18 Aralık 2010 Cumartesi

Yeraltından Notlar Sinemada

 " Dostoyevski, Nietzsche`ye ilham kaynağı olmuş akıl dışı bir adamdır. Ona göre, iki kere iki beş eder. Eğer iki kere iki dört ediyorsa zaten insanlık için konuşmaya değer hiçbir şey yoktur."  Z.D.

 
 "bilincin her türlüsü acı verir, her türlüsü"

Dostoyevski denince nedense ilk bu kitap aklıma gelir, dandik bir baskısını bulup almıştım, açılış cümlesi zaten ilerde olacakların vuruculuğun işaretidir; "ben hasta bir adamım... içi hınçla dolu, gösterişsiz bir adamım ben."  Kahramanı herzamanki gibi ne iyi ne kötü, hertürlü çelişkiyi içinde barındıran, aynı zamanda iyi olmayı düşünürken bir yandan aşağılık şeyler de düşünebilen en nihayetinde insana dair ne varsa tüm gerçekliğiyle barındıran, bırakmıyorlar..iyi...iyi olamıyorum.." diyen çarpıcı bir karakterdi.
 Cemal Süreya buyurmuş ya bir gün Dostoyevski okudum, o gün bu gündür huzurum yok diye, tamı tamına cuk oturmuş, anlatmaya çalıştığım birçok şeyi anlatan bir cümle.


Kıskanmak bazı senaryo boşlukları gibi nedenlerle birşeyler eksik tadı bırakmıştı Zeki Demirkubuz'un roman uyarlaması olarak, sırada onun dilinden ve elinden düşürmediğini bildiğimiz, hapishanede tanıştığı Dostoyevski'nin bu eseri varmış bakalım, edebiyat ve özellikle referans olarak Demirkubuz'un temel söylemlerini oluşturuyor, senaryo falan herşey tamam ve Ocak ayında Ankara'da motor diyerekten harekete geçiliyormuş, her projesi gibi heyecanla bekliyoruz artık...

17 Aralık 2010 Cuma

Motivasyon ve Şevket Amca

 

 Motivasyona dair işler epey değişti, her zaman vardı ama işin içine daha çok haklı olarak psikoloji, çevresel faktörler, sözüm ona profesyonellik falan girdi.
Anektodun sahibi artık nedense çok antipatik gelen, hep PSG maçında yağmurlu havada gol atıp, bağırarak kapalının önüne kadar koşup yığılan Oktay olarak aklımda, belki de hep öyle görmek istediğimden... O maçta giydiğimiz beyaz ağırlıklı adidas forma da hep içimde uktedir, elimde yoktur, lanet olsundur.
Belçika maçına attığı gol ile daha çok hatırlanacak ama bizler gibi onun da hala inandığını sanmıyorum yaptığı şeye...
 Şevket Belgin de o zamanlar Seba kadar önemli bir unsurdu, yöneticilerin amca, başkanların baba olduğu yıllar...



"Özellikle derbiler öncesi maça hazırlanırken, kulüp yöneticiler antrenman sahasına gelirdi. Hemen hemen her gün, her antrenmanda peş peşe mutlaka yöneticiler gelir ve bizleri motive etmeye çalışırlardı, bu durum bazı oyuncularda strese neden olurdu ama ben stres olmazdım. Beşiktaş’ta oynarken bir Fenerbahçe derbisi öncesi rahmetli Şevket Belgin antrenmana geldi ve bizi etrafına toplayarak, “çocuklar Fenerbahçe’yi yenin size çok büyük prim vereceğim” dedi...

Biz arkadaşlarla aramızda konuştuk; “lan acaba Şevket amca ne verecek, mirasını mı verecek bize” diye merak ettik. Neyse maça çıktık, Fenerbahçe’yi yendik, maç sonrası Şevket amca soyunma odasına geldi, biz de merak ediyoruz “acaba o bahsettiği büyük prim ne” diye, neyse Şevket amca elini cebine attı, 15-20 tane Cumhuriyet altını çıkardı, her birimize birer tane Cumhuriyet altını verdi, biz şaşırdık tabi, “bu mu büyük prim” diye, sonra “şampiyon olun birer Cumhuriyet altını daha dağıtacağım” dedi. Şampiyon olduk birer altın daha verdi."

14 Aralık 2010 Salı

Cahide Sonku, Selim İleri ve Sinema

Şöhret basamaklarını bir bir tırmanan, sinemamızın ilk kadın yönetmeni,starı, yapım şirketi sahibi olmuş, erkekleri çokça peşinden koşturmuş, her daim gündemden düşmemiş bir fenomen aslında çok konuşulmasa da.    
Birçok şöhrete doymuş insan gibi gazete manşetlerinde Cahide Sonku yapayalnız öldü diye not geçildi onun için ne yazıkk ki,  zamanının ağdalı filmlerinin aksine mutlu son ile noktalanmadı hayat...

“Beyoğlu’nun arka sokaklarında gördüm Cahide’yi. Yüzünün çizgileri hala incecik ama teni paralanmışçasına… Sağ elinde mavi ispirto şişesi vardı. Sol eliyle de dudakları arasında bekçi düdüğünü tutuyordu. Uzun uzadıya çaldı o düdüğü…”


    
Sinema beni hep korkuttu. Hep dedim ama, baştan değil, sonraları. Başlangıçta sadece büyülenmiştim. Sonra, çok sonra, insanların orada, film şeridinde, tek tek karelerde, sonra beyazperdede, sonra ekranda, çekim günündeki gibi kaldıklarını fark ettim. Hep öyle. Fotoğraftan daha korkunç. Fotoğraf hareket etmiyor, konuşamıyor. Fotoğraf duruk.

      Yukarıdaki fotoğraf değil, bir film karesi. Yaşarken ve yaşayarak intihar etmeyi seçmiş Cahide Sonku orada, film karesinde inanılmaz güzelliği ve gençliğiyle beliriyor. Mektup yazıyor. Önündeki kağıda yazmaya devam edecek, sahne sürdükçe yazmaya devam edecek.

Ya sonradan gördüğüm, yıpranmış, bilerek her şeyini yitirmeyi göze almış kadın? Cahide Sonku'yum ben demişti, telefon başında, Beyoğlu'nda bir eczanede, kumbaralı telefonun başında, Cahide Sonku'yum. Bir iki yıl sonra noktaladı. Başımı kaldırıp bakmıştım ve oydu. Bir iki yıl sonra ölüm haberini okudum.

      Oysa, görüyorsunuz, mektup yazıyor, dalgın, onu seyrettiğimizin bilincinde ama, seyredilmiyormuş gibi yapıyor. Yazı masası başında. Bütün gençliğiyle, bütün güzelliğiyle. Orada hep öyle kalacak...
selim ileri

13 Aralık 2010 Pazartesi

The Clash - Garageland

Zenginlerin ne halt ettiğini bilmek istemem / 
Gitmek istemem onların gittiği yere / 
Çok zeki olduklarını sanıyorlar ve de çok haklı / 
Oysa hakikati bilen yalnız sokak çocukları. 

–Strummer/Jones, The Clash

12 Aralık 2010 Pazar

Emrah Serbes

"kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar."



İyi bir Beşiktaşlı ve aynı zamanda gençler alkara tayfasındanmış yanılmıyorsam ki aşağıdaki pankartı halkıntakımı ekibiyle açtıklarında polisin yazar diye parmağını kırmaya çalıştığını, gerekirse 9 parmakla da yazabileceğini güzel bir dille anlatmıştı. Polisiyedir hayata dair mevzulardır kıldır yündür ne yazsa okutan cinsten bir insan evladı.
Bir ankara polisiyesi behzat ç adlı komiser de Emrah Serbes'in "her temas iz bırakır" ve "son hafriyat" adlı romanlarının baş kahramanıdır, ilgilenenlere duyrula...

 

sen gittin ve herkes ölmeye başladı..

önce saniye teyze öldü sonra dedem sonra babaannem sonra yengem sonra eniştem. sonra eniştemin ölüm haberini bana veren bakkalı bıçakladılar eniştemin yedisinin okunduğu akşam. sonra sedat amca öldü sonra babam sonra öbür dedem bir de büyük deprem. otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan. babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık. ama ilk ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca. sanki oydu bu ahret furyasını başlatan. öyle değilmiş yeni anladım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

zaten kim tam anlamıyla sağ kaldığını iddia edebilir ki bu kadar mevtanın ardından kim biraz zombileşmek istemez. daha kırılgan daha dikenli ve daha fukuyamacı olmaz. dedem ziraat mühendisiydi ama pek çok doktordan daha ilginç tıbbi hatıraları oldu.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız sonsuz ve ortasız bir hikâye öner. bir üstat öner dergi kurmuş olmasın. ne çok utandık mazideki yaralardan her adımda ele geçirilme korkusundan. ismet özel mi metin altıok mu yoksa hiç mi ortak arkadaşımız kalmadı.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

love story tadında başlayan bir filmi potemkin zırhlısına çevirmeye ne hakkın var. çok şükür yaşıyoruz çok şükür yazıyoruz diyorum ama niye anlatıyorum bunları. belleğin unutuşa karşı mücadelesi mi sadece. ne münasebet bu benim senkronize yalnızlığım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil öldü benim için sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. on iki yıl geçti susmak ne kısaymış. sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

31 mart 1998–