28 Şubat 2009 Cumartesi

Beşiktaş Nereye Koşuyor

Artık Beşiktaş adına övünülecek tek bir şey kalmadığını dün bir kez daha gördü bu gözler.
Bir tek taraftar var diyoduk bu takımı inadına destekleyen, diğerlerinden farkını koyan, mücadelenin-alınterinin hakkını veren.
Son zamanlara kadar bile rakip futbolcuları dahi hayran bırakmıştı. Bolton futbolcularının, Tottenhamlıların hatta Poro'lu Quaresma'nın Kapalıya kadar gelip formasını atmasını ben hiçbir yerde benzerini dahi görmedim.
Ne olduysa yönetim-taraftar organik bağının bokunun çıkarılması, erozyon halindeki yönetimle birlikte seyirci profilinin de değişmesiyle oldu. Anti fener politikası Demirörenle kulüp sloganı haline gelirken tribünde de artık Beşiktaştan önemli olmaya başladı. Çok net görüyoruzki maç devam ederken 100 kişi takıma bağırıyorsa Fener aleyhine 1000 kişi en az yırtınarak bağırıyor, bu gibi görüntüler de açıkçası herşeyden soğumayı, mide bulantısını beraberinde getiriyor.
Tabi tribün abilerinin Çarşı ismininin kullanılmasında diğer şehirlere ve yurtdışı temsilciliklere özgürlük tanımasıyla başlayan underground yapının bozulmasıyla gelen popülerleşme, gazete ve televizyonlarda yer kapma olayları birbirini izledi.


Burda tabi büyüklerin tribünün demokratik yapısından kaynaklanan kararları sözkonusu. Bu tiribünde kimseye davul tokmağı falan fırlatılmaz, ya da tek bir kişinin peşinde köle gibi koşturulmaz. Herkes görüşlerini bir şekilde ifade edebilir. Sinan Engin olayında tesislere gidilmesinin ardından kopan kıyamette bile internet ortamında sorulan her soruya tribünün liderleri tek tek cevap yazmışlardır kendi görüşleri doğrultusunda.
Lakin artık çorba mevzuları abartıldı, kombineler, biletler, beleş otobüsler uğruna koca tribün bitme noktasına geldi. Birçk adam küstürülüp tribüne veda ettiler, artan bilet fiyatları ve popülerlikle değişen taraftar profiliyle desibel çılgınlığı takıma destek vermenin önüne geçti. Kapalı göbek tüm stadı yönlendirmeyi bırakın kendisini eğlendirmekten sıkılmadı.
Tarihinin en kötü yönetimine karşı tek bir ses dahi vermeyen büyükler büyük itibar kaybetti, fesh ettik çarşıyı açıklamalarının ardından geri döndük açıklamaları da son nokta oldu. Protesto edenlere tepkiler oldu, geçen yıl Manisa maçında protesto edenlere "sabote etmeyin,uefa'ya gidelim" diye bağrıldı ki tribünün bitip uzatmaları oynadığının açık kanıtıydı.
2 yıl önceki Antalya maçında "söyleyin ibneler, kaç para aldınız" tezahuratının ardından dün oynanan İBB maçında yine aynı çirkin tezahuratın yapılması da kümede kalmaya çalışan takımlara karşı bu şekilde bağrılması artık ne kadar sıradanlaştığımızı, bir farkımız olmadığını yine gösterdi. Takım ve tribün adına belki de dibe vurmamız gerekiyor ki ders çıkarıp toparlanabilelim ama o günler epeyce uzakta gibi, şu an herkesi şampiyonluk hayalleri sarmış durumda. Şampiyon olsak kaç yazar ki Beşiktaş Beşiktaş olmadıktan sonra diyesi geliyor insanın

Wonderland

Geç kalmış bir albümü keşfetme ve akabinde bloga yazma durumu ile karşı karşıyayız.
Mevzubahis albüm 6 yıllık olup, Wax Poetic adlı jazz grubunu toplayan müzisyen İlhan Erşahin'in solo çalışması olan Wonderland / Harikalar Diyarı.

Newyork'da hayata geçirdiği "Nublu" isimli performans mekanında farklı ülkelerden müzisyenleri biraraya getiren İlhan Erşahin'e "Wonderland-Harikalar Diyarı" projesinde; bas gitarda Jesse Murphy, davulda Kenny Wollesen, elektronik sesler ve gitarda Thor Madsen, vurmalı sazlarda geçtiğimiz günlerde Akatay Project olarak "Dest-be dest" isimli albümü piyasaya çıkan ritim üstadı Mehmet Akatay ve Nuri Lekesizgöz eşlik ediyor.

burda ve orda farklı dünyalarda
ayrılanlar eskiye ait topraklarda...
bir gezgin gibiyim beni yakala

İşinin ehli müzisyenlerin buluştuğu enstrümantal parçaların yanında vokal olarak Nil Karaibrahimgil, Dilara Sakpınar ve Bora Uzer sesleriyle parçalara hayat vermişler.
Avrupa standartlarında, şahane parçalarla dolu dinlendirici bir albüm, arşivlerden eksik olmasın dediğim, hararetle tavsiye ettiğim İlhan Erşahin projesi.
Albüm ülkemizde alternatif müziklere, bu gibi ortak projelere büyük yatırım yapıp harika albümlere ulaşmamızı sağlayan Doublemoon'dan çıkmış. Yie Doubblemoon'dan Buzuki Orhan Osman, Burhan Öçal & Trakya All Stars, Sabahat Akkiraz ve Orient Experessions'ın ortak projesi Külliyat albümleri de tavsiye edilir...

26 Şubat 2009 Perşembe

Arşivcinin Seyir Defteri


Carlito's Way


Üstad Brian De Palma'nın bana kalırsaa en başarılı filmi, haddinden fazla şişirilip, rapçilerin ve tkaım elbiseli delikanlıların favori filmi Scarface'ten de iyi hatta...
Henüz filmin açılışında aslında son sahnesini izlettirir yönetmen, ne dersek diyelim çok riskli birşey bu. Şöyle ki genel olarak izleyici filmin sonunda şaşırtılmayı, şok olmayı bekler, bu tarz filmler daha çok seyirci çekerken, filmin finalinin daha en başta verilmesi yürek ister arkadaş...
Al Pacino ile izlerken en çok özdeşleştiğimiz filmi oluyor Carlito'nun Yolu. Eski bir gangster, sokak adamı kendisini feda edip içeri girer. Çıktığında ise bambaşka bir admadır artık. Tası tarağı bırakıp, üç beş para biriktirip bu bataklıktan çıkıp itmek ister tabi yanında eski aşkıyla...
Özellikle eski sevgilisini yağmur altında bir binanın çatısında karşı tarafta bale yaparken izlediği sahne de belleklere kazındı şimdiden. Onun zamanı ile geçen zamandaki değişim de vurgulanıyor. Bizde de bunun karşılığı delikanlılık öldü, racon falan kalmadı şeklinde olabilir.
Al Pacino'ya güzelliğiyle eşlik edenPenelope Ann Miller da inanılmaz başarılı bir performans çıkartmış. Abartısız, yerinde oyunculuklar zaten filmi sevmenin ayrı bir nedeni ki bir de Sean Penn var ki akıllara zarar. Filmdeki en kıl, sevimsiz adamı canlandırıyor ki görmek lazım...
Carlito Brigante'nin ölmeden" önce bar kapanıyor, son içkiler, yoruldum yavrum" diyerekten gözlerini kapayışı Escape to Paradise tablosunun filmin sonunda canlanıp o şekilde bitmesi de apayrı bir tad bırakıyor.

Scarface
the world is yours

Yine Brian De Palma ve yine suç sözkonusu. Yukarda fazlasıyla abartılıyo dedik ama yine Al Pacino'nun mükemmel Tony Montana yorumunun da etkisiyle bir fenomen olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Scarface ilk dönem Amerikan suç filmlerinden biri olan yine aynı adlı filmin tekrar çevrimi. Tabi benzer hususlar var ama çokça değişiklik de yapılmış. Kahramanımızın binlercesi gibi Küba'dan yollanışı,Castro ve Komünizm'e savurduğu küfürler zaman geçtikçe Amerikan Rüyasının ne menem birşey olduğunu ona gösterir. Bu kez de oklarını Kapitalizme ve onun yarattığı boş insanlara yöneltir. Meşhur lokantadaki sahne şu şekilde gelişip gider kısaca; parmakla gösterip... "işte, kötü adam o" diyebiliyorsunuz. peki ama... bu size ne kazandırıyor? siz iyi misiniz? iyi falan değilsiniz. sadece saklanmayı, yalan söylemeyi iyi biliyorsunuz. benim öyle bir derdim yok. ben hep doğruyu söylerim. yalan söylerken bile. kötü adama iyi geceler dileyin bakalım!

Amerikan rüyasının yerlebir oluşunu izlerken aslında ufak bir adamın önlenemez büyük yükselişi ve hızla düşüşü anlatılır. Fonda da bilumum suçlar ve uyuşturucu bulunur, Al Pacino adına çalıştığı patronunun hatunu dahil ne istediyse elde eder ki burda da Michelle Pfeiffer bir alkolik ve keş karakterle Pacino'ya eşlik eder. Herşeyi tepe taklak eden ise derin bağlantıları ortaya çıkaran bir adamı hatır uğruna öldürecekken arabasına çocukları ve karısının binmesi üzerine bunu reddetmesi ve kaçınılmaz son gelir adım adım. Evindeki son sahne de enfestir, salyalar akkıta akıta sağa sola ateş ederek "say hello to my little friend" sözcüklerinin ardından sonlanır.
Kameralarla çevrili, milyonlar akıttığı kendi hükümdarlığında, hırsının kurbanı olup yanındaki insanları da uzaklaştırıp yalnız kalıp, hello der öbür tarafa...

Five Easy Pieces

Yönetmenliğini Bob Rafelson'un yaptığı 1970 yapımı JAck Nicholson'un yine yarıp geçtiği şahane filmdir kendisi.
Aynı dönemde çekilen The Deer Hunter, Dog Day Afternoon ve Taxi Driver gibi o dönemin karmaşıklığını yansıtan, gerçekten toplumla, insanla, sistemle sorunları olan insanların çektiği çok önemli filmlerden. Şimdiki Amerikan sinemasına bir de o dönemki sinemaya bakıyoruz ki aradaki uçurumu görmemek mümkün değil. Burda da burjuva bir ailede koca bir evde büyüyen kahramanımız baba-oğul hadisesinin de etkisiyle evden çekip gider, taşralarda orda burda proleter sınıfa geçmiş bir adamdır artık. Arkadaşları ve sevgilisi de kendi sınıfına uygun kişilerdir. Ama ne yapsa tatmin olmaz bu haliyle de karakter yoruma açıktır. Yılalr sonra babasının hastalığı nedeniyle eve döndüğünde ordan hala nefret ettiğini görürüz, aynı zamanda geçmişiyle yüzleştiğini, pişmanlıklarıı da. Kardeşinin arkadaşlarının evlerine gelip entellektüel muhabbetlerinden, aşağılamalarından sıkılıp ağızlarının payını verdiğinde de, sevgilisinin düşük zekalı sorularına da aynı şekilde fitil olan arada kalmış bir adamı oynar Jack Nicholson. Filmin sonudna da kendisini bir yere ait olmadığını görürüz, geçmişini temsil eden ceketini bırakıp bir kamyona atladığında...

Özellikle ağır işçi olarak çalıştığı ve her sabah trafikte gittiği yolda arabadan inip öndeki nakliye kamyonuna atlayışı ordaki piyanoyu çalmaya başlaması ve trafiğin açılmasıyla gelişen sahne ise mükemmel güzellikte. Nicholson'un her hareketi kızgınlığı, şakaları direk seyirciye geçiyor, tekrar tekrar hayran oluyoruz adama... Restoranda geçen ekmek, omlet karmaşası, garsonla yaptığı makara ve yine arabasına aldığı bir hatunun yaptığı şu insanlara baki şu pisliğe bak temalı uzun konuşmaları ise ayrı bir tez konusu olarak yerini aldı...

Ray

Efsane piyanist,jazz üstadı sanatçı Ray Charles'ın hayatınnı anlatıldığı, biyografik filmler kategorisinde değerlendirilebilecek başarılı bir film. Bir kere Ray Charles'ı canlandıran Jamie Foxx'un mükemmel performansı filmi 2 gömlek yukarı taşımış benzerlerine nazaran. Geçtişte Any Given Sunday ya da Collateral gibi başarılı filmlerde oynasa da bu denli büyük oyunculuk herkesi şaşırtmış akabinde osccarı da almıştı kendisi bu rolüyle.
Filmde küçüklüğünden, gözlerini kaybedişinden, annesinden, uyuşturucu ile olan ilişkisine, sorunlu evliliğine, kadınlara düşkünlüğüne kadar önemli detaylar efsane oluşu ve mükemmel parçalarla harika şekilde harmanlanmış. İtiraf etmeliyim ki filmi izleyen kadar bu kadar güzel şarkıları olduğunu bilmiyodum, tabiki akıllarda yer etmiş şarkılarını biliyoduk ama filmlerin güzel etkilerinden biri de bu şekilde oluyor işte, tekrar bir keşif, kazıma, derine inme operasyonu.
Filmde müzik sektörünün acımasızlığı, gözlerinin görmemesinden dolayı onu kullanmaya kalkmaları ve pek de dostu olmayışı içimiz burkarken, onu gerçekte serbest bırakıp star konumuna getiren Ahmet ertegün'ün belki de tek dostu olması, onda emeği çok olan ustaya da saygı babında olmuş, güzel olmuş. Filmde renkler, görüntüler şahane kullanılmış belirtmekte yarar var, Oyunculuk şahane, hikaye hiç de sıkıcı değil sürükleyici, müzikler desen 10 numara, hala izlemeyenler için sn uyarımdır:)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Hugh Jackman ve 81.Oscar Töreni Şovu


Öncekilerden çokça şaşaadan uzak, gösterişsiz bu açıdan sevindirici olan ve son birkaç yıldır Little Miss Sunshine, Juno gibi düşük bütçeli ama gayet de güzel yapımlara ve belli bir sinema diline sahip dolu filmlere şans vermesiyle eskiye nazaran düzelme yolunda Oscar Ödülleri. Bunda Akademiyi oluşturan üyelerin yaşlarının gençleşmesi, yeni üyelerin katılması gibi nedenler kaynak gösterilebilir.
Ödül törenine damgasını vuran ise Wolverine ile özdeşleşmiş başarılı aktör Hugh Jackman'in şahane gösterisiydi. Tüm aday filmleri müzikal şeklinde kendine has şekilde yorumlayarak ayakta alkışlandı, biz de ayaklarınıza kadar getirdik;

23 Şubat 2009 Pazartesi

Şaşırt Bizi Yönetim



Geçtiğimiz hafta bir mali genel kurul daha arada kaynatılıp geçiştirildi.
Nedense her yıl yönetim bir şekilde ibra ediliyor, bu sene de yılın en önemli maçlarından biri olan Trabzon maçıyla aynı günde olması sadece bir tesadüf olmasa gerek...
Geçtiğimiz yıllara göre ibra etmeyen artık bir şekilde tepkisini koyan insanları görmek bir nebze vicdanları rahatlatırken Fulya'daki yapılan büyük yanlışları öğrenmek de bir o kadar iç karartıcı.
Değerli olan katların Aşçıoğluna diğerlerinin bize kalması, kaçak katlar çıkarak firmanın büyük vurgun yapması, açılan mahkemeye Aşçıoğlunun avukatlarının bakması ve bir türlü yapılan kontratın verilmemesi, koskoca araziden alınacak muhtemel minimum kar yine yönetim yaptı yapacağını dedirtiyor.
Böyle bir imkandan Fenerbahçe olsa 10 katı para çıkarırdı buna eminim...

Bugün yine bir haber düştü Erkek Basketbol Takımı antrenörümüz Hakan Demir istifa etmiş.
Son kupa maçı soyunma odasında Demir'in oyuncumuz Adem'e küfüre varan hakaretler ettiği, bunu üzerine Haluk Yıldırım'ın araya girip takımı ve Adem'i savunduğu bir konuşma geçtiği duyulmuştu. Ne kadarı doğru ama her yıl olduğu gibi yine doğru gitmeyen şeyler var. Yine zaman zaman para ödenmemesi ve oyuncuların idamana çıkmak istememesi olayları sık sık karşımızda. Böyle bir durumda takımı ve camiayı en iyi tanıyan ve bilgisine güvenilir İhsan BAyülken acilen getirilmelidir diye düşünüyorum.


Hentbol takımının da para alamamasına rağmen Avrupada çeyrek finale mükemmel bir mücadele ve taraftar desteğiyle çıkması ise biraz olsun nefes aldırdı Beşiktaşlılara.
Süleyman Seba'da sayıca az bile olsa sağlam destekle neler yapılabildiğini geçmişte basket maçlarından da hatırlıyoruz.
Trt'nin programında olmasına karşın böyle kritik bir maçı vermemesi ise sözde sporun öncüsü, sporun dostu Trt'nin hangi elerde olduğunu tekrar düşündürüyor. Trt Spor Servisinde staj yapmama rağmen bu kadar kötü yönetildiğine tanık olmamıştım, aksine fazlasıyla demokratik ve amatör sporalara kafa olarak öteki olarak bakmayanların sayısı epeyce çoktu.
Velhasıl bugün tepkilerin ardından tekrarını vereceklermiş saat 22.00'de Trt 3'te, izleyelim kendimizden geçelim.


Fotoğraf kartalbafiler'den, ellerine sağlık diyoruz. Deli Murat'ı görünce hoş bir gülümseme alıyor insanı, deli diyolar adama ama Beşiktaş neredeyse o da orada, ya da Beşiktaş'ın herhangi bir sokağında, keşke herkes onun gibi saf ve yürekten sevip düzgün bir adam olabilse...

Oscar ve Siyad Ödülleri

Dün akşam saatlerinde SİYAD ödülleri Sinema YAzarlarının verdiği oylarla dağıtılırken, gecenin köründe de Oscar heykelcikleri bir bir verildi. Ntv'de ödül töreninden evvel Yekta Kopan'ın sunuculuğunda, Mehmet Açar, Tuğrul Eryılmaz ve ilerleyen anlarda Cem Yılmaz'ın katılımıyla kategorileri değerlendirildiği sohbet gayet güzeldi.
Sonuçlara bakıldığında 6. adaylığında Kate Winslet'in kazanması bekleniyordu ama erkek oyuncu dalında Sean Penn'in 2.kez ödül alması da ayrı bir güzeldi ama genelde bu ödül için küllerinden doğan Mickey Rourke bekleniyordu. En iyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinde Boyle ve Fincher yarışırken kazanan Danny oyle oldu, Fincher'ın daha farklı bir filmle mutlaka oscar alacağına inanıyorum ki bundan önceki filmi Zodiac bile şahaneydi, çok gişe yapmasa da...
Kaçıranlar ya da tekrar izlemek isteyenler için 81. Oscar Ödül Töreninin tamamı ise orjinal dilinde, alt yazılı olarak bu akşam saat 22.00’de CNBE-e, yarın aksam 20.00’de ise NTV ekranlarında.


81. OSCARLAR’IN SAHİPLERİ
EN İYİ FİLM
Slumdog Millionaire

EN İYİ YÖNETMEN
Video: Danny Boyle (Slumdog Millionaire)

EN İYİ KADIN OYUNCU
Kate Winslet (The Reader)

EN İYİ ERKEK OYUNCU
Sean Penn (Milk)

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Penélope Cruz (Vicky Cristina Barcelona)

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Heath Ledger (The Dark Knight)

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
Dustin Lance Black (Milk)

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
Simon Beaufoy (Slumdog Millionare)

EN İYİ ANİMASYON FİLM
Andrew Stanton (Wall-E)

EN İYİ KISA ANİMASYON FİLM
Kunio Kato (La Masion En Petit Cubes)

EN İYİ SANAT YÖNETMENİ
Donald Graham Burt (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ KOSTÜM
Michael O’Connor (The Duchess)

EN İYİ MAKYAJ
Greg Cannom (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ
Anthony Dod Mantle (Slumdog Millionaire)

EN İYİ KISA FİLM
Jochen Alexander Freydank (Spielzeugland)

EN İYİ BELGESEL VE KISA BELGESEL
James Marsh ve Simon Chinn (Man On Wire) ve Megan Mylan (Smile Pinki)

EN İYİ GÖRSEL EFEKT
Eric Barba, Steve Preeg, Burt Dalton ve Craig Barron (The Curious Case of Benjamin Button)

EN İYİ SES MONTAJI VE MİKSAJI
Richard King (The Dark Knight) ve Ian Tapp, Richard Pryke ve Resul Pookutty (Slumdog Millionare)

EN İYİ KURGU
Chris Dickens (Slumdog Millionare)

EN İYİ FİLM MÜZİĞİ
A.R. Rahman (Slumdog Millionare)

EN İYİ ŞARKI
“O Saya” A.R. Rahman ve Maya Arulpragasam (Slumdog Millionare)

ÖZEL ÖDÜL
Jerry Lewis

EN İYİ YABANCI FİLM
Yojiro Takita (Departures-Japonya)

***

41. Siyad ödüllerinin en iyi filmi Sonbahar

SİYAD ödülleri sahiplerini buldu. Özcan Alper’in “Sonbahar” ve Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” filmleri 4’er ödülle geceye damgasını vurdu.

41. SİYAD Ödülleri Cemal Reşit Rey konser salonunda düzenlenen törenle sahiplerini buldu. “En İyi Film Ödülü, “Ssonbahar”a giderken, “En İyi Yönetmen” Nuri Bilge Ceylan, “En İyi Kadın Oyuncu” Hatice Aslan, “En İyi Erkek Oyuncu” ise Onur Saylak seçildi.

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne Tülin Özen, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncuya ise Ahmet Rıfat Şungar layık görüldü.

En İyi Senaryo Ödülü “Sonbahar”la Özcan Alper’in, görüntü yönetmeni ise yine “Sonbahar”la Feza Çaldıran’ın oldu.

Ayrıca, SİYAD Özel Ödülü Fipresci Genel Sekreteri Klaus Eder’e yaşam boyu onur ödülü Şener Şen’e, Tuncan Okan “Emek Ödülü Nijat Özön’e, 2008’in “Umut Veren Sanatçısı Ödülü” ise “Made in Europe” filminin yönetmeni İnan Temelkuran’a verildi.

22 Şubat 2009 Pazar

Dexter Katil Kostümü Sahibinden...



Dexter'ın Amerika'daki kanlı havuz ve ülkemizde dönerci ve ksaplarla yapılan enteresan tanıtımlarına değinmiştim. İnternette şöyle bir baktığımda ise ebay gibi sitelerde Dexter'in infaz kostümü olan düğmeli uzun kollu kostümünün dahi satıldığını gördüm, umarım bizde yaşanan kurtlar vadisi hadiselere bu materyaller yardımıyla patlak vermez.

Dizide ise 3.sezon çekimlerinde bomba bir olay vuku bulmuştu ki direkten dönmüş adamlar.
Miguel-Dexter paslaşmasıyla Miami'de geçen sezonun çekimlerinde Miguel reis kullanacağı bıçağın feyk olduğu düşüncesiyle dublöürün kalbine kalbine vurmuş bıçağı, yalnız bıçağın gerçek olduğu adam yerde kanlar içinde kalınca anlaşılmış, neyseki tam kalbine isabet ettirememiş ki hastanaye yetiştirmişler.


Dexter severlere de bir tavsiye kitap husunda.
Dizi Jeff Lindsay'in 3 kitaplık serisinden uyarlandı, ülkemizde de Delirtici Düşlerin Dexter'ı adıyla ilk kitap yayımlandı, serinin diğer kitaplarından ise ses yok, ingilizcesi sağlam olanlar amazon yoluna gidebilir ya da bekleyebilirler.


Kitapların hep D harfiyle başlayıp devam etmesi de ayrı bir güzellik ki orjinal isimleri de Darkly Dreaming Dexter ve Dearly Devoted Dexter şeklinde. Bizdeki ismi de bu kuralı bozmdan Delirtici Düşlerin Dexter'ı şeklinde çıkmış, şık olmuş...

2008 En Çok Okunanlar


2008’in en çok satan kitaplarını Türkiye Yayıncılar Birliği belirledi. Yayın evlerinin en çok sattıkları kitapları Türkiye Yayıncılar Birliğine göndermesiyle ortaya çıkan listede yine Secret gibi facialara neyseki çok yakalanmadan benzer popüler kitaplar ve yazarlar ilk sıralarda. Zaten bu listeyi anlamanın yolu korsan satanların tezgahlarında görmek mümkün. Cshillikler Kitabı gibi enteresan kitapların ise Ntv'nin yayıncılık olayına da el atmasıyla olumlu buluyoruz efenim,
listeler boy boy;

John Lloyd’un "Cahillikler Kitabı",
Adam Power’ın "Olasılıksız" ve "Empati",
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk’un "Masumiyet Müzesi",
Yaşar Nuri Öztürk’ün "Allah İle Aldatmak",
Turgut Özakman’ın "Diriliş: Çanakkale 1915",
Soner Yalçın’ın "Siz Kimi Kandırıyorsunuz",
Murathan Mungan’ın "Kadından Kentler",
Zülfü Livaneli’nin " Son Ada" ve
Üstün Dökmen’in "Yaşama Yerleşmek" eserleri yer alıyor.

Terim & Scolari




Scolari ve Terim farklı coğrafyalarda doğup ülkelerinni sınırlarını aşan, uluslararası üne sahip agresif yapıdaki iki teknik adam. Fotoğraflarda görüleceği üzere hemen hemen aynı tepkileri veren, aynı mimiklere sahip ruh ikizi kıvamında insanlar. Scolari Chelsea'de krediyi kullanamayıp bir Robinhom olsaydı farklı olurdu tadındaki açıklamalarıyla "öhh" dedirtti. Onlarca yıldıza sahipsin transferde açık çek sahibisin ve hala Robinho diyosun, onu bunu geçtim Drogba gibi bir adamı kullanamıyosun ki o da Scolari'nin gidişi ardından bayram etmiş açıklamalara göre.
Terim de ikinci Galatasaray seferiyle düşüşe geçip milli takımda istediği mücadeleci havayı yakalayıp küllerinden doğdu diyebiliriz lakin Mehmet Demirkol'un milli takım çalıştırıcılarının aynı zamanda bir kulüp çalıştırması gerekli açıklamalarına katılıyorum, senede 3-5 hazırlık maçı nedeniyle körelip gidiyolar...


*


*