın sesini duyup şaşırmayan yoktur heralde. İnce ince Bir Kar Yağar adlı şarkısından almış abimiz, besmelenin ardından selda bağcan girer ardından hareketli-güzel mos def müziği falan filan işte, güzel ama yakışmış sayın abim;


14 Eylül 2012 Cuma

Kutsal Kitap

"Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım."




Sanki dün yazılmış gibi, her daim geçerli ve gerçek... Selim Işık, Turgut Özben, Metin, Esat, Süleyman Kargı, Günseli, Olric, bıktıran burjuva ritüelleri, disconnectus erectus ve daha nicesi...



"Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım..."

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Destino de Abril


 Destino de Abril...Green Car Motel adlı meksikalı güzelim abilerin aşmış eseri. Collateral gibi güzel filmle tanıdık kendilerini. Tıpkı Amores Perros vesilesiyle Control Machete ile tanışmamız gibi. Bu abilerin neşesi de hüznü de güzel oluyo sayın abiler. Dinleyelim;


21 Temmuz 2012 Cumartesi

Her Daim Özlenen

 Bazı adamlar var ki insanı daha bir bağlar takımına, tekrar tekrar gurur duymanı sağlayan harbi adamlar...Belki bunların sonuncusu, güzel insan Vedat Abi özleniyorsun...
Sezen Aksu'nun Keskin Bıçak şarkısının da söz yazarıymış ki anca böyle bir adam yazabilirdi heralde ayrı bir sevindirdi bu anekdot...
Aşağıdaki metin ise roll için yapılan söyleşilerden derlenmiş inanılmaz güzel, rahmetlinin ardından ufak bir gülümseme ve tebessüm oluşuyor inceden:


 bir laf vardır, “deli gömleği ütü tutmaz” derler. 43 yaşına kadar top oynadım ben. çok keyif alıyordum top oynamaktan. ne sigara içtim, ne bira içtim 43 yaşına kadar. gerçi şimdi o açığı kapattım biraz. elhamdülillah beşiktaşlıyım. spor yazarı değilim. gazeteci hiç değilim, haddim yok. ben beşiktaş yazarıyım. beşiktaş’la yatarım, beşiktaş’la kalkarım. futbolu bırakıtım, ertesi gün kulübe üye oldum. serdar bey (bilgili) aday olmasaydı, beşiktaş'ın başkanlığına adaydım. süleyman (seba) bey bıraktığında kimse aday olmasaydı, ben adaydım ama, rahatımı bozacakım. ben tembellikle flört eden bir adamım.

biz beşiktaş'ın sadece futbolcusu değil, idarecisi, taraftarı gibiydik. mağlup oynadığımız bir maçta sanlı (sarıalioğlu) kaptanın taç atışı için topu almaya giderken ağladığını hatırlıyorum. trabzonspor’la oynadığımız bir kupa maçıydı. ilk maçı 1-0 kaybetmiştik, turu geçmemiz için burada 2-0 kazanmamız gerekiyor. 1-0 öndeyiz ve penaltı kaçırdım. sonra lütfü golü attı ve turu geçtik. golü atınca lütfü’nün sevinçten kulağını ısırdım. maçtan sonra da hastaneye götürdüm.

eskiden futbolcuların saçları uzun olurdu. maçlardan sonra duş alırdık, tabii saçlar hep ıslak. o zaman gündüz tekin onay (beşiktaş'ın 1976-77 sezonundaki teknik direktörü) saç kurutma makinesi almıştı, hepimiz uçak almış kadar sevindik. takımda 20 kişiydik, bir tek benim arabam vardı. onu da bana babam almıştı... beni kimse keşfetmedi, ben kendi kendimi keşfettim. seçmelere katıldım ve kazandım. öyle başladı. bakırköy’de, yücespor’da oynadım. oradan adalet takımına transfer oldum. rahmetli babacığım (rahmi okyar) bursaspor’un kurucularından. bursaspor'u kurunca, bakırköy’ün dört oyuncusu, ben, kaleci turan, ersel, tamer bursa’ya gittik. bursa’dayken beşiktaş beni, ben beşiktaş'ı istiyordum. rahmetli babacığımın baba hakkı’ya bir sözü vardı. bu nedenle hiçbir pazarlık yapılmadan beşiktaş’a geldim. beşiktaş'ta parasız oynadım, ama babamdan belki daha fazlasını aldım. babam kulübün ikinci başkanıydı. babamdan aldığım parayı ihtiyacı olan arkadaşlara veriyordum. ne maaş, ne prim, ne transfer ücreti, hiçbirini almadım.

bakıyorsun, spor yazarı kardeşlerimiz bir çay reklamına çıkıyorlar. bana da teklif geldi. hatta sakalını kes bile dediler, büyük de bir paraydı. tenezzül edecek adam değilim. ne işim var? ben bir tek çocuk esirgeme kurumu’na çıkarım. futbolu bıraktığımda “jübile yap” dediler. ben de “jübileyi çocuk esirgeme kurumu için yaparım” deyince, “sen böyle birşey yaparsan bir daha biz yapamayız, yapma bu yüzden” dediler, ben de yapmadım.

ben para biriktirmedim, dost biriktirdim. belki tuhaf gelecek. ne kadar param var, bilmiyorum. karıma da sormadım. ben radyoyu açıp kapamayı bilmem.cep telefonum yok. şarj bilmem. o açmazsa tv açmayı da bilmem, öğrenmek de istemem. o olmasa ben yokum. bir oğlum var. eğitimini bitirdi. bana arkadaşlarım soruyordu, oğlun kaçta diye. ben hayatımda sormadım ki. okuyor işte.

bir kere aşık oldum ve onunla evlendim. 38 senedir beraberim. iki gün görmesem özlüyorum. evlenirken, “benden koca olmaz, benden iyi bir metres olur, sen de metres gibi davranırsan bu iş gider” dedim. benimki evlilik değil. bir masal, çok güzel bir masal. dünyalı bir kız. çok keyifli bir kız. halen kız diyorum bak. fıkra gibi, dedim ki: “sakın bana birşey taşıtma. biber getir falan yapma. ben hiçbir akrabamla görüşmem. senin de akrabaların benim evime gelmesin. ben akrabaları sevmem, çünkü ben seçmedim. ben seçtiğim insanla birlikte olurum.” bir gün eve geldim, baldız var, bacanak var. “bunlar ne” dedim, “eee, geldiler ne yapayım” dedi. “eyvah, salatanın limonu yok, alır mısın” dedi. ben de “alırım” dedim. evden çıktım, devre arasıydı. 15 gün yalova’da, termal’de kaldım. eve 15 gün sonra limonla döndüm. 38 senedir bir daha da başıma gelmedi.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Sen Benim Sarhoşluğumsun

Sıra sıra dizilmiş, dolmuş hattı misali semt pankartları yerine eskilerin harbi pankartları...


12 Temmuz 2012 Perşembe

8 Temmuz 2012 Pazar

Normal Olsaydık, Beşiktaşlı olmazdık...

"Divâne ider âdemi sevdâ-yı Beşiktaş"  Neccarzade Rıza (18.yy şairi)
İnsanı deli eder Beşiktaş sevdası...


23 Mayıs 2012 Çarşamba

Adriano Celentano - I Want To Know

bilmek istiyorum
nasıl yapar insanlar
idrak ederler
yaşayabilmeyi
bugünün evlerinde
kavanozda sardalye misali sıkışmış...


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Arkadaşlar İyidir...


 "Ben düşündümde içki alsak ,
bizim sarıya..
sarının mezarına gitsek.
Hep beraber arkadaşlar olarak
hep birlikte
rakı,çerez şarap falan ..
hava soğuk ama gidersek iyi olur ,
fena olmaz diye düşündüm.
Arkadaşlar iyidir"

11 Mayıs 2012 Cuma

Ah Beşiktaş Vah Beşiktaş


 "Salonda ekol Beşiktaş Hentbol" diyerektan o muazzam final maçında kendimizden geçerken, şampiyonluk görüntülerini, tribüne uzatılan şampiyonluk kupasını izlerken herşey çok güzel lakin böyle karakterli sporcuların yılardır ne koşullarda görmezden gelindiğini belgeleyen soyunma odasındaki şu videoya ibretle bakmak gerek. Bu çocuklar aç geziyor, tek maaşla şampiyon olduk diyor adamlar, bir tarafta milyon eurolar savurmalar, popülizmin tavan yapması, sözde yıldızlar ve her sene hüsran, diğer tarafta ise amatör ruhlarıyla gerçek Beşiktaşlı 'adam'lar...
Fikret Orman'dan ümitliyiz, en azından zihniyet değişti Beşiktaşta ama bunların hesabı kulbün batma noktasına gelmesi ve benzeri bir ton olayın hesabı sorulmalı...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Güzel İnsan; Taner Birsel

  “Zeki Demirkubuz, yönetmen olmasaydı şu an hapisteydi. Çünkü (bunu iyi anlamda söylüyorum) öfkesi bu kadar yoğun ve koyu başka bir adam tanımadım. İyi ki sinemayı seçmiş, çok güçlü filmler yapıyor.

Demirkubuz'un yönettiği 'İtiraf'ta, Başak Köklükaya ile rol aldım. Senaryoda bir sahne var ki erkek karakterin karısını dövdüğü... İşte o sahneye sıra geldiğinde Zeki benden Başak'ı gerçekten dövmemi istedi. ‘Ciddi değilsin herhalde' dedim, ‘Ciddiyim, sen hiç kadın dövmedin mi” dedi. Başak yatakta bizi bekliyor, konuşmalarımızı duymuyordu.

Kamera kurulmuş, her şey tamam. Benim gidip Başak'ı döveceğim sahne bu. Yapamadım, Zeki beni orada bırakıp gitti. Darmadağın oldum, beni öyle bir halde bıraktı ki bir süre banyodan çıkamadım. Sonra gittim, Başak'ın üzerine çöktüm, kızın canını çıkarabilirim. Zeki'ye olan öfkem, beni düşürdüğü durum, bütün gücümü biriktirdim ve Başak'ın üzerindeki duvara öyle yumruklar attım ki bir tanesi Başak'a değse ölebilir. O sinirle elim parçalandı. Set yarım kaldı tabi, hastaneye gittik.” 




Pek çok filmde yan rollerde siz anlamadan sokulup girer ekrana pek belli etmese de filmlere kattığı çok güzel şeyler, varlığı yetiyor dedirten adamlardan ki Siyah Beyaz filminde sazı tek başına alıyordu nerdeyse...Demirkubuz'un İtiraf'ında yine o vardı, Reha Erdem'in Kaç Para Kaç'ı, Filler ve Çimen, Seyfi Teoman'ın ilk uzun metrajı Tatil Kitabı, Gölgesizler, çok sevilen Beş Vakit ve bir dolu güzelim filmde...

Seyfi Teoman'ın haberine hala inanamamışken 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i tekrar tekrar izledim, akşam vakti pek de güzel gidiyor arkadaş. Pek çok sahne replik var filmin son sahnesi langırtlı olan iyi insan değilmiyiz biz, iyiyiz iyi söylemleri şahaneydi mesela. Gel geleim gönül telini titreten yine görünmez kahraman Taner Birsel oldu aşağıdaki sahneyle, içimizde takır tukur birşeyler var be abi...

Feyyaz #7


 Yaşımız çok büyük olmasa da hala hatırlıyorum Bergkampvari attığı ince golleri, hünerli çalımlarını, sessizce gidişini Kibar Feyzo'nun. Ama diğer bırakıp giden ya da yönetim eliyle kopartılan ve sonradan doğuştan gittiği takımlı olduğunu açıklayan hödüklerden hep farklıydı hala da öyle seviyoruz seni seviyoruz...

Gittiği sezon açıldığı söylenen pankart da bombadır, keşke bir fotoğrafı olsa dedirtir ki şöyledir; Feyyaz'sız Beşiktaş yumurtasız menemene benzer...

Zeki Demirkubuz'un kardeşi Cemil'in sabahın köründe gözünü tavana dikip "Acaba Feyyaz şimdi ne yapıyordur" deyişi boşa değildir ki aşağıdaki fotoğrafı da yeni gördüm daha da sevdim. İki direk arasının olduğu, kapalının harbi abilerle dolu olduğu, hemen herkesin imkanı doğrultusunda bir şekilde maça girebildiği belki de son zamanlar...


Eşber Abi

"Beşiktaş damarlarımızda dolaşan mevzudur!.."  Eşber Yağmurdereli


Bir körün stada girebilmesi için mutlaka yanında bir görenin olması gerekiyor. Dolayısıyla da biletsiz kaldığımızda ben Bahadır’la birlikte giriyorum stada, o bölüme girdikten sonra oradan açığa tırmanıyoruz. Bir gün Galatasaray maçına gideceğiz, 4-5 arkadaş vardı biletsiz, dolayısıyla da hepimize bir kör icap etti. Aradım körler derneğini, birkaç kişiyi ayarladık, aldık geldik, ikisi Galatasaraylıymış, ama bizimle birlikte Beşiktaş tribünlerinde oturmak zorunda kaldılar. Galatasaray akın yapınca heyecanlanıyorlar, bağırıyorlar filan, tabii tribündeki diğer taraftarlar işkillendi, kim bunlar, aramızda ne yapıyorlar diye sıkıştırdılar. “Ya arkadaşlar yapmayın, bunlar kör” dedik, bir yandan ters ters bakıp, bir yandan söylendiler “ya başlatmayın körlüklerine, ne işleri var burada, zaten görebilseler Galatasaray’ı tutmazlardı”.   (sonbarikat'tan alıntıdır)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bizim Büyük Çaresizliğimiz...

 kimim ki ben, sana rüyalar taşıyan?


Henüz ilk kısa filmi Apartman ile yurtiçi-dışı dikkatleri üzerine toplayıp Tatil Kitabı ile ödüller toplayan, Bizim Büyük Çaresizliğimiz ile kendini daha da sevdiren adam Seyfi Teoman...Rahat uyusun, yarım kalan işler var sorulmayan sorular hani bu yaşta bu vakitte hiç de şık olmadı...

1 Mayıs 2012 Salı

30 Nisan 2012 Pazartesi

Pops !


Futbol takımında olsa ve yaptığı mücadelenin onda birini gösterse ilah ilan edilir, omuzlardan inmezdin herhalde. Daha geldiği gün farkını-yüreğini ortaya koyan, pota altını karartan ve baskjetbol takımımızdaki orjin olarak tek pota altı oyuncusu Mensah Abi. Keşke gitmese diyeceğim ama her sene olduğu gibi bazı oyuncular bizde kariyer zirvesi yaparak gidiyorlar ve onlaruı tutacak bütçe ya da yönetim de ıolmadı şu ana dek. Seni bir sene daha izlemek baldan da tatlı olur...

6 Nisan 2012 Cuma

Lights Out - Sahne


 'Lights Out' 2011 itibariyle bir sezon gösterilip iptal edilen birçok diziden biri. Aslında isabet de olmuş diyebiliriz. Boks filmleri-dizileri hususunda türe yerni bir soluk getiren ya da ters köşeye yatıran bir yapım değil. Çerezlik diyebileceğimiz 13 bölümlük, atıştırmalık bir mini dizi.
Lakin güzel sahneler durumlar da mevcut, boksörlerin nerdeyse kronik sorunlarından boksör demansı adı verilen dementia hastalığı, ünlenip birden yok olmaları, bir sendikalarının olmaması, simsarların ve bahis çetelerinin elinde oyuncak olmaları gibi hususlara güzel parmak basılmış. Hemen her zirveye çıkan, spotların altındaki ünlü gibi zirveden dibe vurmanın hikayesi...

Sahne olarak da başroldeki tipik İrlandalı, savaşçı ve bir o kadar inatçı 'Lights' lakaplı abimizin herşey bittikten türlü çileler çekilip uzun ara verilip boksa döndükten sonra ve zafer sarhoşu olması beklenirken sarfettiği "Who won?" sözcükleri noktayı koyar final bölümünde ki çok güzel bir sahnedir, ortalama bir dizi için çok güzel bir final yapmıştır, ilgililere duyrulur...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Dead Man's Shoes

 “Tanrı onları bağışlayacak. Onları bağışlayacak ve cennetin kapılarını açacak.
Bunu kabullenemem...


 İntikam filmi ise mevzu Oldboy bir, Dead Man's Shoes ikidir benim nazarımda ki Shane Meadows ne çekse izlerim, insana dair nokta atışı yapan derinlere nüfus eden, müzikleri olağanüstü kullanan, sıradan gibi görünen oyuncular seçip maksimum verim alan, bizi bizden alan adam Sahne abi...

İntikam kadar pişmanlığın da filmi aynı zamanda, fazla söz etmek istemiyorum tüyo verip de izlemeyenlere ayıp olur, tekrar tekrar izlenesi filmlerden kendisi hala izlemeyenler varsa. Görmezden gelen topluma da tokat babında, bir ayıba sessiz kalmak sizi kurtarmıyor suya sabuna dokunmayan korkak vatandaş!..

13 Ocak 2012 Cuma

Ninna Ninna

The Soparanos'ta 6.sezon bölümlerinden biri daha biterken henüz vokalin sesini duyar duymaz acayip oldum yahu, bu ne müzik bu ne ses arkadaş.
Şaheserin adı "ninna ninna" , epeyce eski italyan folk eseri ki sahibi bilinmiyor galiba, anonim diyelim:)

hep çalsın dinlerim diyebileceğim şarkılara yenisi eklendi ama harbiden mükemmel ama cızırtılı o hoş plak seslerinden geliyor sanki ses, anlamasak da hissediyoruz bişeyler sayın abim...

2 Ocak 2012 Pazartesi

Damages


 2007 yılı itibariyle hayatımıza giren geçtiğimiz yıl kriz ardından güç bela 4.sezonu çekilen ve 5.sezonu beklenen ki final sezonu olası, harika dizi şeysi Damages. Hukuk mevzuları, yasadaki boşluklar, türlü entrikalar babında dizinin adı da tazminat manasında kullanılıyor yanılmıyorsam. Özellikle benim gibi drama tarzı dizileri sevenler için bulunmaz nimet. Az tanınmış ama abartısız harika oyunculardan maksimum verim alınmış, senaryosu, kurgusu dehşetengiz. Keza flashback ve flashforward olayını lost misali bokunu çıkarmadan tam tadında vermeleri de ayrı güzellik.

Genel dizilerin yapısı ve sinemada hatta başrolde hastası olduğumuz Glenn Close'un oynadığı Patty Hewes gibi baskın ve onun etrafında dönen bir kurgu pek görmedim şahsen. Genelde erkek adamlar savaşır hatunlar fonda estetik amaçlı kulanılır malesef durum bu. Ama burda tam tersi diyebiliriz. Bu kadar güçlü, narsist, başarı odaklı, acımasız ve bir o kadar yalnız bir karakter Patty Hewes. Diğer karakterler, olaylar, durumlar da tek taraflı bakılmadan hatta çoğu zaman 4.sezonda olduğu gibi ülke politikalarını kalaylama derecesine varan eleştirel bir tutum sözkonusu. Ken Loach'un son olarak değindiği gibi burda da Amerikalı askerlerin taşeron güvenlik firmalarını denizaşırı ülkelerde kullanıp vuku bulan onlarca illegal duruma değiniliyor. Günümüz dünyasıyla paralel gayet güzel şekilde izleniyor efendim.
Önceki sezonlarda bir sahnede fonda Sabahat Akkiraz'ın dsa bir şarkısını duymak mümkün:)

Tribünden Palavra Anılar

 Beşiktaş her dönemde, "Futbol erkek oyunudur!" sözünün kalesiydi.


...Baba Hakkı kendisine tekme atan Adnan'a tokatı yapıştırmıştı. Neler oldu, nasıl ayrıldılar, gözümün önünde yok ama böyle bir durumdan sonra bugün ne olur, hakem ne yapar?
O gün oyuncular yatıştırılmış, maç devam etmişti...
**


Baba Hakkı'nın bir de Melih Bey'i kovalama olayı dillere destandı. Melih BeyFenerbahçe'de santrafor oynayan ünlü bir atletti. İşte Baba Hakkı, ne olduysa, bir Fenerbahçe-Beşiktaş maçında Melih Beye kızıpüstüne yürüyünce, atletimiz kaçmak gereği duymuş.
Melih Bey önde Baba Hakkı arkada sahayı bir tur dönmüşler. Öbür oyuncular şaşkın onlara bakarlarmış...

**
Baba Hakkı Karagümrük'e gidip semt maçlarını izliyor, oradan gözüne kestirdiği oyuncuları transfer ediyormuş. Bu gençleri hep sokak arlarından bulmuş.
Onlarla antrenmanlarda kendi ilgileniyor, nasıl oynamaları gerektiğini iyice anlatıp öyle alıyormuş takıma. Sıkıysa Baba'nın istediği gibi oynamasınlar!..
Beşiktaş o yıl Karagümrük'ten toplama gençlerle şampiyon olmuştu.


**


Bir keresinde de Baba Hakkı kornerden gol atan takım arkadaşı Şükrü'yü kovalamıştı. Tribünler bile bir yorum yapamamışlardı bu olaya. Geçenlerde bir anı yazısından öğrendim nedenini. Şükrü korneri atacağı sırada Bab Hakkı, "Pas ver," demiş. Şükrü dinlemeyip atmış korneri. Gol olmuş.
Tam sevinçle kollarını kaldırırken bakmış Baba Hakkı üstüne doğru koşuyor.
Söz dinleyip pas vermediği için kaptanın kızdığını sanarak kaçmaya başlamış.
Oysa Baba Hakkı onu öpmeye geliyormuş...

tribünden palavra anılar / memet fuat

ufacık ama bir o kadar da büyük kitap eski anılar ya da rivayetler...
fotoğraftaki gazete küpüründe yazan olay da ayrı mevzu. Harp Okulu ile karşılaşan Beşiktaş ilk yarı sonunda soyunma odasına 3-0 yenik girer. Baba Hakkı dönüş biletlerini alır eline, Bu maçı alamazsanız yırtarım allahıma tadında bir konuşma yapar. Hem korku hem de inanılmaz bir saygıları varmış topçuların, ulan niye o zaman doğmadım dedirtir. Maç sonucu mu? 3-6 olmuş, yayan gitmekten kurtulmuş bizimkiler:)