16 Ağustos 2008 Cumartesi

800

"neyin feryadı ile başlar mesnevi'sine mevlana, doğduğu topraklardan kopuşunu, hayat dediğimiz bize ayrılan zaman dilimindeki seyahatini, bir diyardan diğerine, bir sevdadan başka sevdalara gidişini anlatır ney'in.


Mercan Dede benim gibi geç tanışan ya da bilmeyenler için, Tekno müzik sanatçısı, neyzen, ebru sanatçısı, büyük ustalardan ders alan, müzik serüvenine imkansızlıktan plastik su borusundan kendi yaptığı ilk neyi ile başlayan, büyük ustalarla çalışıp sahne alan Arkın Ilıcalı'nın bir projesi. Klasik doğu-batı ya da eski-yeni sentezinden çok farklı, bambaşka sesler, eserler var albümlerinde ve gerçekleştirdiği ortak projelerde.

800 ise 2007'nin sonlarına doğru çıkan, aylardır özellikle akşamları seans şeklinde takıp dinlemeye koyulduğum muhteşem Mercan Dede albümü.
Bu kadar süre bu adamın yaptığı bir işe nasıl duyarsız kalabildim bilemiyorum ama son albümü olan 800 adlı albümü içindeki sufizm kırıntıları, muhteşem ney sesi, Ceza ve Yıldız Tilbe'nin yanısıra kanun üstadı Göksel Baktagir'in şahane katkıları, sanatçının albümlerini evde yaptığını doğrularcasına samimiyetiyle ısrarla isteyiniz tadında tembih edilesi harika eser.


Mevlana'nın doğumunun 800.yılı olması nedeniyle albüme ve konsepte adını veren husus olarak göze çarparken albümün sade ama gözlalıcı kapağının yanında içinden çıkan mevlanaya yazılmış mektup ise bu muhteşem albümün bonusu olmuş...
Ney sesine kayıtsız kalamayanlar için aynı şekilde Yansımalar grubunda olduğu gibi her albümü alınıp deli gibi çalınası, arşivlenesi müstesna eserler.



Albümle aynı adı taşıyan ve ilk parça olan 800 adlı şahane parçayı aşağıdaki videodan izleyip kulak pası atmak mümkün;

"havadaki kasvet birazcık benden
karadaki ben değil, havadaki bazen
uçan bir kuş, bazen kaybolan bir kumum
koskoca alemde yalnız bir kulum"

Elde Var Umut!..

İnsan istiyor ki, ferahlık veren, nefes açıcı şeyler yazalım Beşiktaş hakkında. Umutlu olsun, güleç olsun. Sonuçta çocukluktan Beşiktaşlıyız.
C.D.


futbolu gerçekten seven güzel insan, güzel Beşiktaş'lı Cem Dizdar'ın 16 Ağustos tarihli, yine kendine has tarzı, tüm Beşiktaşlı karamsarlığıyla ve Attila İlhan kurnazlığıyla:) son yazısı;


Elde var umut!


Neresinden bakarsanız bakın, futbol eğlenceli oyun. Ne kadar sıkılsanız da eğlenmek, mizah yapmak için size bolca hep şans tanıyor. 11 yaşındaki Beşiktaşlı yeğenim Doruk Özdemir’le Yakup 2’nin terasındaki ‘dev ekran’ın karşısında maça takılıyoruz. Benim önümde nar gibi iki ‘Çingene Palamutu’, karnı tok olan Doruk’un önünde kalamar... Bir yandan merak ediyorum bu kadar sıkıcı bir oyunun ardından kim nasıl teknik analiz yapacak diye, diğer yandan sıkıntıdan patlamamak için sağa sola telefon açıp geyik yapıyorum.
Yılladır İnönü’ye birlikte gittiğim Adnan Bostancıoğlu’nu arıyorum bir ara, belki o benim göremediğim bir şeyleri görmüştür diye. Ne gezer.. Onun da sesinde bir ‘bitse de gitsek’ havası. Bir ara diyorum ki Adnan’a, “Bugün ‘Ahmedinecad trafiği’ne takıldım. Ama yarın kombineyi almaya gideceğim.” Koy veriyor kahkahayı, “Ben de alacağım ama senin vereceğin 1200 lirayı bana verirlerse. Üste para almadan kombine almam.”

Kendimi düşünüyorum o ara. Sanırım, Deniz Baykal’a olan tüm öfkesine ve ona dair hiçbir umudu kalmamasına rağmen, yanlış yaptığını bile bile sırf AKP’nin önünü keseceğini düşündüğü için ağır bir iç sıkıntısıyla CHP’ye oy veren birine benziyorum.
Tamam, daha lig başlamadan karamsar bir dil tutturmayayım istiyorum. Tutturmayayım da, hiç mi hakkımız yok iyi bir takım izlemeye.
Bakın şimdi, şöyle bir maç sonu demeç harmanlaması yaptım... Denmiş ki, “Siroki mahalle takımı değil. Çok koşan çok iyi oynayan bir takım.” Güler misin, ağlar mısın misali. N’olur insaf edin! Bizim de hassas duygularımız var, onlarla bu kadar oynayıp bizi de bu kadar cahil yerine koymayın lütfen.
Değil bizim Süper Lig, ‘Yükselme Grubu’nda oynamakta zorlanacak bir takımla yapılan maçta üç pozisyonu mumla arıyorsak elbette bunun için Siroki’nin başarısını kutlamak gerek. Peki ama ya bizim takım? Onun için ne söyleyeceğiz?
Düşünün, hayatında en sıkıldığı filmi, en sıkıcı maçı bile sonuna kadar izleyen ben, dayanamayıp 70’te kalktım televizyonun başından. Bunda uykusu gelen Doruk’un da payı vardı elbette ama ondan daha fazlası Beşiktaş’ın oyunuydu.

Düşünüyordum maç sırasında “Delgado’ya bir şey olsa ne olur?” diye, yanıtını bulamadım. Sanırım yanıt, “vasat bir takım” olurdu. Bir de, takımı iki sezondur bu kadar sıkıcı oynatan teknik direktörün yıllık kazancını düşündüm... Hele bunu düşününce nasıl oluyor da insanın dudağında aylarca kapanmayacak uçuk yaraları açılmıyor, en çok da buna şaşıyorum.
Ama yine de diyorum ki; umut etmekten başka çıkar yolumuz yok. Bu sezon da yine birlikte söyleyeceğiz şarkımızı; “Çocuklar inanın, inanın çocuklar. Güzel günler göreceğiz güneşli günler...”

Six Feet Under

Ruth: nathaniel, what happened to us? we were so in love once.
Nathaniel: life happened to us



Hazır mevzu dizilerden açılmışken daha önce blogda bahsettiğim Carnivale, Sopranos gibi dizilerle birlikte en başta gelen favorilerimden Six Feet Under hususunda karalamadan geçmek olmaz.

Birbirinden güzel dizilerin başında görmeye alıştığımız HBO'nun en güzel yapımlarından, adını hristiyanların mezarlarını Six Feet(yaklaşık 2 metre) kazmalarından alanbambaşka bir dizi.


Dizinin yaratıcısı American Beauty'den tanıdığımız Alan Ball her sezon üzerine koyan, izledikçe daha da güzelleşen, aslında ilk sezondan itibaren biraz sabırlı bir şekilde izlenip hazmedilmesi gereken muhteşem bir işe imza atmış.
İlk bölümleriyle biraz her bölüm kendi içinde farklı olaylar sahnelense de ilerledikçe kendi içinde daha bütün, birbirine bağlı bölümler haline gelen, konusu itibariyle ki bir cenaze şirketi olan bir ailenin yaşadıklarına, ikilemlerine dayanarak anlatılan, hemen hemen her bölümde insanın kendisini ve yaşam-ölüm-dünya-insanları sorgulamamızı sağlayan hiç bitmesin istesek de 5 sezon sürüp terk-i diyar eyleyen, damaklarda acı bir tad bırakan bana kalırsa bu kadar özgün, bu kadar gerçek, karkterleri bu kadar sahici, diyalogları, düşündürdükleri ve isanoğlunun görmeyi inatla istemediği birçok şeyi suratımıza çarpan, bu kadar iyi bir dizi bir daha yapılamaz dedirten şaheserdir kendisi. Sopranos'tan sonra dramanın ,ince esprilerin, bayağılıktan uzak özgün birşey arayanların bende olduğu gibi morfini görevi görmüş, kendimden geçirmiştir.


Oyuncu kadrosu birçok diziye de ilerde başrol oyuncusu veren bir nevi altyapı hesabı birbirinden başarılı oyuncular, karakterler dizide hiç sırıtmadan hatta daha iyisi olmaz dedirten oyuncular mevcut. Dram soslu, kara komedi de diyebileceğimiz hertürlü duyguyu içinde barındıran, güzel jeneriğinin yanında tadından yenmeyen müzikleri, birbirinden güzel görüntüler eşliğinde kaçırılmaması gereken bir deneyim bana kalırsa...

CNBC-e - Yeni Sezon


Futbol sezonları açılmaya başlarken, yurdun bir iki müstesna kanalından biri olan Cnbc-e'de yeni dizilerle sonbaharda sezona merhaba diyor.
Şimdiye dek Without a Trace, My Name is Earl, Six Feet Under, Smallville, Dexter, Battlestar Galactica, Simpsons, South Park, 24, Family Guy, ER, Heroes, Married with Children, Prison Break, Rome, The Tudors, Scrubs, LAs Vegas gibi 10 numara dizileri seyre sunan adam gibi kalite katan canımız ciğerimiz Cnbc-e...

Hiç görme imkanı bulamadığımız Avrupa Filmleri, Uzak Doğu yapımları, eski klasikler ve birçok kült filmi de sayelerinde izledik. Gerçi geçtiğimiz sezon gösterilen filmlerde fazlasıyla popülerlik ve düşük kalitede olsa da bu sezon topaarlanacaktır.

Yeni sezonda mevzu bahis diziler şu şekilde;

“Terminator: The Sarah Chronicles”ün yanı sıra 2008’e damgasını vuran gençlik draması “Gossip Girl”, Hollywood’da zengin bir yönetici eşiyken terk edilen bir kadının kendini bulma hikayesi “The Starter Wife”, bir grup genç dahinin maceralarını anlatan komedi dizisi “The Bing Bang Theory” ve “dramedi” türünde bir dizi olan “Side Order of Life”, Eylül’de CNBC-e ekranlarında...

Birbirinden güçlü yapımların art arda yayın hayatına başlayacağı kanalın en çok ilgi çekecek yeni dizilerinden ilki “Terminator” efsanesini beyazcamda devam ettiren “Terminator: The Sarah Connor Chronicles”.

TERMINATOR: THE SARAH CONNOR CHRONICLES
Birbirinden güçlü yapımların ardı ardına yayın hayatına başlayacağı kanalın en çok ilgi çekecek yeni dizilerinden ilki “Terminator” efsanesini beyazcamda devam ettiren Sarah Connor Chronicles.

Yurtdışında da büyük bir ilgiyle izlenen bilim kurgu aksiyon türündeki dizi James Cameron’ın kült yapımı “The Terminator 2”den bir yıl sonra yani 1999’da başlıyor. Sarah Connor ve oğlu John Connor, makinelerin hükmedeceği ve insan ırkının sonunu getirmeyi planladıkları bir gelecekten haberdar olan tek kişilerdir ve 15 yaşındaki John gelecekte direnişin lideri olarak makinelerin emellerini gerçekleştirmelerinin önündeki yegane engel olacaktır. Sarah ve John’un insanların öldürülmeleri için gelecekten gönderilen insan görünümlü suikastçi makineler “Terminator”ler ve makinelerin ayaklanmalarını başlatan yapay zeka sistemi Skynet hakkında her şeyi biliyor oluşları onları bir numaralı hedef haline getirecektir. Her anı nefes nefese izlenecek “Terminator: The Sarah Chronicles”ın başrollerinde Lena Headey, Thomas Dekker, Summer Glau ve Richard T. Jones gibi isimler var.

14 Eylül’den itibaren her Pazar 21.00’de.

GOSSIP GIRL
”Hakkınızda konuşulmadığı sürece sizi kimse tanımaz. Önemli biri olmak istiyorsanız, insanlara konuşacakları bir şey verin. Ben kim miyim? Bu kimseye asla açıklamayacağım tek sır. Kabul edin, yine de beni seviyorsunuz.” Bu sözler yeni sezounun bir diğer iddialı dizisi “Gossip Girl”ün sesini sık sık duyacağımız ama yüzünü asla göremeyeceğimiz dedikoducu kızına ait. Onun kulağımıza fısıldadığı dedikodular ise aşk, ihanet, skandal, şantaj, entrika, kısacası magazin sayfalarında sık sık karşımıza çıkan her türlü konu başlığıyla ilgili olacak. Cecily Von Ziegesar’ın aynı adlı romanından televizyona uyarlanan dizinin başrolünü paylaşan isimler arasında özellikle Blake Lively ve Leighton Meester öne çıkıyor. Kadrodaki isimler arasında televizyon izleyicilerinin yakından tanıdığı bir isim de var, “Hayat Ağacı” dizisinin yıldızı Kelly Rutherford.

9 Eylül’den itibaren her Salı CNBC-e’de.

THE STARTER WIFE
Başrolünü “Will and Grace” dizisinden tanıdığımız Debra Messing’in oynadığı “The Starter Wife” ise Hollywood’da güçlü bir yönetici olan kocasından boşanan Molly adlı bir kadının kendini yeniden bulma mücadelesini eğlenceli bir dille anlatıyor. Eşinin kendisini genç bir pop şarkıcısı için terk etmesinin ardından arkadaşları tarafından da yalnız bırakılan Molly, şehirdeki bütün kapıların yüzüne kapanmasıyla son darbeyi yer. Kendini küçük düşürülmüş ve çaresiz hisseden Molly, gözlerden uzaklaşmak için üç yaşındaki kızıyla Malibu’ya çekilir. Molly, şimdi en başından kendine yeni bir hayat kurmak ve tek başına ayaklarının üzerinde durmak zorundadır. Jon Avnet’in yönettiği dizinin bir diğer sürpriz ismi ise aralarında “Barton Fink”, “Husbands and Wives”, “Naked Lunch” gibi çok önemli yapımların da olduğu filmlerden tanıdığımız ve son olarak “Masters of Science Fiction” serisinde de izleme fırsatı bulduğumuz Judy Davis. Dizide Molly’nin en yakın arkadaşı, alkolik Joan McAllister’ı canlandıran Judy Davis, bu rolüyle geçen yıl Emmy ödülünü kazanmıştı.

18 Eylül’den itibaren her Perşembe 21.00’de.

THE BIG BANG THEORY
Yeni dizilerden biri de, bir grup genç dahinin maceralarını anlatan “The Bing Bang Theory” adlı komedi. En büyük zevkleri kuantum fiziğine kafa yormak olan üstün zekalı iki arkadaş, güzel bir kızla karşılaşınca ne yaparlar dersiniz? “The Bing Bang Theory”, işte o karşılaşma anında gerçekleşen büyük patlamayı ve sonrasını anlatan bir yapım. Sosyal hayata çoğu zaman ayak uydurmakta zorlanan ama en zor teoremleri kolaylıkla ispatlayan iki kafadarın apartmanlarına taşınan sarışın güzelle yaşadıkları matrak olaylar çok hoşunuza gidecek.

9 Eylül’den itibaren her Salı 20.30’da.

SIDE ORDER OF LIFE
Evren sizi uyandırmak için bir çağrıda bulunursa, ne yaparsınız? Cevap verir misiniz, yoksa gözardı mı edersiniz? İşte “In Person” dergisi için fotoğrafçılık yapan 30 yaşındaki Jenny McIntyre bu çağrıya kulak asıyor; hayata ve gerçekliğe gözlerini yeniden açıyor. Senaryosunu aynı zamanda bir oyuncu da olan, ödüllü yazar Margaret Nagle’ın yazdığı dizi, kansere yaklaşımı ve farklı anlatımıyla yayınlandığı ilk günden itibaren çok iyi eleştiriler aldı. Komediyle dramı harmanlayan ve son dönemdeki iyi örnekleriyle yükselişe geçen “dramedi” türünde bir dizi olan “Side Order of Life”, aynı zamanda Beverly Hills, 90210’dan hatırlayacağımız Jason Priestly’nin de televizyon ekranlarına döndüğü yapım olma özelliğini taşıyor.

12 Eylül’den itibaren her Cuma 20.00’de.

14 Ağustos 2008 Perşembe

Photo of the Day

stay in school...

Lampard Evde Kaldı


Mourinho'nun çekirgesi, canı ciğeri denilerekten Inter'e gidişine kesin gözüyle bakılan Chelsea'nin Terry ile birlikte lider futbolcusu Lampard kulübüyle 5 yıllık kontrat imzaladı, klasik tabirle yuvada kaldı.
Bu imzaya en çok sevinen Scolari olmuştur muhakkak. Her ne kadar nedeni pek bilinmeyen bir gıcıklık hissi olsa da Lampard'a dair takıma faydası trtışılmaz ki istatistikler bu kez de yalan söylemiyor.
2001-2002 sezonunda West Ham'ın fabrika misali futbolcu çıkaran altyapısından Chelsea'ye gelen Lampard istikrarı, lider oyuncu vasıfları ve 369 maçta attığı 110 golle mavi-beyazlıların 50 yıl süren şampiyonluk hasretini bitiren ve takımı ayakta tutan en önemli unsurlardan biri.
Basında sürekli çıkan transfer haberlerinin doğruyu yansıtmadığını, kariyerini Chelsea'de bitirmek istediğini de not düşmüş kendisi...

Chelsea için son dönemlerde önemli bir not da Real Madrid'li Robinho'nun peşini bırakmamaları.
Scolari'nin özellikle istediği ve Chelsea'nin £19,7milyonluk teklifini Madrid reddederken, Scolari 31 Ağustos yani transfer sezonu kapanana kadar güzel haber bekliyor. Madrid cephesinde Schuster dahil herkes hiçbir yere gitmeyecek açıklamaları yapıyor. Açıkçası ilk sezon hayal kırıklığı yarattıktan sonra geçen yıl takım oyunu ve kendini geliştirme açısından aşama kaydeden Robinho'nun uçuk bir teklif gelmediği müddetçe kulübünde kalacağa benzer...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

En Korkunç Filmler

Artık gelenek haline gelen bir dergi tarafından yapılan araştırma konulu bir haber, İngiltere'de gerçekleştirilen aratırmada sinemada şimdiye dek yapılmış en korkunç 5 film belirlenmiş, az çok tahmin edilebilen sonuçlar ve birinci sırada The Exorcist tabiki...

Listede Jack Nicholson'un Jack Torrence rolüyle en şahane performanslarından birini gerçekleştirdiği, büyük usta Kubrick'ten The Shining, bir nesilin rüyalarına girip azap çektiren ve Johnny Depp'i beyazperdeyle buluşturan Elm Sokağı Kabusu gibi filmler var.
Korku türü için hep benzer filmler sayılır. Bunun nedeni Carpenter gibi ustaların korku türünü baştan yaratmaları, şu an klişe diye bakılan şeyleri sıfırdan yaratıp türe bambaşka boyut kazandıran yapımlara imza atmları ki yeni dönemde zaten korku türü kendi alt türlerini oluşturarak bambaşka bir hal aldı. Scream ile başlayan alt tür haline gelen 'Splatter' yani genç kahramanlarımızın hani birer birer öldükleri artık bir klasik haline gelen bu tür filmler gibi ki Son Durak filmi de bu türe değişik bir yorum getirerek şok eden birseriye imza atmışlardır.

Özellikle psikolojik gerilim tarzı filmler, zeki senaryoları, film boyu izleyiciye ufak ufak verilen tüyolar ve son darbeyi filmin sonunda vuran manyak eden filmler daha tercih edilesi günümüzde. Keza ufak bütçe ve beklenmeyen büyük ilgisiyle çığır açan, artık üst üste çekilen filmleriyle kustursa da Saw/Testere de ayrıca anılması gereken filmlerden . Korku klasikleri arasına Hitchcock'un efsanesi Psycho, Night of the Living Dead, The Texas Chainsaw Massacre, The Omen serisini yazmazsak taş oluruz taş...
İlk 5 filmi de yazalım artık, bıktırmadan.

Sıralama şöyle:

1- THE EXORCIST - ŞEYTAN (1973)
Birbiri ardına korkunç sahnelerin yer aldığı ve William Friedkin’in hikayesinden çekilen, ve çekildiği zaman için yeni ve özel efektlerle çekilen film birinci sırada yer aldı. Daha sonra çekilen ve daha şiddetli ve kanlı olan filmlere rağmen “The Exorcist”in gücü çok daha büyük.

2- THE SHINING - CİNNET (1980)
Jack Nickolson başrolünü oynadığı filmde, Jack Torrance ailesiyle birlikte bir otelin kapıcılığını üstlenir, kendisinden önce otelin kapıcılığını üstlenen kişinin hayaletiyle karşılaşmasıyla birlikte delirmeye başlar. Kanlı ve şiddetli bir film olmamasına rağmen Stanley Kubrick, “The Shining”i tüm zamanların en korkunç filmlerinden birisi olmasını sağladı.

3- HALLOWEEN (1978)
John Carpenter’ın yönetmenliğini yaptığı filmde, bir doktor görev yaptığı hastaneden kaçan, psikoz etkisindeki ve kız kardeşini öldüren bir katili bulmaya çalışmaktadır. Başrolünü Jamie Lee Curtis’in üstlendiği Halloween’de filmin temposu, karakterlerin izleyiciler tarafından özümsenmesi için yavaş ilerlemekte, böylece şiddet sahneleri daha etkili hissedilmektedir.

4- A NIGHTMARE ON ELM STREET - ELM SOKAĞI KABUSU (1984)
Pek çok insan için Freddy Krueger’ın çirkin ve erimiş yüzü ve bıçaklı parmakları 1980’lerin en büyük fenomenlerinden birisi oldu. Wes Craven’ın yönettiği filmde, Freddy karakteri genel olarak kabusların bir ürünü, bir katilin hayaleti olarak karşımıza çıkıyor. Freddy’nin geri dönme sebebi ise kendisini yasal olamayan şekilde öldüren ailelerin çocuklarını öldürmek.

5- RING - HALKA (1998)
Japon filmi olan Ringu’da bir gazeteci, bir kişinin, gizemli bir video kasedi izlemesinden sonra bir hafta içinde ölmesiyle sonuçlanan olayı araştırır. Gore Verbinski, 2002 yılında filmin başrolünde Naomi Watts’ın oynadığı Amerikan versiyonunu çekmişti.

10 Ağustos 2008 Pazar

Usta Yönetmenlerin Yeni Sezon Filmleri

David Fincher, Coen Kardeşler, James Cameron ve Martin Scorsese gibi usta yönetmenlerin son filmleri bu sezondan itibaren gösterime girecek. Merakla beklenen yapımlardan biri de Heath Ledger’ın tamamlayamadığı ‘The Imaginarium of Doctor Parnasus’.

eski ve yeni kuşağın öne çıkan usta isimlerinin yeni filmleri 2008-2009 yılları arasında görücüye çıkacak.

TERRY GILLIAM - THE IMAGINARIUM OF DOCTOR PARNASUS
Heath Ledger’la çekimlere başlayan Terry Gilliam son filmi ‘The Imaginarium of Doctor Parnassus’ı Ledger’ın ölümüyle yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Gilliam’ın Ledger’ın anısına saygıda bulunmak ve Ledger’ın az sayıda olan sahnesini de kullanmak için Tony karakterini Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farell’a oynattı. Film 2009’da gösterime girecek.

Üç oyuncunun da Ledger’ın oynadığı karakteri farklı yorumladığı söylenen filmde Tom Waits de yer alıyor.

‘Brazil’, ’12 Monkeys’, ‘The Fisher King’, ‘Fear and Loathing in Las Vegas’ gibi önemli filmlerin yönetmeni Gilliam’ın bir önceki filmi ‘Tideland’ Türkiye’de gösterime girmemişti.

DAVID FINCHER - THE CURIOUS CASE OF BENJAMIN BUTTON
Şu sıralarda fragmanıyla merak uyandıran David Fincher’ın son filmi ‘The Curious Case of Benjamin Button’ 19 Aralık 2008’de gösterime giriyor. F. Scott Fitzgerald’ın 1922 yılındaki kısa öyküsünden uyarlanan filmin senaristi Eric Roth.

Yaşlı bir adam olarak doğan ve hayatının sonuna doğru bir bebek haline gelen Benjamin Button’un tuhaf, komik ve aynı zamanda hüzünlü hayatını anlatan filmin başrollerinde Brad Pitt, Cate Blanchett, Tilda Swinton, Elle Faning, Julia Ormond, Elias Koteas yer alıyor.

Fincher’ın bu filmden sonra ‘Rama’yla Buluşma’yı çekeceği açıklandı.

MICHAEL MANN - PUBLIC ENEMIES

Michael Mann’in son filmi ‘Public Enemies’ Bryan Burrough’un ‘Public Enemies: America’s Greatest Crime Wave and the Birth of the FBI- Halk Düşmanları: Amerika’nın En Büyük Suç Dalgası ve FBI’ın Doğuşu’ adlı kitabından uyarlandı. Christian Bale, Johnny Depp, Marion Cotillard, Channing Tatum, Giovanni Ribisi, Stephen Dorff, Billy Crudup ve Leelee Sobieski rol aldığı film 1 Haziran 2009’da gösterime giriyor.

Amerika’nın bunalım yıllarında geçen filmde, FBI ajanı Melvin Purvis’in dönemin en ünlü suçluları John Dillinger, Baby Face Nelson ve Pretty Boy Floyd’u cezaevine tıkma çabası anlatılıyor.Michael Mann’in bir sonraki heyecan yaratan projesi ise ‘Heat’ten sonra bir kez daha Robert De Niro ile çalışacağı ‘Frankie Machine’.

JAMES CAMERON - AVATAR
Sinema tarihinin en çok kazanan yönetmenlerinden James Cameron ‘Titanic’ten 11 yıl sonra çektiği yeni filmiyle şimdiden konuşulmaya başlandı.

‘Aliens’, ‘Terminatör’, ‘T2: Mahşer Günü’, ‘True Lies’ gibi filmlerin yönetmeni Cameron Avatar’ı da yeni tekniklerle ve yüksek bir bütçeyle çekti.

Sam Worthington, Sigourney Weaver, Giovanni Ribisi, Zoe Saldana ve Michelle Rodriguez’in başrolünde oynadığı bilimkurgu türündeki film 18 Aralık 2009’da sinemaseverlerle buluşacak.

WOODY ALLEN - VICKY CRISTINA BARCELONA

Woody Allen’ın ABD dışında çektiği 4’üncü filmi olan ‘Vicky Cristina Barcelona’ aynı zamanda yönetmenin yeni gözdesi Scarlett Johansson ile de üçüncü çalışması. 2008 Cannes Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan filmin konusu şöyle:

İspanya’ya tatile gelmiş iki kız arkadaş Vicky ve Cristina, burada tanıştıkları bir ressamla yakınlaşmaya başlarlar. İşin içine bir de ressamın eski karısı Maria girince olay daha karmaşık bir hâl alacaktır.

Javier Bardem, Penélope Cruz, Scarlett Johansson, Patricia Clarkson, Rebecca Hall ve Kevin Dunn’un başrollerini paylaştığı film 15 Ağustos’ta ABD’de gösterime giriyor.

MARTIN SCORSESE - SHUTTER ISLAND
‘Gizemli Nehir’in yazarı Denis LeHane’nin Türkçe’ye ‘Zindan Adası’ olarak çevrilmiş romanından uyarlanan ‘Shutter Island’ın başrollerinde Leonardo DiCaprio, Mark Ruffalo, Ben Kingsley, Emily Mortimer, Michelle Williams ve Max von Sydow yer alıyor. Scorsese’nin dördüncü kez DiCaprio ile çalıştığı filmin konusu şöyle:

Yıl 1954. Amerikan ordusunda görevli mareşal Teddy Daniels ile Chuck Aule, Massachusetts yakınlarında küçük bir adaya varır. Bu ada, akıl hastası mahkumlar için yapılmış Ashecliffe Hastanesi’ne ev sahipliği yapmaktadır ve hastalardan biri hastaneden kaçmıştır. Daniels ve Aule hastane personeliyle görüşmelerinden istedikleri cevabı alamazlar. Bu arada, adayı bir tufan vurur ve Aule ortadan kaybolur. Daniels işi tek başına devam ettirmek zorunda kalmıştır. Bu korkunç adada Daniels’ı artık kendi başına vereceği bir mücadele beklemektedir.

Film Ekim 2009’da gösterime giriyor.

COEN BROTHERS - BURN AFTER READING

En son ‘İhtiyarlara Yer Yok’ ile Oscar kazanan Joel ve Ethan Coen yeni filmleri ‘Burn After Reading’ ile 12 Ekim’de hayranlarıyla buluşuyor. ‘İhtiyarlara Yer Yok’a göre daha ‘hafif sayılabilecek filmin John Malkovich, George Clooney, Brad Pitt, Tilda Swinton ve Frances McDormand gibi herkesin iştahını kabartacak bir kadrosu bulunuyor.

Coen’lerin her zaman beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Roger Deakins’in yerine Emmanuel Lubezki’nin yer aldığı kara komedi tarzındaki film, yazdıklarının bulunduğu diski kaybeden bir CIA ajanının etrafında gelişiyor.

STEVEN SPIELBERG- THE TRIAL OF THE CHCAGO 7
En son ‘Indiana Jones: Kristal Kafatası Krallığı’ ile sinemalara konuk olan Spielberg’in ‘Interstellar’, ‘Lincoln’ ve ‘Tintin’ gibi yeni çekeceği filmlerinden önce ‘The Trial of the Chicago 7’ı izleyeceğiz.
2009’da gösterime girecek olan filmin başrollerinde Will Smith, Kevin Spacey, Colin Hanks, Jeff Daniels ve Taye Diggs gibi oyuncular bulunuyor. F
1968’de Chicago’da düzenlenen Demokrat Parti kurultayında bir grup göstericinin Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için toplanması ve sonrasında polislerle çatışmaya başlaması sonucunda tutuklanan sekiz gösterici halkı isyana teşvikten yargılanır. Mahkeme sonucunda sekiz tutukludan yedisi suçlu bulunmayıp, beraat etmiştir, biri ise avukatı ameliyat olduğu ve kendisini savunma hakkı verilmediği için savunmasız kalmış ve hapse mahkum olmuştur. İşte film bu yargılama sürecini anlatıyor.

RIDLEY SCOTT - BODY OF LIES
David Ignatius’un aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan bu yeni Ridley Scott filminde Leonardo DiCaprio ve Russell Crowe başrollerini paylaşıyor.

Ekim 2008’de gösterime girecek olan filmin konusu şöyle: El Kaide’nin üst düzey kadrosundan bir ismin peşine düşme görevi, Irak’ta deneyimli eski bir gazeteci olan Roger’a verilir. CIA’in görevlendirdiği Roger, bu konuda çok yenidir ve alışık olmadığı şiddet dolu bir dünya ile karşılaşacaktır.

Scott’un bu filmden sonra başladığı, yine Russell Crowe’un başrolünde oynadığı ‘Nottingham’da Kasım 2009’da vizyona girecek.

CLINT EASTWOOD - CHANGELING
İlk olarak Cannes Film Festivali’nde görücüye çıkan Clint Eastwood’un son filmi ‘Changeling’in başrollerinde Angelina Jolie ve John Malkovich var.

ABD’de 31 Ekim’de gösterime girecek olan film, oğlu kaybolan bir kadının öyküsünü anlatıyor.

Eastwood’un bir sonraki filmi ‘Gran Torino’da uzun bir aradan sonra başrol oynayacağını da not olarak düşelim.

TIM BURTON - ALICE IN WONDERLAND ve FRANKENWEENIE
Sinema tarihinin en kendine has isimlerinden Tim Burton, Lewis Carroll’un ünlü eseri ‘Alice Harikalar Diyarında’yı sinemaya uyarlıyor. Film 5 Mart 2010’da sinemalarda olacak. Alice rolü için seçilen oyuncu ise Mia Wasikowska.

Burton’un merakla beklenen bir diğer filmi ise ‘Alice in Wonderland’ öncesi 2009’da vizyona girecek. Burton ‘Frankenweenie’yi, hikayesi kendisine ait olan ve 1984 yılında kısa film olarak çektiği ‘Frankenweenie’ adlı korku filmlerine göndermelerle dolu bir çocuk filmi olarak tanımlanıyor.

TARANTINO, COPPOLA VE DİĞERLERİ…
Eski ve yeni kuşağın diğer usta yönetmenleri de yeni projelerine start verdiler.

Francis Ford Coppola’nın Vincent Gallo ve Maribel Verdu’nun başrollerini oynadığı şu anda post-prodüksiyon aşamasında olan filmi ‘Tetro’ 2009’da gösterimde.

Merakla beklenen bir diğer yapım özellikle yeni kuşağın favorisi olan ‘film delisi’ Quentin Tarantino’nun yeni filmi ‘Inglorious Bastards’. En son Grindhouse: Death Prof ile hayranlarını memnun eden Tarantino yeni filminde savaş türüne el atıyor.

Tarantino’nun da hayranı olduğu Brian de Palma 1987’de çektiği ‘Dokunulmazlar’ filminin öyküsüne geri dönüyor. 2008’de gösterime girmesi planlanan ‘The Untouchables: Capone Rising’da ilk filmde Sean Connery’nin canlandırdığı Jimmy Malone karakterini Gerard Butler canlandırıyor.

En son ‘Superman Returns’ ile bazı çevrelerde hayal kırıklığı yaratan Bryan Singer, Tom Cruise’un başrolünde oynadığı ‘Valkyrie’ ile 13 Şubat 2009’da sinemaseverlerin karşısına çıkıyor.

Usta yönetmen Wong Kar-Wai’nin son filmi ‘Lady from Shangai’ da 2009’da vizyon yüzü görecek filmlerden. Wong Kar-Wai ‘Mutlu Beraberlik’, ‘Chungking Express’, ‘Düşkün Melekler’ gibi başyapıtlarından sonra eleştirmenlere göre Amerika’da çektiği ‘My Blueberry Nights’ ile hafif çaplı bir hayal kırıklığı yaratmıştı.

Olympic Faces

1. LeBron James
Basketbol, ABD Yaş: 23
Cleveland Cavaliers’in yıldız oyuncusu 2,03 boyunda, 113 kg. ağırlığında. Bu sezon NBA’de 10.000 All-star 2008'de de En Değerli Oyuncu (MVP) ödülünü almaya hak kazanan Le Bron, NBA’in kariyerinde 10.000 skora ulaşan en genç oyuncusu oldu. 165 milyon dolardan fazla bir servete sahip olan Le Bron 2 çocuk babası.


2. Dara Torres
Yüzme, ABD Yaş: 41
Yarı yaşındakilere taş çıkaran sıkı ve kaslı bir vücuda sahip olan 2 çocuk annesi Torres, Olimpiyatlarda 9 kez kürsüye çıktı. Temmuz’da Olimpiyat denemelerinde, ona Pekin biletini kazandıran 100m. serbest derecesi 21 yaşında 1988 Olimpiyatları’nda yaptığı dereceden 2.47 sn. daha hızlı.


3. Michael Phelps
Yüzme, ABD Yaş: 23
Pekin’de 8 farklı yarışa katılacak olan Phelps, Mark Spitz’in 1972 Münih Olimpiyatları’ndaki 7 altın madalya rekorunu kırma şansına sahip. Phelps’i oyunlarda zorlayacak tek şey saat farkı olacak. Ancak, bir tek antremanını bile atlamayan yüzücü için bu çok büyük bir sorun olmayacak gibi görünüyor.


4. Liu Xiang
Engelli Koşu Çin, Yaş: 25
4 sene once Atina’da koştuğu 100 m. engelli yarışında Çin’e bu branşta ilk altın madalyayı kazandıran Liu Xiang, basketbolcu Yao Ming ile Pekin’de posterleri süsleyecek isim olacak. Sporcunun adı da yaptığı sporla adeta özdeşleşmiş: ‘Xiang’ çince ‘yükselmek’ anlamına geliyor.

5. Yao Ming
Basketbol, Çin Yaş: 27
Yao Ming Houston Rockets ile imza atıp NBA’ye gideceği zaman Çin spor otoriteleri Ming’den bir tek söz istiyordu. Ming, ne pahasına olursa olsun 2008 Pekin Olimpiyatları’nda Çin milli takımında oynamalıydı. Şubat sonu sol ayağını kırdığında Çin halkı şoka girmişti.Ancak Ming kısa sürede iyileşti ve Pekin Olimpiyatları’na yetişti. Ming 2.30 boyu ve 141 kg. ağırlığı ile NBA’in en iri oyuncularındanolan Ming ilk maçını 10 Ağustos’ta ABD’ye karşı oynayacak.

6. Allyson Felix
Sprint koşu, ABD Yaş: 22
Vatandaşı Marion Jones’tan sonra doping kuşkularının arttığı sprintte yarışacak olan Felix, Atina’da 200m., 4x100m., 4x400m. de 3 altın madalya kazanmıştı. World Anti-Doping Agency’den daha detaylı kan ve idrar testi yapan Project Believe’in pilot programına katılan Felix temiz olduğuna dair kuvvetli sinyaller veriyor.

7. Shawn Johnson
Jimnastik, ABD Yaş: 16
16’sındaki Sahwn Johnson belki de dünyanın en iyi jimnastikçisi. Barda, denge kalasında, yer hareketlerinde ve atlayışlarında mükemmel performansı, kendine güveni ve rahat gülümsemesiyle oyunlarda adından çok söz ettirecek. Eski olimpis sporcu Shannon Miller da Johnson için ‘Ne kadar iyi olduğunu bilmiyor’ dedi.

8. Tyson Gay
Sprint koşu, ABD Yaş: 25
Temmuz’daki deneme yarışlarında 1oo m. sprintte 9.68 lik derecesiyle en hızlı rekora imza attı. Derecesi resmi olmasa da, Pekin’de onu en iddialı isimlerden biri yapmaya yetiyor. Diğer sprint sporcuları gibi diyetine özen göstermeyen Gay, fast-food yemeyi çok seviyor.


9. Asafa Powell
Sprint koşu, Jamaika Yaş: 25
Dünya 100m. Sprint rekorunu 9.74 ile elinde bulunduran Powell, 31 Mayıs’ta 9.72 koşan vatandaşı Usain Bolt’a kaptırdı. Büyük yarışlarda şanssızlığyla bilinen sporcu, 2005 Dünya Şampiyonası’nda yarışı önde götürürken yarışı üçüncü bitirmiş, 2004 Atina oyunlarında da beşinci olmuştu. Jamaika’da zor çalışma koşullarına rağmen ülkesini terketmeyen nadir sporculardan olan Powell’ın ülkesine bağlılığı takdir ediliyor.

10. Usain Bolt
Sprint koşu, Jamaika Yaş: 21
31 Mayıs’ta NewYork’ta koştuğu 100m. yarışında 9.72’lik derecesiyle, vatandaşı Asafa Powell’ın 9.74’lük dünya rekorunu kırdı. Böylece 100m.de iddialı olduğunu kanıtlayan genç sporcu, Powell ve Tyson Gay gibi güçlü rakiplerini zorlayacağa benziyor.


11. Yang Wei
Jimnastik, Çin Yaş: 28
2006 ve 2007 Dünya Şampiyonaları’nın altın madalya sahibi Wei, politik kimliğiyle de adından söz ettiriyor. Wei, Çin ulusal halk meclisinde milletvekili olarak görev alıyor. Pekin’de hedefi, 2004 Atina’da bardan düşerek altın madalyayı kaçırmasına sebep olan hatasını telafi etmek.

12. Roman Sebrle
Dekatlon, Çek Cumhuriyeti Yaş: 33
2007’de omzuna cirit saplandığında ölümden kıl payı dönen Çek dekatloncu, spor hayatının bittiğini düşünüyordu. Ancak kısa sürede toparlandı ve aynı sene Dünya Şampiyonası’nda altın madalya kazandı. 2000’de Sydney’de gümüş, 2004’te Atina’da altın madalya alan Sebrle, ‘Her zaman geleceğe bakarım. Ancak omzumdaki ciriti de hiçbir zaman unutmuyorum.

13. Pascal Hens
Hentbol, Almanya Age: 28
Mohikan saçlarıyla dikkat çeken Alman hentbolcu, 2007’de takımını dünya şampiyonluğuna taşıyan performansıyla göz doldurmuştu. Yetenekli hetnbolcu, Olimpiyat seçmelerinde Polonya’ya karşı oynadıkları maçta Alman takıma barajı geçmesini sağlayan iki smacın da sahibi.

14. Sara Khoshjamal
Tekvando, İran Yaş: 19
Khoshjamal İran’dan olimpiyatlara katılacak olan ilk kadın sporcu. Tekvando İran’da kadınlar arasında favori bir spor dalı. 120.000’den fazla genç kız bu sporla uğraşıyor. Geçtiğimiz Mart ayında Vietnam’da dünya şampiyonunu deviren İranlı sporcu Pekin’e biletini de garantilemişti.

15. Marta Vieira da Silva
Futbol, Brezilya Yaş: 22
Brezilya’nın kuzeydoğusunda yaşayan fakir bir aileden gelen Silva, 2004’te İsveç kulübü Umea IK ile sözleşme imzaladı. Brezilya’da kadınların da futbolda en az Almanya ve ABD kadar iddialı olduğunu dünyaya gösteren Silva, 2006 ve 2007’de FIFA Yılın Oyuncusu seçildi.