12 Mart 2009 Perşembe

The Life of David Gale

Seri katillerin %73'ü Cumhuriyetçilere oy veriyor /The Life of David Gale

Bizde 2003 yılında "Ölümle Yaşam Arasında" adıyla sessiz sedasız gösterime girip o şekilde çıkıp giden bir filmdi David Gale'in Hayatı.
Ülkemizde "Midnight Express" nedeniyle sevilmeyen Alan Parker yönetmenlik koltuğunda.
İngiliz yönetmen Birdy gibi muhteşem filmi Philadelphia gibi sembolik bir yerde çekerken, bu filmi de milliyetçiliğin dozunun taştığı, aşırı tutucu ve cumhuriyetçi kesimin kalesi Teksas'ta çekerek yine hayran bırakmıştır. Sırf Birdy filmi bile bu adamı sevmek için bir sebeptir.
Geceyarısı Ekspresi filmi nedeniyle öfkelenmemiz ise iki yüzlülüğün daniskasıdır. Bu tepkilerin tek nedeni kompleksle yetişip süregelen "yabancılar bizi böyle tanıyacak, ya böyle düşünürler" tadındaki salakça alışkanlıklarımız. Elalemin hakkımızda ne düşüneceğini hesaplayana kadar bazı şeylerle yüzleşip düzeltmeye çalışmak yerine yine işin özünü kaçırıp göstermelik olaylarla boğuşuyoruz. Sonuçta ülkemiz hapishanelerinin durumu filmin yapılmasından 30 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen hala aynı. İşkenceler de orantısız şiddet de aynen devam ediyor. Burda yönetmenin tutumu ve özellikle senaryoda imzası bulunan Oliver Stone'un tek taraflı bakış açısı tartışılabilir orası ayrı mevzu tamamiyle.


Alan Parker her filminde şahene müzikler, rahatsız etmeden, aşırıya kaçmadan filme refakat eder, hoş tasdlar bırakır. Hemen her filminde insani olayları yakalayıp onu bambaşka hallerde izletir, en önemlisi de amacına ulaşıp izleyei yerine çiviletip bolca düşündürür.
The Life of David Gale filminde de sözkonusu mevzu idam cezası. Bunun akabinde tabi politikacıların ikiyüzlülüğü, adalet, suç ve ceza gibi yüzyıllardır sorulan sorularla film taçlandırılıyor. Filmin Teksas'ta geçmesi de tesadüf değil. Abd başkanı, tutucu kesmin düşmanı J.F. Kennedy'nin Teksas'ta vurulması da tesadüf olmasa gerek. İdam cezasının en çok vuku bulduğu, hatta diğer eyaletlere göre katlandığı bir yer burası. Filmde özellikle idam karşıtı ve idam yanlısı tarafların çatışmaları da kendi nedenlerini göstererek gayet başarılı şekilde verilmiş.
Filmde yönetmenin dehası ve filmin vuruculuğunun yanında başrolde Kevin Spacey yine şahane iş çıkarıyor, Kate Winslet de pek görmeye alışmadığımız bir rolde ona ayak uyduruyor. Filmin sonuda Hollywood vari mutlu sonla bitmek yerine idam karşıtı mesajını veriyor ve olağanüstü şekilde zekice bağlanıyor...
Filmden bir de çok sayıda replik ve konuşma kalıyor akıllarda, tıpkı David Gale rolünde Kevin Sapcey'in profesör olarak felsefe dersinde yaptığı konuşma gibi;

"fanteziler gerçekdışı olmak zorundalar.
çünkü istediğiniz şeyi elde ettiğiniz anda artık onu istememeye başlarsınız.
isteğin devam edebilmesi için objesinin sürekli olarak eksik olması gerekir.
istediğiniz o şey değildir. onun fantezisidir.
istek çılgınca fantezileri destekler.
sadece gelecekteki mutluluğumuzun hayalini kurarken gerçekten mutlu oluruz." derken pascal'in anlatmakistediği de buydu.
bu nedenle "avlanmak, öldürmekten daha zevklidir." deriz.
ya da "ne dilediğine dikkat et."
ona sahip olacağın için değil.
çünkü ona sahip olduğun zaman artık onu istemeyeceğin için.
lacan'ın verdiği ders şu:
istekleriniz doğrultusunda yaşamak sizi asla mutlu etmez.
gerçek anlamda insan olmak demek fikirler ve idealler için yaşamak demektir.
hayatınızı istediklerinizin ne kadarını elde ettiğinizle değil yaşadığınız samimiyet, şefkat ve özveri anlarıyla ölçmek demektir.
çünkü sonunda kendi hayatlarımızı önemli kılmanın tek yolu diğer insanların yaşamlarına değer vermekti
"

Yarım Ekmek Futbol, Bol Kokulu !

Ülkemizin futbol kültürü ki olduğuna dair şüpheler olsa da gereklerinden biridir bu insanlar. Aslında son dönemlerde sıkça dert yandığımız eskiye özlem durumunun kahramanlarının önde gelenlerinden...
Zaman geçip herşey değişip, dönüştüğünde, pişmanlıkların artıp, keşke'lerlerle ilerlerken büyüdüğünü hissediyor hiçbir şeyin tadını bulamıyorsun sanki. Tıpkı yenilenip güzel olacağına bazı şeylerin beter oluşu gibi. Misal Şampiyon Kokoreç'in o eski virane binasında, berbat tuvaletinin olduğu zamanlar kokoreç çok daha güzeldi sanki. Şimdi maç günleri özellikle özensiz yapılıp tadı tuzu olmadığından şikayet ediyoruz. Kokoreçimi geri verin bana diyip köfteye devam.
İster evsahibi ol ister deplasmancı yoktur kaçarı, eskinin konfetileri, gazeteden jayık şeklinde yapılan şapkaları ya da düz kartondan verilip senin şekle sokarak yaptığın takımının rengindeki karton şapkalari stat içinde sepetiyle gezen lahmacuncu, simitçi hatta acıbademci ile birlikte bu akıllara kazınan anıları inşa eden aktörlerden biri hatta başroldeki köfteciler.
Sabahın köründe yola çıkan, zabıtayla kovalamaca oynayıp hızlı adımlarla stat önüne konuşlanıp metrelerce ötelere kokuları saran adamlar.
Ankarada zaten kısıtlı stat çevresine gelmeden kokuyu alır almaz maça geldiğinizi farkedersiniz-heyecan artar, daha şimdiden takımın sahaya çıktığını hayal edip elinizdeki konfetileri atarsınız havaya. İnönü desen semtte tavaf durumunun ardından yiyip-içilir, hoş beş edlir, içi içine sığmaz insanın, o muhteşem dolmabahçede yürüyüşe başlanır, köşeyi dönmeden köfteciler kucaklar taraftarı. Çoğu kişi oğlum yeme sakın allah bilir neden yapıyo bu herif bunu, ya da köfteci ninesini kesmiş köfte yapmış tadında makaralar olsa da nine mevzuu gerçek bile olsa bu ritüeller ilerde daha da çok anacağımız efsaneler...


Bu mevzuya güzel bir yazı yazan ki 2003 tarihli olmakla beraber, Akşam gazetesinden Nazım Alpman'ın haberiyle konuyu bağlayalım;

Seyyar satıcıların stadyumların çevresindeki faaliyeti, karınca yuvasının canlığına bürünüyor. Maçtan12 saat önce geliyorlar. Giderek kalabalıklaşıyorlar. Güvenlik kuvvetlerinin hoşgörüsüyle verimli çalışabiliyorlar. Takım tutuyorlar ama maça giremiyorlar.

Sabahın ilk ışıkları İnönü Stadyumu'nun üstüne düşerken Maçka Parkı'nın kapısında park etmiş tinerciler birbirlerini dürterek uyanıyorlar. Liderleri konumundaki çocuk "Kalkın lan, bugün maç var, buraları dolar birazdan" diyerek parkın içlerine doğru yürüyor. Tinerciler gidince stadın alt köşesinden Beşiktaş Belediyesi'nin Temizlik Şubesi ekipleri işe girişiyor. Tazyikli su sıkılmasını takiben süpürge kamyon, kaldırım kenarlarını yalayarak çevre turu atıyor.

24 saat taksicilere hizmet veren Stad Büfe'nin çevresi hareketlendiğinde akşamki Beşiktaş-Bursaspor karşılaşması için 12 saat kalıyor. Bugün görev yapacak Emniyet birimlerinin öncü kolları sabah çayları eşliğinde kendileri için en uzun günün ön değerlendirmesini yapıyorlar:

- Bugün bir yığın hıyar gelecek "Benim kim olduğunu biliyor musun" diye kafamızı ütüleyecek.

- Müdür Bey "Kimseyi tanımayın" diye talimat verdi. Kralı gelse stadın önüne park edemez. Ben çektiririm kardeşim.

Gerçekten de dediklerini yapıyorlar. Sabah 08.00. Otomobilimin başına dikilmiş bir memur, çekiciye manevra yaptırıyor. Hemen gidip aracı alıyorum, stadın çevresinde bir tur atıp Yeni Açık Tribünlerin arkasına güvenlikli bir yer buluyorum.

Erzurumlu fanatik

Artık 19.00'a kadar günün kahramanları olan seyyar satıcılar stadın çevresindeki yerlerine konuşlanmaya başlıyorlar. Ama benim gözüm "Kartal Boyacı" Ümit Aslan'da... O, İnönü Stadyumu'nun önünde sabah ezanları voltası atan en erkenci Kartal. Soyadını yazarken GS'yi kastederek "Aslan mısın, Kartal mı?" diye soruyorum. Gururla yanıtlıyor:

- Elbette Kartalım. Aslanın kuyruğu eksik!

- Kaçta geliyorsun maçlara?

- Sabah namazında kalkarım, Saray boyacısıyım. Önce polis amirlerimin ayakkabılarını boyar, formamı giyer, buraya gelirim. Maça girmem, bu benim uğurum. Girdim mi, takım puan kaybediyor.

Boyacısı olduğunu söylediği yer Dolmabahçe Sarayı!

Ümit'in hemen yanında üç genç oturuyor. 17i yaşındaki Koray Kaan Ekşioğlu ile 13 yaşındaki Taner Kırdemir Kartal'dan geliyor. Açık tribün biletlerini Maltepe Biletix gişesinden almışlar. Yanlarında oturan 19 yaşındaki Fatih Başol ise biraz öteden yola çıkmış:

- Ben Erzurum'dan geliyorum. Geçen hafta da Samsun'daydım.

Kapalı tribünün girişinin ağzına park eden köfte ekmek ekibinden Okan Sayınlar ile ortağı Ümit Gelgeç Küçükçekmece'den 06.00'da yola çıkıp iki saatte Dolmabahçe'ye geliyor.

Şimdilik stadın dibine kadar girebilmiş olmak akşama kadar burada duracakları anlamına gelmiyor:

- Polis ve zabıtaların durumuna göre yer değiştiriyoruz. Öğleden sonra bizi kovalıyorlar. Karşı kaldırıma geçiyoruz.

11 yaşındaki Ümit sıkı "Kartal", 17'sindeki Okan Fenerli. Ümit ilkokul 5'e Okan ise orta 1'e gidiyor. Roman çocukları biraz gevşek okuyorlar.

Köfte-ekmeği yerken "Ne içerim" diye düşünmeye fazla gerek yok, seyyar su ve meşrubat departmanı 10 metre aşağıda. Reflektör direğinin altındaki Aydın Özdoğan buz kovası içinde hizmete hazır bekliyor. Ama onun da geç saatlere kalma umudu yok:

- Polis birazdan bizi kovalar, ben yukarıda konsere çıkarım akşama doğru.

Cici kızlar

Güneş tepeye doğru yükseliyor. Stadın önündeki hareketli kitlenin sosyal yapısı farklılaşıyor. Temizlikçiler, köfteciler, boyacılar geri çekiliyor. Onların boşluğunu daha modern portrelerler dolduruyor. Oscar Ajans Güvenlik Organizasyonları'nın cici kızları bu yıl bir "ilk"e imza atacak olmanın heyecanını taşıyorlar. Güvenlik firmasının tepe yöneticisi Vildan Güvenilir, "VIP localarına hizmet vereceğiz, bundan sonra her maçta görev yapacağız^" diyor. Kızlara takım renklerini soruyorum, biri siyah-beyaz diyor, geri kalanı ya sarı-kırmızı ya da sarı-lacivert beyanında bulunuyor.

Biraz ilerde kapkara koçlar dizilmiş duruyor. Hemen oraya yöneliyorum:

- Siz kimsiniz?

- Lider Güvenlik elemanlarıyız. Şeref Tribünü'nde grev yapacağız. Ayrıca Bursa'yı da temizleyeceğiz!

Anlıyorum ki bu takım tamamen Kara Kartal soyundan geliyor. Yalnız ekibin şefi İsmail Kartal, soyadının uyumuna karşın karşı yakada yer alıyor, Fenerbahçeli!

Stadın etrafını bir tur daha dönüp Yeni Açık'ın arkasına geliyorum. Show TV'inin naklen yayın ekibinin TIR'ları kapaklarını indiriyor. İçeri kablolar uzatılıyor. Dört-beş saat sonra Türkiye'nin kalbi bu kablolar üzerinde atacak. Aracın kaptanı Orhan Demirezenler, Bizim buradan gitme saatimiz, gece 01.00'i buluyor" diyor. Naklen Yayın ekibinin beyni Musa Çözen, taze damat olduğu için biraz geç gelecek. Ama maçtan iki saat önce yayın aracı içinde yerini alıyor.

Beleştepe
Artık maçın gerçek sahipleri Kara Kartal taraftarları tribün girişlerin sarıp sarmalıyor. Onların arasında iki fok balığı kuyrukları üzerinde geziniyor. Ellerinde "Taraftar" başlıklı bildiriler var: Bunlar Spor Toto idaresinin yeni oyununu tanıtan broşürler. Foklar da oyunun amblemini temsil ediyor. Fokların içindeki gençler Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencileri. Onların fotoğrafların çekerken Koyu Kartalar vaziyeti takımlarına uygun bulmadıklarını belli ediyorlar:

- Ulan şoparlar utanın!

Adı önce Dolmabahçe, sonra Mithat Paşa olan İnönü Stadyumu'nun en manzaralı Yeni Açık Tribün'ün sağ kenarının tam arkasına denk gelen "Beleş Tepe" bölgesidir. Eskiden halkla bütünleşmiş bu mevkide şaraplı, biralı maç seyretmek mümkündü. Şimdi güvenlik önlemleri bedava maç seyretmeyi ortadan kaldırdı. Beleş Tepe'nin yeni adı Polis Tepesi oldu.

Artık maçın başlama saati yaklaşıyor. Mallarını bitiren satıcılar evlerinin yolunu tutuyor. Motorize olanlar ise mal tazeleyerek maç dağılışına hazırlık yapıyor.

Takımlar sahaya çıkıyor, tribünlerin "yuh" çekmesinden anlaşılıyor ki, öncelik Bursaspor'da... Nihayet bütün gün beklenen en heyecanlı an geliyor: Şampiyon Kara Kartallar bu yıl ilk kez seyircinin önünde sahaya fırlıyor. Sadece tribünler değil sanki bütün İstanbul inliyor:

-Siiiiyaaaah-beeeeyaaaz... En büüyüük, Beşiktaş!

11 Mart 2009 Çarşamba

10 Mart 2009 Salı

Graffiti by Trans


Trans kod adıyla sokaklara çizittiren vatandaşın adamın çapağına kadar çizen harika graffitilerini görünce dayanamadım.
Bu çizimler, karalamalar, portreler ya da Banksy'nin yaptığı gibi gerilla tarzı modern topluma, getirileri-götürüleri-sömürüsüne karşı yapılan hareketler artık sokak sanatı haline geldi. Sürüyle gizmli adam şimdiden efsaneleşti. Stencil denilen şablonlama şeklinde graffitiler ülkemizde de özellikle İStanbul arka sokaklarında artmaya başladı. Bu tarz örneklere meraklıları şu adresten bakabilir; http://www.stencilgraffiti.com/archives_01.html

by TRANS





8 Mart 2009 Pazar

Davis Cup Muharebesi


Malmö'de oynanacak olan Davis Cup İsveç-İsrail mücadelesi öncesi mevzular patlamış efenim.
İsrail nefreti slat Arap dünyasında değil tüm dünyada artarak sürüyo. Bunun tek olumsuz yanı yahudi karşıtlığının ve ırkçılığın da akabinde bazı bünyelerce körüklenmesi.
Velhasıl turnuvaya güvenlik tedbirleri nedeniyle seyirci alınmamış, taşlamlaar, polisle koşturmacalar yaşanmış. Aşağıda ajanslarda geçen ayrıntılar mevcut...


İsveç’te, İsrail’le İsveç’in oynadığı Davis Kupası tenis maçı sırasında Gazze saldırısını kınayan göstericilerle polis arasında çatışma çıktı.
Malmö’nün merkezindeki meydanda İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırıyı kınamak için düzenlenen gösteriye 7 bin kadar kişi katıldı. Sol Parti lideri Lars Ohly mitingde yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği ve dünyanın diğer ülkelerine "İsrail’deki ırkçı rejimi boykot etmeleri" çağrısında bulundu. Göstericiler daha sonra maçın yapıldığı stadyuma doğru yürüyüşe geçtiler."Maçı Durdurun" adlı protestonun düzenleyicileri gösterinin barışçıl bir şekilde yapılacağını söylemişti, ancak bazı aşırı solcu eylemciler maçı durdurmaya kalkıştı. Sadece 200 davetli önünde oynanan maçın yapıldığı Malmö’deki kapalı stadyuma girmeye çalışan eylemciler, kendilerini engellemek için konulmuş barikatları yıkmaya çalışırken polisle çatıştılar.