Futbol * Sinema * Bira
"herkesin inandığı bir şey var bu .mına kodugumun hayatında, benimki de sensin..."
1 Aralık 2013 Pazar
24 Kasım 2013 Pazar
22 Kasım 2013 Cuma
Bizim Büyük Çaresizliğimiz vol.2
ihtiyarlar şöyle der: "neden bir tane! on tane alın!"
bir gün biz de ihtiyarlayacağız Çetin. zembereğimiz boşalacak. içimizde bakılacak, araştırılacak bir şey kalmayacak. biz sadece biz olacağız, "ümitsizce kendimiz" olacağız. hastane binalarına hayranlıkla bakacağız: "buranın kardiyoloji servisi iyiymiş diyorlar." ilaçlarımızı plastik bir margarin kutusuna koyup yanımızda taşıyacağız. şehirde yapamayacağız artık çetin, binalardan ve otomobillerden usanacağız. ankara'dan ayrılacağız. şehrimizden... her şeyi satıp savıp deniz kıyısında bahçeli bir eve yerleşeceğiz. bütün paralı şehirlilerin, sürükleyip getirdikleri maddi güvencelerle birlikte döküldükleri bu hayal-denize, ne yazık ki biz de döküleceğiz. ağaçlarla ilgileneceğiz, bitkilerle ve onlara iyi gelecek şeylerle: ışıklarıyla, su gereksinimleriyle ve böcek ilaçlarıyla... dış dünyanın bilgisiyle meşgul olacağız. ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, balıklara isimleriyle sesleneceğiz. şehirde, doğanın bizi yalnızca bir ceset olarak kabul edeceğini düşünürken, orada, deniz kıyısında doğaya aitmiş gibi hissedeceğiz kendimizi. çıplaklığımızı seveceğiz. en önemli sistemlerin sindirim ve boşaltım sistemleri olduğu konusunda coşkulu bir biçimde hemfikir olacağız ve pekliğe iyi geldiğini bildiğimiz otları kurusun diye ters çevirip sayvanın tavanına asacağız.
sen sormadan söyleyeyim, balık da tutacağız çetin. küçük bir motorla sabahları pata pata balığa çıkacağız. tatile gelen genç, hevesli oltacıların "burada ne balığı çıkar?" sorusuna, birbirimize bakıp, "say, aklına gelen bütün balıkları say, hepsi çıkar," diye yanıt vereceğiz.
kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. geçmişten konuşacağız. bütün yaşadıklarımızı bıkmadan, usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. hırkalarımıza iyice sarınacağız. bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak.
hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. içimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak.
sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.
bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. sen ya da ben (ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, "neden bir tane! on tane alın!" diyeceğiz...
bir gün biz de ihtiyarlayacağız Çetin. zembereğimiz boşalacak. içimizde bakılacak, araştırılacak bir şey kalmayacak. biz sadece biz olacağız, "ümitsizce kendimiz" olacağız. hastane binalarına hayranlıkla bakacağız: "buranın kardiyoloji servisi iyiymiş diyorlar." ilaçlarımızı plastik bir margarin kutusuna koyup yanımızda taşıyacağız. şehirde yapamayacağız artık çetin, binalardan ve otomobillerden usanacağız. ankara'dan ayrılacağız. şehrimizden... her şeyi satıp savıp deniz kıyısında bahçeli bir eve yerleşeceğiz. bütün paralı şehirlilerin, sürükleyip getirdikleri maddi güvencelerle birlikte döküldükleri bu hayal-denize, ne yazık ki biz de döküleceğiz. ağaçlarla ilgileneceğiz, bitkilerle ve onlara iyi gelecek şeylerle: ışıklarıyla, su gereksinimleriyle ve böcek ilaçlarıyla... dış dünyanın bilgisiyle meşgul olacağız. ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, balıklara isimleriyle sesleneceğiz. şehirde, doğanın bizi yalnızca bir ceset olarak kabul edeceğini düşünürken, orada, deniz kıyısında doğaya aitmiş gibi hissedeceğiz kendimizi. çıplaklığımızı seveceğiz. en önemli sistemlerin sindirim ve boşaltım sistemleri olduğu konusunda coşkulu bir biçimde hemfikir olacağız ve pekliğe iyi geldiğini bildiğimiz otları kurusun diye ters çevirip sayvanın tavanına asacağız.
sen sormadan söyleyeyim, balık da tutacağız çetin. küçük bir motorla sabahları pata pata balığa çıkacağız. tatile gelen genç, hevesli oltacıların "burada ne balığı çıkar?" sorusuna, birbirimize bakıp, "say, aklına gelen bütün balıkları say, hepsi çıkar," diye yanıt vereceğiz.
kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. geçmişten konuşacağız. bütün yaşadıklarımızı bıkmadan, usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. hırkalarımıza iyice sarınacağız. bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak.
hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. içimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak.
sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.
bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. sen ya da ben (ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, "neden bir tane! on tane alın!" diyeceğiz...
21 Kasım 2013 Perşembe
20 Kasım 2013 Çarşamba
The Kings of Summer
Kontrol 1...2...3...
Uzun süren suskunluk akabinde(şifo mehmet her konuşmasında söyler hep söylemek isterim bu sözcüğü) suskunluğa son veren film bu olsun.
The Kings of Summer varlığından çok da haberdar olmadığımız kendine has tarzı, havası, rengi olan filmlerden.
Bazı mecralarda ergen filmi falan diye lafı geçmiş ki bu filme ergen filmi diyen anında taş olur, çok da iyi olur taam mı?
Into the Wild seven kitle bunu da sever, kuşak çatışması fonunda, özgürlük, hafiften aşk ve hınzırlık sosuyla genç arkadaşları buluşşturan olmuş bir film bu.
Her filmde kim oynuyo diye illa isim arayanlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Bab rolündeki abi şahane, genç arkadaşlar keza başarılı, güzellik objesi kızımız biraz bitch rolünde lakin sırf Biaggio adlı fenomen kardeşimiz için izlenebilir ve muazzam görüntü yönetmenliği ki beni tavlayan kısmı bu görüntüler oldu.
Ve tabi ki görüntüler, sıcak renkleri kadar, abartmadan yerinde kullanılan güzel müzikleri filmi tamamlayan unsur olarak kayıtlara geçsin.
Herkeşlere selam olsun, güzel günler...
Uzun süren suskunluk akabinde(şifo mehmet her konuşmasında söyler hep söylemek isterim bu sözcüğü) suskunluğa son veren film bu olsun.
The Kings of Summer varlığından çok da haberdar olmadığımız kendine has tarzı, havası, rengi olan filmlerden.
Bazı mecralarda ergen filmi falan diye lafı geçmiş ki bu filme ergen filmi diyen anında taş olur, çok da iyi olur taam mı?
Into the Wild seven kitle bunu da sever, kuşak çatışması fonunda, özgürlük, hafiften aşk ve hınzırlık sosuyla genç arkadaşları buluşşturan olmuş bir film bu.
Her filmde kim oynuyo diye illa isim arayanlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Bab rolündeki abi şahane, genç arkadaşlar keza başarılı, güzellik objesi kızımız biraz bitch rolünde lakin sırf Biaggio adlı fenomen kardeşimiz için izlenebilir ve muazzam görüntü yönetmenliği ki beni tavlayan kısmı bu görüntüler oldu.
Ve tabi ki görüntüler, sıcak renkleri kadar, abartmadan yerinde kullanılan güzel müzikleri filmi tamamlayan unsur olarak kayıtlara geçsin.
Herkeşlere selam olsun, güzel günler...
18 Kasım 2012 Pazar
Mos Def a.k.a Yasiin Bey
Mos Def sempatik bir arkadaştır müzikleri kadar sinemadaki performansı-birçok dizi ve filmde rol aldı- misal Be kind Rewind gayet hoş idi, keza dizilerde de aynen devam ediyor House'ta en güzel bölümlerin birindeyken Dexter'da boy gösterdi, ara ara görüyoruz, yakışıyor kerata her mecraya...
Sonradan müslüman olması ardından müziğine de yansımalarını görüyoruz, artık mos def olarak değil yasiin bey olarak anılmasını isterken bir yandan şarkılarında arabeskvari hatta oryantale varan ezgiler duymak mümkün.Yeni başlayanlar için Priority, Wahid, The Embassy gibi şarkılar tavsiye edilir...
Supermagic'te ise sample olarak Selda Bağcan'ın sesini duyup şaşırmayan yoktur heralde. İnce ince Bir Kar Yağar adlı şarkısından almış abimiz, besmelenin ardından selda bağcan girer ardından hareketli-güzel mos def müziği falan filan işte, güzel ama yakışmış sayın abim;
14 Eylül 2012 Cuma
Kutsal Kitap
"Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım."
Sanki dün yazılmış gibi, her daim geçerli ve gerçek... Selim Işık, Turgut Özben, Metin, Esat, Süleyman Kargı, Günseli, Olric, bıktıran burjuva ritüelleri, disconnectus erectus ve daha nicesi...
"Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım..."
Sanki dün yazılmış gibi, her daim geçerli ve gerçek... Selim Işık, Turgut Özben, Metin, Esat, Süleyman Kargı, Günseli, Olric, bıktıran burjuva ritüelleri, disconnectus erectus ve daha nicesi...
"Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım..."
8 Ağustos 2012 Çarşamba
Destino de Abril
Destino de Abril...Green Car Motel adlı meksikalı güzelim abilerin aşmış eseri. Collateral gibi güzel filmle tanıdık kendilerini. Tıpkı Amores Perros vesilesiyle Control Machete ile tanışmamız gibi. Bu abilerin neşesi de hüznü de güzel oluyo sayın abiler. Dinleyelim;
21 Temmuz 2012 Cumartesi
Her Daim Özlenen
Bazı adamlar var ki insanı daha bir bağlar takımına, tekrar tekrar gurur duymanı sağlayan harbi adamlar...Belki bunların sonuncusu, güzel insan Vedat Abi özleniyorsun...
Sezen Aksu'nun Keskin Bıçak şarkısının da söz yazarıymış ki anca böyle bir adam yazabilirdi heralde ayrı bir sevindirdi bu anekdot...
Aşağıdaki metin ise roll için yapılan söyleşilerden derlenmiş inanılmaz güzel, rahmetlinin ardından ufak bir gülümseme ve tebessüm oluşuyor inceden:
bir laf vardır, “deli gömleği ütü tutmaz” derler. 43 yaşına kadar top oynadım ben. çok keyif alıyordum top oynamaktan. ne sigara içtim, ne bira içtim 43 yaşına kadar. gerçi şimdi o açığı kapattım biraz. elhamdülillah beşiktaşlıyım. spor yazarı değilim. gazeteci hiç değilim, haddim yok. ben beşiktaş yazarıyım. beşiktaş’la yatarım, beşiktaş’la kalkarım. futbolu bırakıtım, ertesi gün kulübe üye oldum. serdar bey (bilgili) aday olmasaydı, beşiktaş'ın başkanlığına adaydım. süleyman (seba) bey bıraktığında kimse aday olmasaydı, ben adaydım ama, rahatımı bozacakım. ben tembellikle flört eden bir adamım.
biz beşiktaş'ın sadece futbolcusu değil, idarecisi, taraftarı gibiydik. mağlup oynadığımız bir maçta sanlı (sarıalioğlu) kaptanın taç atışı için topu almaya giderken ağladığını hatırlıyorum. trabzonspor’la oynadığımız bir kupa maçıydı. ilk maçı 1-0 kaybetmiştik, turu geçmemiz için burada 2-0 kazanmamız gerekiyor. 1-0 öndeyiz ve penaltı kaçırdım. sonra lütfü golü attı ve turu geçtik. golü atınca lütfü’nün sevinçten kulağını ısırdım. maçtan sonra da hastaneye götürdüm.
eskiden futbolcuların saçları uzun olurdu. maçlardan sonra duş alırdık, tabii saçlar hep ıslak. o zaman gündüz tekin onay (beşiktaş'ın 1976-77 sezonundaki teknik direktörü) saç kurutma makinesi almıştı, hepimiz uçak almış kadar sevindik. takımda 20 kişiydik, bir tek benim arabam vardı. onu da bana babam almıştı... beni kimse keşfetmedi, ben kendi kendimi keşfettim. seçmelere katıldım ve kazandım. öyle başladı. bakırköy’de, yücespor’da oynadım. oradan adalet takımına transfer oldum. rahmetli babacığım (rahmi okyar) bursaspor’un kurucularından. bursaspor'u kurunca, bakırköy’ün dört oyuncusu, ben, kaleci turan, ersel, tamer bursa’ya gittik. bursa’dayken beşiktaş beni, ben beşiktaş'ı istiyordum. rahmetli babacığımın baba hakkı’ya bir sözü vardı. bu nedenle hiçbir pazarlık yapılmadan beşiktaş’a geldim. beşiktaş'ta parasız oynadım, ama babamdan belki daha fazlasını aldım. babam kulübün ikinci başkanıydı. babamdan aldığım parayı ihtiyacı olan arkadaşlara veriyordum. ne maaş, ne prim, ne transfer ücreti, hiçbirini almadım.
bakıyorsun, spor yazarı kardeşlerimiz bir çay reklamına çıkıyorlar. bana da teklif geldi. hatta sakalını kes bile dediler, büyük de bir paraydı. tenezzül edecek adam değilim. ne işim var? ben bir tek çocuk esirgeme kurumu’na çıkarım. futbolu bıraktığımda “jübile yap” dediler. ben de “jübileyi çocuk esirgeme kurumu için yaparım” deyince, “sen böyle birşey yaparsan bir daha biz yapamayız, yapma bu yüzden” dediler, ben de yapmadım.
ben para biriktirmedim, dost biriktirdim. belki tuhaf gelecek. ne kadar param var, bilmiyorum. karıma da sormadım. ben radyoyu açıp kapamayı bilmem.cep telefonum yok. şarj bilmem. o açmazsa tv açmayı da bilmem, öğrenmek de istemem. o olmasa ben yokum. bir oğlum var. eğitimini bitirdi. bana arkadaşlarım soruyordu, oğlun kaçta diye. ben hayatımda sormadım ki. okuyor işte.
bir kere aşık oldum ve onunla evlendim. 38 senedir beraberim. iki gün görmesem özlüyorum. evlenirken, “benden koca olmaz, benden iyi bir metres olur, sen de metres gibi davranırsan bu iş gider” dedim. benimki evlilik değil. bir masal, çok güzel bir masal. dünyalı bir kız. çok keyifli bir kız. halen kız diyorum bak. fıkra gibi, dedim ki: “sakın bana birşey taşıtma. biber getir falan yapma. ben hiçbir akrabamla görüşmem. senin de akrabaların benim evime gelmesin. ben akrabaları sevmem, çünkü ben seçmedim. ben seçtiğim insanla birlikte olurum.” bir gün eve geldim, baldız var, bacanak var. “bunlar ne” dedim, “eee, geldiler ne yapayım” dedi. “eyvah, salatanın limonu yok, alır mısın” dedi. ben de “alırım” dedim. evden çıktım, devre arasıydı. 15 gün yalova’da, termal’de kaldım. eve 15 gün sonra limonla döndüm. 38 senedir bir daha da başıma gelmedi.
Sezen Aksu'nun Keskin Bıçak şarkısının da söz yazarıymış ki anca böyle bir adam yazabilirdi heralde ayrı bir sevindirdi bu anekdot...
Aşağıdaki metin ise roll için yapılan söyleşilerden derlenmiş inanılmaz güzel, rahmetlinin ardından ufak bir gülümseme ve tebessüm oluşuyor inceden:
bir laf vardır, “deli gömleği ütü tutmaz” derler. 43 yaşına kadar top oynadım ben. çok keyif alıyordum top oynamaktan. ne sigara içtim, ne bira içtim 43 yaşına kadar. gerçi şimdi o açığı kapattım biraz. elhamdülillah beşiktaşlıyım. spor yazarı değilim. gazeteci hiç değilim, haddim yok. ben beşiktaş yazarıyım. beşiktaş’la yatarım, beşiktaş’la kalkarım. futbolu bırakıtım, ertesi gün kulübe üye oldum. serdar bey (bilgili) aday olmasaydı, beşiktaş'ın başkanlığına adaydım. süleyman (seba) bey bıraktığında kimse aday olmasaydı, ben adaydım ama, rahatımı bozacakım. ben tembellikle flört eden bir adamım.
biz beşiktaş'ın sadece futbolcusu değil, idarecisi, taraftarı gibiydik. mağlup oynadığımız bir maçta sanlı (sarıalioğlu) kaptanın taç atışı için topu almaya giderken ağladığını hatırlıyorum. trabzonspor’la oynadığımız bir kupa maçıydı. ilk maçı 1-0 kaybetmiştik, turu geçmemiz için burada 2-0 kazanmamız gerekiyor. 1-0 öndeyiz ve penaltı kaçırdım. sonra lütfü golü attı ve turu geçtik. golü atınca lütfü’nün sevinçten kulağını ısırdım. maçtan sonra da hastaneye götürdüm.
eskiden futbolcuların saçları uzun olurdu. maçlardan sonra duş alırdık, tabii saçlar hep ıslak. o zaman gündüz tekin onay (beşiktaş'ın 1976-77 sezonundaki teknik direktörü) saç kurutma makinesi almıştı, hepimiz uçak almış kadar sevindik. takımda 20 kişiydik, bir tek benim arabam vardı. onu da bana babam almıştı... beni kimse keşfetmedi, ben kendi kendimi keşfettim. seçmelere katıldım ve kazandım. öyle başladı. bakırköy’de, yücespor’da oynadım. oradan adalet takımına transfer oldum. rahmetli babacığım (rahmi okyar) bursaspor’un kurucularından. bursaspor'u kurunca, bakırköy’ün dört oyuncusu, ben, kaleci turan, ersel, tamer bursa’ya gittik. bursa’dayken beşiktaş beni, ben beşiktaş'ı istiyordum. rahmetli babacığımın baba hakkı’ya bir sözü vardı. bu nedenle hiçbir pazarlık yapılmadan beşiktaş’a geldim. beşiktaş'ta parasız oynadım, ama babamdan belki daha fazlasını aldım. babam kulübün ikinci başkanıydı. babamdan aldığım parayı ihtiyacı olan arkadaşlara veriyordum. ne maaş, ne prim, ne transfer ücreti, hiçbirini almadım.
bakıyorsun, spor yazarı kardeşlerimiz bir çay reklamına çıkıyorlar. bana da teklif geldi. hatta sakalını kes bile dediler, büyük de bir paraydı. tenezzül edecek adam değilim. ne işim var? ben bir tek çocuk esirgeme kurumu’na çıkarım. futbolu bıraktığımda “jübile yap” dediler. ben de “jübileyi çocuk esirgeme kurumu için yaparım” deyince, “sen böyle birşey yaparsan bir daha biz yapamayız, yapma bu yüzden” dediler, ben de yapmadım.
ben para biriktirmedim, dost biriktirdim. belki tuhaf gelecek. ne kadar param var, bilmiyorum. karıma da sormadım. ben radyoyu açıp kapamayı bilmem.cep telefonum yok. şarj bilmem. o açmazsa tv açmayı da bilmem, öğrenmek de istemem. o olmasa ben yokum. bir oğlum var. eğitimini bitirdi. bana arkadaşlarım soruyordu, oğlun kaçta diye. ben hayatımda sormadım ki. okuyor işte.
bir kere aşık oldum ve onunla evlendim. 38 senedir beraberim. iki gün görmesem özlüyorum. evlenirken, “benden koca olmaz, benden iyi bir metres olur, sen de metres gibi davranırsan bu iş gider” dedim. benimki evlilik değil. bir masal, çok güzel bir masal. dünyalı bir kız. çok keyifli bir kız. halen kız diyorum bak. fıkra gibi, dedim ki: “sakın bana birşey taşıtma. biber getir falan yapma. ben hiçbir akrabamla görüşmem. senin de akrabaların benim evime gelmesin. ben akrabaları sevmem, çünkü ben seçmedim. ben seçtiğim insanla birlikte olurum.” bir gün eve geldim, baldız var, bacanak var. “bunlar ne” dedim, “eee, geldiler ne yapayım” dedi. “eyvah, salatanın limonu yok, alır mısın” dedi. ben de “alırım” dedim. evden çıktım, devre arasıydı. 15 gün yalova’da, termal’de kaldım. eve 15 gün sonra limonla döndüm. 38 senedir bir daha da başıma gelmedi.
18 Temmuz 2012 Çarşamba
12 Temmuz 2012 Perşembe
8 Temmuz 2012 Pazar
Normal Olsaydık, Beşiktaşlı olmazdık...
"Divâne ider âdemi sevdâ-yı Beşiktaş" Neccarzade Rıza (18.yy şairi)
İnsanı deli eder Beşiktaş sevdası...
İnsanı deli eder Beşiktaş sevdası...
23 Mayıs 2012 Çarşamba
Adriano Celentano - I Want To Know
bilmek istiyorum
nasıl yapar insanlar
idrak ederler
yaşayabilmeyi
bugünün evlerinde
kavanozda sardalye misali sıkışmış...
nasıl yapar insanlar
idrak ederler
yaşayabilmeyi
bugünün evlerinde
kavanozda sardalye misali sıkışmış...
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Arkadaşlar İyidir...
"Ben düşündümde içki alsak ,
bizim sarıya..
sarının mezarına gitsek.
Hep beraber arkadaşlar olarak
hep birlikte
rakı,çerez şarap falan ..
hava soğuk ama gidersek iyi olur ,
fena olmaz diye düşündüm.
Arkadaşlar iyidir"
11 Mayıs 2012 Cuma
Ah Beşiktaş Vah Beşiktaş
"Salonda ekol Beşiktaş Hentbol" diyerektan o muazzam final maçında kendimizden geçerken, şampiyonluk görüntülerini, tribüne uzatılan şampiyonluk kupasını izlerken herşey çok güzel lakin böyle karakterli sporcuların yılardır ne koşullarda görmezden gelindiğini belgeleyen soyunma odasındaki şu videoya ibretle bakmak gerek. Bu çocuklar aç geziyor, tek maaşla şampiyon olduk diyor adamlar, bir tarafta milyon eurolar savurmalar, popülizmin tavan yapması, sözde yıldızlar ve her sene hüsran, diğer tarafta ise amatör ruhlarıyla gerçek Beşiktaşlı 'adam'lar...
Fikret Orman'dan ümitliyiz, en azından zihniyet değişti Beşiktaşta ama bunların hesabı kulbün batma noktasına gelmesi ve benzeri bir ton olayın hesabı sorulmalı...
10 Mayıs 2012 Perşembe
Güzel İnsan; Taner Birsel
“Zeki Demirkubuz, yönetmen olmasaydı şu an hapisteydi. Çünkü (bunu iyi
anlamda söylüyorum) öfkesi bu kadar yoğun ve koyu başka bir adam
tanımadım. İyi ki sinemayı seçmiş, çok güçlü filmler yapıyor.
Demirkubuz'un yönettiği 'İtiraf'ta, Başak Köklükaya ile rol aldım. Senaryoda bir sahne var ki erkek karakterin karısını dövdüğü... İşte o sahneye sıra geldiğinde Zeki benden Başak'ı gerçekten dövmemi istedi. ‘Ciddi değilsin herhalde' dedim, ‘Ciddiyim, sen hiç kadın dövmedin mi” dedi. Başak yatakta bizi bekliyor, konuşmalarımızı duymuyordu.
Kamera kurulmuş, her şey tamam. Benim gidip Başak'ı döveceğim sahne bu. Yapamadım, Zeki beni orada bırakıp gitti. Darmadağın oldum, beni öyle bir halde bıraktı ki bir süre banyodan çıkamadım. Sonra gittim, Başak'ın üzerine çöktüm, kızın canını çıkarabilirim. Zeki'ye olan öfkem, beni düşürdüğü durum, bütün gücümü biriktirdim ve Başak'ın üzerindeki duvara öyle yumruklar attım ki bir tanesi Başak'a değse ölebilir. O sinirle elim parçalandı. Set yarım kaldı tabi, hastaneye gittik.”
Pek çok filmde yan rollerde siz anlamadan sokulup girer ekrana pek belli etmese de filmlere kattığı çok güzel şeyler, varlığı yetiyor dedirten adamlardan ki Siyah Beyaz filminde sazı tek başına alıyordu nerdeyse...Demirkubuz'un İtiraf'ında yine o vardı, Reha Erdem'in Kaç Para Kaç'ı, Filler ve Çimen, Seyfi Teoman'ın ilk uzun metrajı Tatil Kitabı, Gölgesizler, çok sevilen Beş Vakit ve bir dolu güzelim filmde...
Seyfi Teoman'ın haberine hala inanamamışken 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i tekrar tekrar izledim, akşam vakti pek de güzel gidiyor arkadaş. Pek çok sahne replik var filmin son sahnesi langırtlı olan iyi insan değilmiyiz biz, iyiyiz iyi söylemleri şahaneydi mesela. Gel geleim gönül telini titreten yine görünmez kahraman Taner Birsel oldu aşağıdaki sahneyle, içimizde takır tukur birşeyler var be abi...
Demirkubuz'un yönettiği 'İtiraf'ta, Başak Köklükaya ile rol aldım. Senaryoda bir sahne var ki erkek karakterin karısını dövdüğü... İşte o sahneye sıra geldiğinde Zeki benden Başak'ı gerçekten dövmemi istedi. ‘Ciddi değilsin herhalde' dedim, ‘Ciddiyim, sen hiç kadın dövmedin mi” dedi. Başak yatakta bizi bekliyor, konuşmalarımızı duymuyordu.
Kamera kurulmuş, her şey tamam. Benim gidip Başak'ı döveceğim sahne bu. Yapamadım, Zeki beni orada bırakıp gitti. Darmadağın oldum, beni öyle bir halde bıraktı ki bir süre banyodan çıkamadım. Sonra gittim, Başak'ın üzerine çöktüm, kızın canını çıkarabilirim. Zeki'ye olan öfkem, beni düşürdüğü durum, bütün gücümü biriktirdim ve Başak'ın üzerindeki duvara öyle yumruklar attım ki bir tanesi Başak'a değse ölebilir. O sinirle elim parçalandı. Set yarım kaldı tabi, hastaneye gittik.”
Pek çok filmde yan rollerde siz anlamadan sokulup girer ekrana pek belli etmese de filmlere kattığı çok güzel şeyler, varlığı yetiyor dedirten adamlardan ki Siyah Beyaz filminde sazı tek başına alıyordu nerdeyse...Demirkubuz'un İtiraf'ında yine o vardı, Reha Erdem'in Kaç Para Kaç'ı, Filler ve Çimen, Seyfi Teoman'ın ilk uzun metrajı Tatil Kitabı, Gölgesizler, çok sevilen Beş Vakit ve bir dolu güzelim filmde...
Seyfi Teoman'ın haberine hala inanamamışken 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i tekrar tekrar izledim, akşam vakti pek de güzel gidiyor arkadaş. Pek çok sahne replik var filmin son sahnesi langırtlı olan iyi insan değilmiyiz biz, iyiyiz iyi söylemleri şahaneydi mesela. Gel geleim gönül telini titreten yine görünmez kahraman Taner Birsel oldu aşağıdaki sahneyle, içimizde takır tukur birşeyler var be abi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)